Aslını astarını yitiren gizemden
gayrı ve fazlasıyla dibe vurup, duymazlığın duyumsattığı hazin bir rötuş.
İklimler serdiğim yüreğin yasında,
feveran eden cahil cesaretimin girizgahında sair heceyi evlat edindiğim bir
hikayeden kuruluyum.
Zaman akıyor parmaklarımdan; akneli
yüreğin hüzün dilinde garip nidalar var biraz da serkeşliğin hicap yüklü seyri.
Dünlerden ördüğüm an’ı ve yarınlardan
umudu kesip hala dünün lehçesinde dokuduğum titrek mazinin kaynattığı su
katılmamış hüzün.
Arsız yanılgılar yüklüyüm, zamansız
gidişler ve sonu gelmek bilmeyen…
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna
inanmayı bıraktım, derviş gönlün de içinde kalan ukdelerini de saymaya.
İnsanlar birikmişti bir yerlerde; bir
yerlerde sıkışıp kalmıştık ve yersiz serzenişlerle öldürdük birbirimizi.
Kuramlar kanıyor, zamansa devrik bir
cümle tadında.
Sırdaş bildiğimizi yalanlar çürüttü;
yalnızlığın aymaz sancısında yeni ölüler doğmakta; yeni günleri tüketiyoruz
yarınsızlığı anla sardığımız…
Zor olduğunu bilse de insan…
İmgelerin yükünü taşıyorum hayatın
üzerine yorgan misali örttüğüm.
Kaba saba adamlar tanımıyorum, yüzsüz
insanların da yüzünden düşmeyenleri topluyorum ve bir bir ekliyorum yorgun
acılarıma.
Acıdan ırak olmayı dileyip için için
bir de içerlediğim şiirlere nifak sokan kim ise… boyutsuzluğumu güncelliyorum
basma kalıp cümlelerdense niyazımın ruhunda dokunaklı tezahürü ile mahrem
yetilerimin ve uçsuz bucaksız serzenişlerimde kendime yüklendiğim.
Düşlemsel hüzünlerde yıkanmak neymiş…
Neymiş meğerse dervişin derdi derman bildiği aşkla yıkanan yüreğinde çakıl
taşları serzenişinde yüreğin iklim bildiği.
Yana yana döndüğüm; dönmelerden hicap
duyduğum mu?
Yandan çarklı iklimlerde kayda
geçtiğim hüzün mü temennimde saklı o düş belki de arsız bir sevdanın
nidalarında dem bulan sarhoşluğum: Aşka âşık hüzünlerde bir de serkeş
hükümlerinde insan ırkının satılmışlığımı yoksa yine ve yeniden doğmak sayısız
ölümle istişare eden bir terennüm gıyabında niyaz bellediğim.
Bir umut ısmarladım Tanrı’ya;
Arındığım yüreklerin istilası yine kayıp
şiirlerce.
Bir türkü çığırdı yüreğin sağdıcı;
Hüznün beyhude yoksunluğuna kılıf
ördüğü
Dehlizlerde aldatılmışlığın hüzün…
Duraklarında aldatılmışlığın kayıtsız
mizacı: kem gözlerin de mizacı tek yönlü sevda türküsünde yanık bir kelam yine
seyrelen yine tükenmeye dair.
Tıpasını tıkadığımız mı tıkandığımız
o ara durak mı yine sevici bir eksen iken kaykılmışlığın mirası ve birazdan
cinnet geçireceğimin bilincinde dökmek kaygılarımı bir bir döşerken beyazlığı
kara bir imge iken tahakkümlerden mağdur gökyüzü.
Aldatılmışlığın gıyabında kesilen ahkâmlara
perde çeken ve peyder pey tüketilmişliğe toz kondurmazken…
Küfür mahiyetinde yalnızlıkla iştigal
tereddütsüz tüm yangınlarım, kelamın eksik olmadığı dokunaklı bir şiir yine
yüklendiğim.
Kanadı eksik yarınların dün
kaygıları; dünün emsalsiz mazisinde sır bellediğim reverans yapan hükümlerin de
sıralı mağlubiyeti.
Eksilen zamandan arda kalan üç beş
ölümlü saniye ve yine deminde bir gecenin densiz bir imgeyi mesken bildiği.
İç yangınların tezahüründe kaykılmış
bir zihniyet benimki: Aklını gidip gelmelerle bozmuş iken isyanı yine yâd
ettiğim ölümlü aşklarımın mizacında yoksul bir şarkı tadında hayli ifrata
kaçtığım sevmelerin meali adeta yazmaya adadığım adsız bir hikaye tadında
sensiz geçen her gün.
Derviş yükümlülüğüm.
Açıklamaktan yorgun düştüğüm.
Dilediğim özürlerin haddi hesabı yok
iken yine sensizliğin ekseninde bayat bir ikram yorgun yüklem tadında tüm emir
kipleri…
Demelerle iştigal; dandik bir seyir
yine yalpaladıkça tekdüze bir kelamdan da asla haz etmediğim.
Baz aldığım bakir bir gökyüzü: Öyle
ya bulutların kirletmediği, kirlense bile Hakkın rahmetiyle yıkandığı oysaki
yağmalanan benliğin yükünde aşk, çeperinde yangın varken neye meyyal ola ki şu
ak saçlı nur yüzlü dervişin rüyalarımda fısıldadığı?
Zamandan biriken artık dakikalar,
eremediğim hidayetin de yoksun kılınmaktan özrünü bir bir beyan ederken
Rabbime.
Bir külfet mi bir nida mı bir yokluk
mu peki?
Densiz bir kelam etmekten korkup kem
küm eden mizacımda teneffüs ettiğim en yorgun selam almaktan korkan ama
vermekten de asla geri durmayan.
Tünediğimdense türettiğime kani;
tükendiğimdense tüketmekten korktuğum bu aşka nazire eden gece bekçilerini bile
susturup sadece sessizlikle hemhal olduğum.
Durgun göllerin akan yaşlara duyduğu
hürmet.
Türevi mi yoksa sadık bir imgede
takılmışlığım?
Yoksa hezeyan mahiyetinde korunaklı
bir dünya mı sırdaş bildiğim Yaratan’dan defalarca af dileyip sevmekten
yorulmadığım.
Korkmak aslında en büyük yanılgım ve
evet, korkmadan da sevmek asla hicap edilesi bir duygu olmayan ama bir o kadar
tedirgin eden yufka yüreğin sert mizacına olan selamı iken gelişen o
farkındalık: belki de iki zıt yerküre, iki berduş kafiye ve iki yakın dost
konuşmadan anlaşan ve görmeden yelken açtığı o bilinmezlikte bir rahlede el ele
vermiş iki sırdaş şiir: biri senden bana akan biri benden yine bana dolan
akabinde tüm coğrafyaların kıskandığı Muson yağmurları tadında Yaratıcının
yüreğe buyurduğu sev emri üstelik zaman aşımına uğramayı reddeden ve gizemin
kıyılarında kulaç atan…
Desem ki… demesem de dediğime
kanisin.
Demesem de… dediğime vakıf bir
redifsin yine yüreğin mizacına bir matem havası veren sensizliğin gıyabında
seni sana buyur eden belki de beni benden uzak kılan ve döngüde rahmeti
telaffuz eden en asil tezahür iken Yaratıcının yüreklere buyur ettiği üstelik
tüm gölgeleri ışığa ulaştıran bir nizam iken adsız yoksunlukların birliktelik
kıvamındaki yürek yası…