Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 26.04.2017
Okunma Sayısı : 1653
Yorum Sayısı : 3
Günün Yazısı

Bu Yazı 27.04.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.


Nasrettin  Hoca,  hanımı  ve  meşhur  eşekleri  Karakaçan  üçü  birlikte  şehrin  pazarına  gitmek  üzere  yola  çıkmışlar.  Yolda  bunları  bir  vatandaş  görmüş  ve  ''  Yahu  eşeğin  sırtına  bari  biriniz  binin.  Eşek  yük  taşımak  içindir.  ''  Deyince  Hoca  ''Adam  haklı''  Diyerek  eşeğin  sırtına  oturmuş.  Az  daha  gitmişler  bu  sefer  bir  başka  vatandaş  ''Vay  insafsız  vay,  kendisi  eşeğin  sırtında,  hanımını  yürütüyor''  Demiş.  Hoca  ''Adam  haklı ''Diye  düşünüp  eşeğin  sırtından  inmiş  ve  karısını  bindirmiş.  Bu sefer  de bir  başka  vatandaş  '' Vay  utanmaz  kadın  vay.  Yaşlı kocası  yürürken  eşeğin  sırtında  keyif  çatıyor''  demiş.  Bunun  üzerine  Hoca  ''Adam  haklı''  demiş  ve  o  da  eşeğin  sırtına  oturmuş.  Az  sonra  bir  başka  vatandaş  ''  İnsafsızlar..Zavallı  eşeğin  sırtına  iki  kişi  birden  oturmuşlar.  Yazık  hayvancağıza''  deyince  Hoca  ve  karısı  eşeğin  sırtından  inip   eşeği  sırtlarına  alıp  yürümeye  devam  etmişler...

Malum  fıkra.  Bilmeyen  yoktur.

Ben  de  bu  noktaya  geldim  maalesef. 

-Siyaset  yazma  yasak.
-Yazılarında  çok  fazla  argo  ve  küfür  var .  Edepli  ol  biraz.  
- Dini  konularda  yazma  çünkü  bu  konu  uzar  gider
-Felsefi  yazma  çok  sıkıcı  oluyor.
-Tarihi  konularda  yazma  çünkü  metodsuz  bir  adamsın.
-Aşk meşk  yazma.  Memlekette  her  gün  şehit  verilirken  aşk  meşk  mi  yazılır?  Duyarlı  ol  biraz.  Lay  lay  lom  yapma.
-Hoca  sen  en  iyisi  anı  filan da  yazma.

Ya  da..

-Hocaaaa...Şunu  yazmışsın  madem,  şunu  da  yazsana...

Velhasılıkelam  Sami  Hoca  üvertür  şarkıcı...  Peçeteye  yazın  istediğiniz  şarkıyı,  çıksın  sahnede  okusun.  ''  Kusura  bakmayın  repertuarımda  yok ''  Derse  de  sıkın  topuğuna  
kurşunu.

Arkadaşımın  birinin  evine  gittiğimizde  yarı şaka  yarı  ciddi   ama  yemek  öncesinde  yaptığı  dua   gibi:  ''  Utanma  sıkılma.  Sofraya  sokulma. Bütünü  bölme. Yarımı  elleme  Karnını  doyur  kalk  git.''  

Ya  da  ''  Aman  Hoca  suya  sabuna  dokunma''

İnat  adamımdır  vesselam.  İşte  o  sebepten  bu  gün  suya  sabuna  dokunacağım...

********************

SU  VE SABUN

Suyu  anlatmaya  sanırım  gerek  yok.  İnsanoğlunun  en  büyük  hayati  ihtiyacı  su.  Havadan  sonra  en  vazgeçilmez  ikinci  temel  ihtiyaç...  Vücudumuzun  bile  bilmem kaçta  kaçı  su...Dünyanın  dörtte  üçü  su.  Hatta  yaşadığımız  kara  parçasının  bile...Çeşmelerimizden  akanını  yemek,  bulaşık yıkama,  elbiselerimizin  yıkanması ,  banyo  için  kullansak  da  içmek  için  suculara  telefon  ederek  getirttiğimiz  ya  da  marketlerden  satın  aldığımız  iki  mol  hidrojen,  bir mol  oksijenden  oluşan  sıvı  madde.  Dünya  yaratıldığından  beri  hayatımızda  var. 

Peki  sabun?  O  ne  zaman  ve  nasıl  girdi  hayatımıza?

Sabunun   bu  gün  kullandığımız  şekliyle  olmasa  bile  hayatımıza  girişi  MÖ 6000  yıllarına  kadar  gidiyormuş.  Hatta  paranın  henüz  kullanılmadığı  devirlerde  bunu  ilk  icad  eden  Fenikeliler  ile  Galyalılar  arasında  değiştokuş  maddesi  olarak  kullanıldığı  biliniyor.  

Sabunu  ilk  bulan  her  ne  kadar  Fenikelilier  olsa  da  ona  ismi  veren  Romalılar  olmuş.

Bir  Roma  masalına  göre  Tiber  nehri  civarındaki  Sapo  Dağı'nda  insanlar  tanrılara  kurban  keserlermiş.  Bu  kurbanların  yağları  da  yaz  mevsiminde  erir  ve  aşağıya  Tiber  Nehrine  akarmış.  Romalı  kadınlar  yaz  mevsiminde  külle  yıkadıkları  çamaşırların  daha  temiz  ve  beyaz  olduğunu  görmüşler  ve  bunun  sebebini  araştırdıklarında  küle  karışan  yağ  sebebiyle  olduğunu  keşfetmişler.  Bu  keşiften  sonra  da  külle  karıştırdıkları  bu  yağa  Sapo  demişler  ki  çok  ileri  yıllarda  bu  isim  Soap  (  İngilizcede  sabun)  olmuş.

MÖ  1500  yıllarına  ait Ebers Papirüsinde, kişisel temizliklerine düşkün olan Mısırlılar'ın, hayvan ve sebze yağları ile alkalinli tuzdan elde edilen sabunsu bir maddeyle yıkandıkları belirtiliyor.
Yunanlılar'a bakacak olursak, onlar da en az Mısırlılar kadar temizliğe önem veriyorlardı. Sabun kullanmayan Yunanlılar, vücutlarını yağ ve killerle sıvadıktan sonra, kum ya da sünger taşı parçalarıyla fırçalıyor ve “strigil” denen kavisli metal bir aletle vücutlarında oluşan tabakayı kazıyorlardı. Bunu suya girerek yıkanma ve zeytinyağı ile yağlanma izliyordu.
Kişisel temizliği oldukça önemseyen Roma ulusunda ise, banyo kültürü oldukça yaygındı. Hamamlara aşırı düşkün olan Romalılar'da banyo yapmak en temel sosyal görevdi. M.Ö 25 yılında yüzlerce hamamın bulunduğu Roma'da banyonun Altın çağı başladı. Roma'da yaşanan zengin banyo kültürünü, Erken Hıristiyan Kilisesi dini açıdan uygunsuz olduğu gerekçesiyle çok çabuk saf dışı bıraktı.
Fakat M.S. 476′da Batı Roma'nın yıkılmasıyla birlikte Avrupa'da, hamam alışkanlığı tarihe karıştı. Kişisel temizlikte gözlenen bu gerileme ve sağlıksız yaşam koşulları, Ortaçağ Avrupasında büyük sorunlara neden oldu. Temizlik, artık halk kültürünün bir parçası değildi. Yaklaşık 17. yy'a kadar yaşanan bu karanlık dönemde ihmal edilen kişisel temizlik aynı zamanda 14. yy'da büyük veba salgınını doğurdu. Eski Romalıların sabun yapımıyla ilgili bilgilerinin Avrupa'ya yayılmasıyla önemli sabun yapım merkezleri ortaya çıktı.
Sabun yapımcılığı 7. yy'da Avrupa'da meslek haline geldi. Sebze ve hayvan yağlarına bitki külleri ve güzel kokular katan sabun yapımcıları kendi ticaret ağlarını kurdular. Güzel kokuların da katılmasıyla artan sabun çeşitleri çamaşır yıkamada ve banyo yapmak için kullanıldı.Sabuna talep arttıkça üretimi de arttı ve sabuncular bir esnaf grubu oluşturdu.

Türkler yaklaşık olarak 11. yy'a kadar sabun yerine sulardaki soda, çöven, saparma, sabun otu, süt kökü, kaşık otu, kılaya kavuğu, acı ağaç, herdemtaze, tavşankulağı, hintkestanesi gibi saponinli maddeleri ve kül kullandı. Belgelere göre bugünkü sabunun ilkel şekli ilk çağlarda Araplar tarafından yapıldı. Sabunculuk, ortaçağda İslam ülkelerinde gelişmiş bir imalat koluydu. Osmanlı'nda sabun esnafı tertip edilen törenlerde esnaf alaylarında yer alıyordu. Osmanlılarda sabun imali ve tüketiminin oldukça yaygın olduğuna arşiv vesikalarında rastlıyoruz.
Sabun üretiminin 12. yy'da başlandığı İngiltere'de ise, 1622 yılında I. King James, sabun üretim tekelini yılda 100 bin dolar karşılığında bir sabun yapımcısına verdi. Fakat, sabun lüks sayılıp yüzde yüz vergiye tabi tutulduğundan halkın banyo yapması imkansızdı. Temizlik ve Su sistemleri Roma ve Girit'teki sistemlerle yarış edecek düzeye gelmiş olmasına rağmen, ülkede temizliğe karşı genel bir isteksizlik hakimdi.
Dickens dönemi, korkunç bir pislik içinde geçti. Hastalıklar iyiden iyiye yayılıyordu. 1842′de, İngiltere Fakir Yasası Komisyonu sekreteri olan Edwin Chadwick'in çabaları sonucunda, Parlamento, 1846′da “Halk Hamamlarını ve Yıkanma Evleri Hareketi”ni onayladı ve Gladstone, 1853′te sabun vergisini kaldırdı. 1860′ta Londra'da sayısı 10 olan halka açık yıkanma evleri, bir milyondan fazla sayıya yükseltildi. Bu hareket Amerika'ya da yayıldı. Amerikan Tıp Topluluğu Dergisi'nin 1892 Ekim sayısında; korunma tedaviden daha olduğu takdirde, halka açık büyük bir hamam kurmanın, hastane inşa etmekten daha ucuza mal olacağını yazmaktaydı.
Gerçek anlamda bilimsel sabun yapımı ise, 18. yy'da da Michel Eugene Chevreul'un katkılarıyla, önceden belirlenen kesin amaçların elde edilmesini sağlayan kimyasal formüllerin ortaya konmasıyla başlıyor. Buhar makinesi gibi buluşların gerçekleşmesiyle de, sabun yapımı gerçek bir sanayiye dönüşüyor. Sabunun sert sularda eritildiği zaman yeterince köpürmemesinin yol açtığı sakıncayı giderme çalışmaları, 1930′lu yıllarda ABD'de ilk deterjanların ortaya çıkmasını sağlıyor ve o tarihten bu yana deterjan yapımı da önemli bir sanayi dalına dönüşüyor.

Osmanlı İmparatorluğu sabun üretimi açısından çok zengindi. Trablus sabunu, çiçek sabunu, misk sabunu, Hünkari sabun, beyaz ve siyah paşa sabunu, alaca sabun, kara sabun, kokulu sabun, Kandiye sabunu Girit Sabunu, Arap sabunu, leke sabunu ve fes sabunu… Bunlar imparatorlukta üretilen sabun türlerinin sadece birkaçı… Osmanlılarda sabunla ilgili ilk düzenlemeler Fatih Sultan Mehmet, İkinci Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devri kanunnamelerinde görülür.
Fatih dönemine ait Foça sabunhanesi ile ilgili düzenlemede ve Yavuz devrine ait Trablus Sancağı kanunnamesinde sabun konusunda hukuki düzenlemeler bulunur. Sonraki dönemlerde sabunun üretimi, kalitesi, fiyatı, kontrolü, ticareti ve sabuncu esnafı konularında oldukça fazla vesika ve düzenleme bulunması dikkat çekiyor. Sabun temel olarak, zeytinyağı, prina yağı, Ay çiçek yağı, yerfıstığı yağı, palmiye özü yağı, iç yağı gibi maddelerden elde edilen yağ asitleri ile Sodyum tuzlarının tepkimesinden oluşuyor. Sabun üretimi, yıkama, pişirme, sıvılaştırma ve sabunlaşma olmak üzere dört evreden meydana geliyor. Yoğurma sırasında parfümler katılarak kokulu sabunlar elde ediliyor.
Kozmetik sanayinin gelişmesiyle sadece temizlik maddesi olmaktan çıkıp, özel formüller ve kokularla farklı özellikler kazanan sabun, gençlik, güzellik ve pürüzsüz bir cildin en doğal kaynağı haline geldi.
Sabun, Osmanlı Devleti'nde 'sabunhane' denilen ve şahıslara ait olan imalathanelerde geleneksel yöntemlerle üretiliyordu. Sabunun hammaddesi zeytinyağı ve içyağıydı. Ekonomik değeri olan ve tercih edilen sabunlar zeytinyağından imal edilenlerdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda sabun üretimi yapılan yerlerin başında Zeytin yağının bol olduğu yerler olan Batı Anadolu ve Adalar, Şam, Halep ve Namlus geliyordu. O dönemde en fazla sabun üreten merkezler ise Midilli ve Girit Adaları, Ayvalık, Edremit, Kemer Edremit, İzmir, Kızılcatuzla, Yunda Acası ve Urla'ydı. Buralarda imal edilen sabunun büyük bir bölümü, saray, ordu ve İstanbul halkının ihtiyacını karşılamak üzere ‘Dersaadet tahsisatı' olarak ayrılırdı.
Osmanlı Devleti'nde en kaliteli ve en çok aranan sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye'de yapılanlardı. Kandiye sabunları temizlik ve iyi pişmiş olmaları ile nam salmıştı. Bu özelliklerinden dolayı Midilli ve Edremit sabunlarının üzerine ‘Girit Sabunu' damgası vurularak taklit edilmiş ve bu durum Giritli sabuncuların şikayetine sebep oldu. Hanya, Kandiye, Resmo başta olmak üzere Girit'te elde edilen zeytinyağının önemli miktarı sabun üretiminde kullanılmaktaydı. 18. yüzyılın ilk yıllarında Girit'te sabunhane sayısı birkaç tane iken, yüzyıl ortalarına doğru on misliden fazla arttı ve adadaki sabunhanelerin adedi daha sonra 45′e ulaştı. Lübnan'daki Trablusşam kenti ve çevresi de zeytinyağının bolca bulunduğu ve sabun üretiminin de o nispette fazla olduğu bir bölgeydi.
Özellikle Nablus, Kudüs, Rakka ve Şam sabunculuğunun çok geliştiği ve sabun ihraç eden şehirlerdi. Buralarda sabunun geçmişi 14. yüzyılın ortalarına kadar gidiyordu. Anadolu'nun ve Mısır'ın sabun ihtiyacı da büyük ölçüde bu bölgelerden karşılanmaktaydı. Sabunu çok meşhur olan ve sabun ihraç eden Halep'te 19. yüzyıl sonlarında 12 sabunhane mevcuttu. Halep ve civarında imal edilen sabunlar yerel ihtiyacı karşılamaları dışında, Avrupalı ticaret şirketleri ve büyük tüccarlar tarafından Suriye dışına ihraç ediliyordu. Edirne ve Kudüs'te imal edilen ‘misk sabunu' ise Osmanlı sarayına, sultanlara ve devlet ricaline sunulan değerli hediyeler arasındaydı.

Parfüm kokulu sabunların yeni yeni hayatımıza girdiği düşünüldüğünde, meyve kokulu sabunların bundan en az üç yüz yıl önce ülkemizde kullanılmaya başlanması sabunlara tarihi bir işlev de yüklüyor. Görenlerin Plastik meyvelere benzettiği, ancak bilenlerin fark edebileceği meyve sabunları, tarihte hem temizlik hem de süs eşyası olarak kullanılırdı. Elma , Armut, üzüm, şeftali, kiraz, muz, kavun, çilek, kayısı, Limon şeklinde üretilen ve her birine has kokusuyla dikkat çeken meyve sabunları, 19. Yüzyılda Edirne'nin en önemli ticaret maddesiydi. Bitki ve otlardan elde edilen yağların burun, ciğer doğrudan ve deri tarafından vücuda alındığını kabul edersek bu sabunların süs olmaktan çıkıp, doğal ilaç işlevi üstlendiğini de görürüz. Meyve esanslı sabunlar, bugünkü limon, şeftali ve elma kokulu sabun ve şampuanlara temel oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Eskiden temizlik şimdi ise sadece süs aracı olarak kullanılan meyve sabunları, bildiğimiz yeşil sabunların eritilmesinden elde ediliyor.
Sıvı haline getirilen sabun, içine birkaç damla gül yağı konulduktan sonra soğuyana kadar bekletiliyor. Daha sonra sabun hamurunun yoğrulmasına geçiliyor. Hangi meyvenin kokusu verilmişse, hamura onun şekli veriliyor. Son olarak da aslına uygun olarak boyanıp hazır hale geliyor. Üretilen sabunların hepsi piyasada satılmaz, büyük bir kısmı padişahın isteği üzerine İstanbul'a Topkapı Sarayı'na gönderilirdi. Mis kokulu meyve sabunları, aynı zamanda çok değerli bir süs eşyasıydı. Özellikle padişah kızları ve cariyeleri çeyizlerine, odalarına bu sabunları koyarlardı. Ayrıca padişahların yabancı devlet başkanlarına gönderdiği hediyeler arasına meyve sabunları da konulmasına özen gösterilirdi.
******************

Bu  sefer  suya  sabuna  fena  halde  dokundum.  Her  ne  kadar  kusurumuz  olduysa  affola.  
RESİMLER:
1- Tarihi  Kilis  Sabunhanesi
2- Tarihi  Erbaa  Sabunhanesi
3-Tarihi  İzmir  Sabunhanesi
4-Tarihi  sabunlar
5- Meyve  sabunları
6-Dekoratif  sabunlar
7-Her  çeş,t  sabun  satan  bir  satıcı
8-Günümüzde  Van  ilimizde   doğal  sabun  üretimi 
9- Benim  eski  kaynana  da  sabununu  aynen  böyle  kendisi  imal  ederdi  zeytinyağından.
10-  Sıvı  sabun.

( Çok Fena Şekilde Suya Sabuna Dokunacağım Bu Sefer. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 26.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.