Hırsız imgelerde nameye
bulanan gözyaşları; ırmak gibi çağlayan sıra dışı bir yürek sesi; kıblede
dokunaklı bir serenat yine meleklerin bataryası biten iç sesleri.
Titreşen gök kubbede
salkım saçak yıldızlar ve pervasız bir taarruza yenik düşmüşken insanoğlu.
Hamd olsun, demekten
gayrı bir yolculuk mu ya da aralıksız soluduğumuz hüzün mü de aykırı bir tını
biz heba ettikçe heba olduğumuz gerçeğinin rüştünü ispatlama gayreti…
Beyitler çizmeli belki
de yalnızlığın duvarlarına, korunaklı düşleri de muhafaza etmeli aklın
pergeline uydurduğumuz her cümlede. Yana yakıla iç sesimiz ve duraksız bir nota
gıyabında perçinlemeli aşkı belki de garantisi olmayan yarınların an’a teğet
geçtiği.
Hicvinde ölümün,
haricinde sevdanın, saklısında yüreğin bir de eremediği keramette masal
kahramanlarının…
Dokunaklı tezahüründe
bir yanılgı mı yoksa yüreğin bombalandığı?
Bir güfte midir hayatın
yazdığı sessiz mısralar?
Bir döküm mü de
yalnızlık bir serzeniş mi de heba olan yılların ayyuka çıkan pişmanlığı ve
metanet duvarının yıkıldığı küçük kıyamet bir de evet, bir de pervazında o
nüktedan çalınmışlığı sevginin nazenin bir kayboluş kadar da peşrevi yitik bir
matem ve göreceli varlıkların da dengesiz dağılımında bizler hala kendimizi
ararken…
Densiz bir rüzgârda
verdiğimiz kayıpları o yaprak tadında bir düşmüşlüğü yine dalına kondurduğumuz
bir de yansızlığı soldurduğumuz ve tekerrür eden miadı dolmuş eski şarkılar…
Bir varlıkta bir de
yoklukta madem dostluğun ve aşkın tınısı…
Bir matemde bir de
neşede madem çalıntı gölgelerin raksı…
Bir de eremediğimiz
nihayeti her gün anarken ölüm tadında bir yoksunluk iken nail olamadığımız
arzular…
Hey gidi hey insanlık!
Hey, sen densiz aşk!
Aklı evvel o tınıyı
hissettiniz mi şu dokunaklı gecenin matemine sokulan küçük ve yetim kız
çocuğunun da savruk nidalarında ötekileşen bir hezeyan gıyabında kutsal bir
rahleye sunumu yine bilfiil onca göreceli var oluş sancısına kurban verdiğimiz
düşler…
Yargıların sızısı;
yanılgıların rükûsu; yetemediklerimizin hicap yüklü bekleyişi belki de bizden
çalınan ne ise çalmadığımız gerçeği hele ki mutlak bir mutluluk ise göreceli
sağanağın ıslattığı nemli gözyaşlarının da titri yine metanet duvarı bir
yergiyi baş göz etmişken aklın ırmaklarında…
Karanlık baş tacı belki
de gün yüzü görmemiş düşlerin mateme bulandığı, sırra kadem basan nifak yüklü
söylemlerle yine yıkıcı vuruşlar yapan o esrikli gölgeler… Zaman aşımına
uğrarken insan gönülde aşk dolu bir deyişi kıble bellemiş bir de sıradanlığın
sıra dışılığına yansımış yine gecenin gizemi.
Tüm hezeyanlar yorgun
yüreğin yorganı hele ki kan bürümüş gözü miladi takvimin eskitildiği bir
aryada, bayat ekmek tadı kadar da kutsal çıkmayı bellediğimiz düzlük.
Tümden gelen ama
eremediği gerçeği yine mutlulukla örtüşen ama nazenin bir hüzün kadar da yana
yakıla iç pazarında gönlün yola saçılmış imgeler bir de sezgilerin varlığına
rest çekmiş dogmalar. Yaptırım gücü olan kim ise ama etkin ama edilgen ama
yoksun olduğu kadar yoktan var eden Tanrı’ya da atıfta bulunan.
Hâşâ yürek!
Hâşâ Rabbim!
Eyvallah hayat denen
kıyam!
Tekâmül edense sadece
duyguların resmigeçidi üstelik dolgun bir imge tadındayken batıl hecelerin
yüklendiği her anlam üstelik anlam kaygısı gütmeden anlam olmaya çalışıp da
anlamsızlığın kıyısına vuran tüm kayıp şiirlerin kaygan zemininde baş aşağı
olmuşken hayat üstelik şiir tadında bir yoksunluğu var eden kudretin de
uzağında duramadığı…