Otobüsümüz kısa süre sonra yavaş yavaş hareket etti. Arka kapısı açıktı bizi korku girdabından kurtaracak otobüsümüzün. Hareket ederken arkamızda gözü karamış bir yolcu bırakıyorduk. Bu kişi az önce yüreğimizi ağzımız getirmiş eli tabancalı bir köylümüzdü.

 

         Yaşam çeşitli iniş ve çıkışlarla upuzun bir serüven. Bazı olaylar vardır. İstesen de istemezsen de kendini o olayların içinde bulursun. Elinden bir şeyler gelmez. Böylesi durumlarım hepsi yaşama dair.

 

         Öğretmenliğimin ilk yılları. Kent merkezine uzak bir köy öğretmeniyim. Dağların diplerinde derin bir vadinin yamaçlarında kurulmuş bir köy. Kuş uçmaz kervan geçmez nitelikte. Okulla yeni tanışmış. Neyse ki, iki genç ve idealist öğretmen çalışıyoruz. Yüzyıllarca uygarlık nimetlerinden uzak kalmış köyü aydınlatmak çabası içindeyiz.

 

         Hiçbir zorluk bizi yıldırmıyor. Okulun tüm işleri bizi bekliyor. Temizliktir, badana, yakacak temini, daha neler neler. Akademik bağlamda hiçbir eksiğimiz yok. Sınıfların tertip düzenine aşırı dikkat sarf ediyoruz. Ulusal bayramları tüm olumsuzluklara karşın en başarılı bir biçimde kutluyoruz.

 

         Hala anımsarım bir 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama arifesindeyiz. Şarkılar, şiirler, skeçler hazırladık. Ayrıca bir piyes gösterisi de sunalım diye kolları sıvadım. Köyde ilk kez piyes oynanacak. Ortaya ses getirecek bir eser koymalı. Hoş bir piyes nasıl bulmalı derken en iyisi piyesi kendim yazmaya karar verdim. Hayli zaman harcadım. Ortaya güzel bir eser çıktı.

 

         Provalar yapıyoruz. Çalıştığım bölgede yurttaşları iki kategoriye ayırmak olası. Bir grup namazında niyazında insanlar. Uzun kış günlerinde daha çok zamanlarını evlerinde çocuklarıyla geçiriyorlar. Diğer grup haftanın yedi gününde komşu köydeki kahvelerde zaman öldürüyor. Kahvehanelere giden yurttaşların işi gücü akşama kadar, bazen de sabahlara kadar kumar oynamak. Ütmek, ütülmek!

 

         Kumar derken öyle hafif algılanmasın. Bin lira maaş aldığımız yıllarda bir gecede yüz, yüz elli bin lira kaybedenlerin olduğunu da duyuyorduk. Kahvehaneler sabahlara kadar açık ve faaliyette. Piyesimin bir sahnesinde bu kahvehanelerdeki kumar oynanmasını canlandırdım.

 

         Bir tarafta zar atanlar. Bir tarafta kılıç çekenler. Dük dük diye adlandırdıkları poker oynayanlar. Nihayet pişti oynayanları piyesimin bir sahnesinde boy gösteriyorlar. Kahvelerin olduğu birim aynı zamanda nahiye merkezi, nahiyede bir de karakol var. Bazı geceler karakol komutanı yanına iki asker alıp kahvehaneleri basıyor. Paralı oyunların oynanmasını sözüm ona engellemeye çalışıyor. İşte bu sahne için komşulardan iki adet kırma tüfek edindik.

 

         Karakoldan da ödünç asker elbisesi aldık. Yapılı iki öğrencimiz jandarma kıyafeti ve tüfekleriyle karakolu basıyorlar. Provalar esnasında ara ara boş tüfeklerle şakalar yapıyoruz.

 

         Bazı günlerde arkadaşımla bu tüfeklerle tavşan avına çıkıyorduk. Gerçi av serüvenimiz hiç başarılı geçmedi. Sürekli eli boş döndük okula. Bayram yaklaşıyor provalarımızı sıklaştırdık. Bir gün ders bitimi tavşan avına çıkmaya karar verdik. Okuldan biraz uzaklaştık. Elimizde bir adet tüfek var. Arkadaşım:

 

“Mermileri almamışım, geri dönüp mermileri alayım.” Diyerek geri döndü. Az sonra da yanıma geldi. Öğrencilerimiz de sağımızda solumuzda evlerine gidiyorlar. Hiç yapmayacağım bir densizlik. Tüfek elimde. Dört beş metre önümde giden bir öğrenciye nişan aldım. Tetiği çekeceğim.

 

         “Oğlum, niçin önden koşuyorsun? Sana nişan alayım mı?” dedim. O anda, annemin bir sözünü anımsadım. Annem “tüfekle oyun olmaz, şeytan doldurur.” Derdi. Bu anlattıklarım bir saniye içinde oluyor! Namluyu yere doğrultup. Tetiği çektim. Yürüdüğümüz çakıllı keçi yolundan çakıllar etrafa saçıldı.

 

         Yüzümde renk diye bir şey kalmadı. Hayatta en korktuğum anlardan birini yaşadım! Nefessiz kaldım bir an! Tüfeğin boş olduğunu zannediyordum. Ben tüfeği öğrenciye doğrulturken arkamda yürüyen arkadaşım heyecanlanmış ağzından bir söz çıkmamış.

 

         Büyük, çok büyük bir kaza atlattım. Daha yirmili yaşlarımı yaşıyorum. Gençlik! Başımda kavak yelleri esiyor henüz. Ömrüm kararacaktı. Hapishanelerde ömür çürütmek bir yana diğer taraftan yaşayacağım vicdan azabı. Suçsuz günahsız bir öğrencimin ölmesine neden olacaktım. Günlerce olayın etkisinden kurtulamadım. Gecelerim kâbus oldu, olay rüyalarıma girdi. Neyse ki, gösterimiz çok başarılı geçti. Komşu köyün öğretmeni, arkadaşımız aynı piyesi kendi köyünde oynatmak adına benden istedi.

 

         Silahla ilgili anlatacağım ikinci olayda hiçbir dahlim yoktu. Okulun yakınlarında komşumuz öksüz ve yetim iki kardeş vardı. Anne ve babalarını kaybetmişler. Evli ablaları vardı kendileriyle az da olsa ilgilenen. Köy hali, herkes kendi işinde gücünde. Onlardan da iki kardeşlerine fazla yardım olmuyordu. Kardeşlerden kız henüz on dört on beş yaşlarında, erkekse kendisinden bir iki yaş büyüktü.

 

         Komşu kızı zaman zaman bize gelir eşimle sohbet ederdi. Şehre gidip dönmem mümkün olmadığı gecelerde komşu kızımız eşimle birlikte bizde kalırdı. İki kardeş, müşfik, temiz kalpli gençlerdi. Ağabey yakınımızdaki nahiyede açılan ortaokula başlamıştı.

 

 Biz her yaz tatilinde baba vatanı köyümüze gider, okulların açıldığı zaman tekrar öğretmenlik yaptığım köye dönerdik. Yeni bir eğitim-öğretim yılı başlarken memleketten döndük. Okullar açıldı. Öksüz ve yetim komşumuz yeni yetme kıza köyümüzün aşağı mahallesinde oturan sürekli kumar masalarında zaman geçiren bir köylümüz musallat olmuş.

 

Hafta sonları komşu köylerde çalışan öğretmenler nahiyede buluşurduk. Bazen voleybol oynar, çoğu kere de kendi aramızda kahvehanelerde kâğıt oyunları oynardık. Komşumuzun kızını rahatsız eden vatandaşı kahvehanelerde görürdüm. Büyük kumar oynar. Genellikle oyunlardan kazançlı çıktığını duyardık.

 

Kasım ayı sonları. Havalar oldukça soğudu. Sabahleyin yerler kırağı tutuyor. İlçeye gideceğim. Köyün yolu yok. İlçeye giden vasıtalara binmek için bir saate yakın yol yürümek gerekiyor. Ve de vasıtalar sabahın köründe hareket ediyor. Sabahleyin erkenden kalktım. Arabaları kaçırmama telaşıyla hızlı hızlı yürüyorum. Bazen koşuyorum. Yol daracık bir keçi yolu. Yerler kırağı tutmuş. Koşarken birden ayaklarım yerden kesildi. Yere paralel olarak iki seksen sırt üstü düşüverdim. Tüm iç organlarım adeta yerinden oynadı.

 

Askerlikte, süvari sınıfında, sürücü asker attan düşünce, attan düştüm denmezmiş. İndim bindim denirmiş. Düşme eylemini hafifletmek babından. Ben de düştüm ve kalktım. Yoluma devam ettim. Ne de olsa her çeşit spor yapmışım amatörce. Öyle bir düşmek hele de yirmili yaşlarda fazla önemli değil. Yeter ki, kırık çıkık olmasın. Neyse vasıtaya kavuştum.

 

Vasıtamız dağ köylerinden gelen tarihi bir otobüs. O arada komşu kızı gördüm. Kızın bir ablası Samsun’a evli. Bir ablası da çalıştığım köye evli. Köydeki enişte kızı kendisine musallat olan delikanlıdan kurtarmak için Samsun’daki ablasına götürüyor. Onlarda benim bineceğim otobüse bindiler.

 

Otobüs kalkmak üzere. Az sonra da kıza musallat olan kişi geldi otobüsün yanına. Bana:

 

“Hocam, kızı nereye götürüyorlar?” diye sordu. Oralı olmadım. Bilmiyorum diye cevap verdim. Yavaş yavaş otobüs hareket etti. En arka sırada yer bulup oturdum. Kızda aynı sırada benden iki kişi ötede oturdu. Enişte biraz ileride ortada ayakta duranlarla birlikte dikiliyor. Kızı bırakmak istemeyen belalı köylümüz de hemen önümde ayakta seyahat ediyor.

 

Otobüs büyük şehirlerdeki belediye otobüsleri gibi dolu. Hareketimiz fazla sürmedi. Kızı bırakmak istemeyen vatandaş enişteye saldırdı. Yumruk yumruğa bir kavga başladı. Araya başka yolcular girdi. Saldırganı öne, şoförün yanına aldılar. Tekrar hareket ettik. Derin bir vadide kıvrıla kıvrıla uzanan yolda yolculuğumuz devam ediyor. Aniden saldırgan tabancasına sarıldı. Otobüsü durdurdu. Ön kapıyı yıldırım hızıyla zıplayarak gelip otobüsün arka kapısını açtı.

 

Tabancayı bizlere çevirdi. Silahın yüzü soğuktur denir. İşte biz o soğukluğu vücudumuzun en uç hücrelerinde hissettik. Delikli demire kaydı bir an gözlerim. Gerçekten korkunçtu. Asi delikanlı son kozunu oynuyordu. Çünkü az ileride yolun kenarında bir karakol vardı. Elinde on dörtlü diye adlandırılan silahla bağırıyordu:

 

“İn aşağıya ulan! Seni vuracağım!” Bu sözleri enişte için sarf ediyordu. Lakin namluyu bizlere çevirmişti. Eniştenin yapacağı bir şey yoktu. Elleriyle başını tutmuş, kafasını omuzlarının arasında saklamaya çalışıyordu. Herkes bir anda dondu. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Yapacağımız hiçbir şey yoktu! Gözü dönmüş, eli silahlı bir katil adayı karşımızdaydı.

 

Biraz sonra otobüsümüz yavaş yavaş hareket etti. Bizi rahatsız eden kumarbaz oracıkta kaldı. Hemen yakınımızda bir sırt vardı. Sırtı dönünceye kadar kafamızı döndürüp geriye bakamadık. Sırtı dönünce herkes rahat bir nefes aldı. Can tehlikesini atlatmıştık.

 

Yirmili yaşlarımda silahlarla ilgili böylesi trajik olaylar yaşadım. Çalıştığım köyde herkesin bir silahı vardı. Düğünlerde tek eğlence silahtı. Hocalar ‘günah diye’ çalgı çalma, horon tepme gibi eğlenceleri yasaklamışlardı. Bir ara ben de bir tabanca almayı düşündüm. Silahlarla ilgili olumsuz yaşanmışlıklarımın sonunda aldığım dersler gerekse yaşadığım yıllar içinde edindiğim özgün fikirler nedeniyle dünyama silahları hiç sokmadım.

 

( Delikli Demire Bakarken başlıklı yazı sahara tarafından 29.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.