1999  Yılıydı.  Aylardan Ekim  ya  da Kasım  ayındaydık.  Okul  Müdür  yardımcısı  ve  aynı  zamanda  Apartman  komşum  ve  görev  yaptığım  okulun  müdür  yardımcısı olan  Cemil  Bey,  doğrudan  doğruya kendisi  ders  işlediğim  sınıfa  geldi  ve  telaş  içinde  ''  Hocam  koş  sizin  evde  yangın  çıkmış  galiba.  Evinizden  dumanlar  çıkıyormuş  ama  kapıyı  o  kadar  çalmışlar  açan  olmamış''  Deyince  beynimden  vurulmuşa  döndüm.  

Ev  okula  pek  uzak  değildi  ama  benim  koşmam  mümkün  olmadığı  gibi  o  gün  sanki  tüm  öğretmen  arkadaşlar  adeta  sözleşmişler  gibi  bir  tanesi  bile  okula  arabasıyla  gelmemişti.  Allahtan  büyük  oğlum  da  aynı  okulda öğrenciydi.  Hemen  durumu  ona  anlattım  ve  ''Oğlum  eve  koş''  dedim.

Büyük  oğlum Cihangir'e  evin  anahtarını  verip  onu  yolladıktan  sonra  ben  de  yürüye  yürüye  evin  yolunu  tuttum.

Apartmana  yaklaştığımda  bizim  daireden  hâla  dışarıya  duman  çıkmaktaydı.  Benimse  adeta  kalbim  duracaktı.  Belli  ki  eşim  evde  değildi.  Yoksa  mutlaka  kapıyı  bir  açan  olurdu. Kızım  Tuba  6  yaşında  filandı  ve  annesi,  bir  yere  gittiği  takdirde  mutlaka onu  da  yanında  götürürdü  ama  Yunus?  henüz  yedi  yaşında  olan  Yunus  zihinsel  ve  bedensel  engelli olduğu  için  diğer  çocuklarımın  yardımı  olmadan  ve  gerek  görmedikçe  onu  pek  evden  dışarı  çıkarmazdık.   Yunus  Mutlaka  evde  olmalıydı?  Acaba  ona  bir  şey  olmuş  muydu?

İkinci  kattaki  dairemize  çıkmadan  daha  apartmanın  kapısında  komşular  ''  Nerede  kaldınız  Sami  Bey.  Eviniz  yanıyor''  Fırçaları  atmaya  başlamışlardı  bile  ama  benim  gözüm  evde  ve  yanan  eşyalarda  değildi.  Yunus'a  ne  olmuştu?

Dairemizin  kapısından  içeri  girdiğim  anda  oğlum  Cihangir'i  simsiyah  bir  vaziyette  gördüm.  İsten  ve  dumandan  simsiyah  olduğu  gibi  hali  berbattı. 

Heyecanla  sordum:  ''  Oğlum  Yunus  Nerede?''  

Evin  içinde  Yunus'a  rastlamamıştım.  Oysa  annesi  onu  sırtlayıp  da  misafirliğe  filan  gitmezdi.

Cihangir daha  cevap  vermeden  karşı  komşum  ve   Sandıklı  İlçesinde  herkesin  Hacı  Amca  dediği  İbrahim  Abi  kapıya  çıktı.  ''  merak  etme  Hoca  Yunus  bizde''  dedi?  

Kendi  kendime  ''  Hımm  hanım  galiba  karşı  komşuya  gitti,  Yunus'u  ve  Tuba'yı  da yanında  götürdü''  Diye  düşündüm.  Zaten  sık  sık  giderlerdi  Hacı  Abi  gile.

Merakla  sordum:'' Tuba  ve  hanım  da  sizde  mi?''

Hacı  abi  ''  Yok.  Onlar  nerede  bilmiyorum''  Deyince  şaşkınlığım  ve  telaşım  daha  da  arttı.  Hemen  Hacı  abi'nin  evine  girdim.  Yunus,  kafası  sırılsıklam  ıslanmış  bir  vaziyette  bir  divanda  yatıyordu  ama  canlı  mı  cansız  mı  olduğu  pek  belli  değildi.  O  da  simsiyah  vaziyetteydi.  

Başucunda  Hacı  Abinin  eşi  Suna  Yenge,  elinde  bir  naylon  leğenle  beklemekteydi.  

Yunusun  nabzına,  nefesine  baktım.  Hayattaydı  ama  durumu  hiç iyi  değildi. Nitekim  az  sonra  da  Suna  Yenge'nin  niçin  elinde  bir   küçük naylon  leğenle  beklediğini  anladım.  Yunus  sık  sık  kusuyordu. Kustuğu  ise  simsiyah  bir  suydu.  

Az  sonra  Oğlum  Cihangir  de  yanımıza  geldi.  

Yedi  yaşında  bir  çocuk  olmasına  rağmen  bir  yerlere  tutuna  tutuna  yürümeyi  daha  yeni  öğrenmiş  olan  Yunus,  annesinin  evde  olmadığı   o  anda  ayağa  kalkmak  için  sandalyeye  tutunmuş.  Sandalye  de  kaymış  ve  gidip  uyur  vaziyette  bırakılsa  da  sobaya  dayanmış.  Yavaş  yavaş  yanmaya  başlayan  sandalyeden  çıkan  ateş  perdeleri  ve  naylon  kornişi  tutuşturmuş.  Ev  duman  dolunca  da  Yunus  bir  içgüdü ile  kendisini  divanın  altına  atmış.

Cihangir  eve  geldiğinde  uzun  bir  süre  Yunus'u  aramış ve  o  dumanın  içinde  zorlukla  divanın  altında olduğunu  görüp  onu  oradan  çıkarmış.  Bu  arada  hacı  Abi  de  gelmiş  ve  Yunus'u  canlandırmak  için  kafasını  suyun  altında  tutmuşlar  bir  müddet.  Daha  sonra  Cihangir  tutuşan  her  ne  varsa  balkona  çıkarıp  üzerine  su  dökerek  söndürmüş  ve  işin  garip  tarafı  hiç  kimsenin  aklına  itfaiyeyi ve ambulansı  çağırmak  gelmemiş  (  Buna  ben  de  dahilim  maalesef ) 

Tüm  bu  olaylar  yaşanırken  '' Yarım  saatliğine  ''  Diye  evden  ayrılıp  apartman  dışında  bir  komşuya  giden  eşim  eve  gelip  de  olayı  öğrenince  deliye  döndü  adeta.  Yunusa  bir  şey  olmadığını,  hayatta  olduğunu  gördüğü  halde  ikna  olmadı  ve  ''  hemen  hastaneye  götürelim''  dedi.  

Yunus'u  bir  arabaya  atıp  yine  üç  beş  adım  ötemizde  olan  hastaneye  getirdik. Hastaneye  girip  acil  serviste  durumu  anlatır  anlatmaz  da hastane  polisi  olaya  el  koydu.  Benim,  eşimin,  Cihangir'in  ifadeleri  alındı.

Yunus  o  geceyi  hastanede  serum  yiyerek  geçirdi.  Yoğun  bir duman  zehirlenmesi  yaşamıştı.

Bir  kaç  gün  sonra  yine  dersteyken  doğrudan  doğruya  bir  polis  arabası  geldi  okula.  Polisler  ders  yaptığım  sınıfa  gelip  öğrencilerin  şaşkın  bakışları  arasında  beni  alıp  savcılığa  götürdüler.  Bir  kez  de  savcılıkta  ifade  verdim.  İfadem  bittikten  sonra  savcının  sorusu  oldukça  ilginçti  '' Özürlü  çocuğunuzu  evde  yalnız  bırakıp giden  eşinizden  davacı  mısınız?''

Şaşırmıştım.  Böyle  bir  şey  beklemiyordum.  Evet  eşim  oldukça  hatalı  davranmıştı  ama  ortada  bir kasıt  olma  ihtimali  bana  göre  yüzde  sıfırdı.  Öte  taraftan  neticede  o  da  bir  insandı.  Bütün  ömrünün  her  saniyesini  - kendi  evladı  da  olsa-  özürlü  bir  çocuğa  harcayamazdı  ki?  neticede  onun  da  hiç olmazsa  yarım  saat  bir  komşuda  bir  fincan  kahve  içme  hakkı  yok  muydu?

Öte  taraftan   diyelim  ki  eşimden  davacı  oldum.  Diyelim  ki  o  da  suçlu  bulundu  ve  bir  kaç  ay  hapis  cezası  aldı.  Peki  Yunus'a ve  diğer  üç  çocuğa  kim  bakacaktı  bu  süre  içinde?

'' Hayır  sayın  savcım.  Eşimden  davacı  değilim''  Dedim.  

Sonrasında  başka  da  hiç  bir  şey  olmadı.  Bu  gün  Yunus  25  yaşında  ve  hâla  annesi  onun  altını  bezliyor,  hâla  annesi  ona  yemek  yediriyor ve  hâla  annesi  onun  etek  tıraşını  yapıp  banyo  ettiriyor.

Şimdi  bu  anı  durduk  yerde  nereden  aklıma  geldi?

Benzer  bir  olay  2014  Yılında  İstanbul'un  Kartal ilçesinde  yaşanmış.  Benzer  demekle  birlikte  sadece  olayın  baş  kahramanlarının  zihinsel  ve  bedensel  engelli  olmaları  benziyor.  Yoksa olaylar  çok  farklı.

2014  Yılında  Kartal  sahilinde  on altı  yaşında  bir  çocuğun  cesedi  bulunuyor  denizde.  Tabii  ki  olay  yerine  polis  çağrılıyor.  Çocuğun  kimliği  tespit  edilinceye  kadarki  merhalede  polis  çevredeki  güvenlik  kameralarını  inceliyor  ve  şöyle  bir durumla  karşılaşıyor:

Bir  anne  ve  bedensel-zihinsel  evladı( Çocuk  aynen  benim  Yunus  gibi  aynı  zamanda  sara  hastasıymış ) ,  birlikte  sahilde  dolaşıyorlar.  Çocuk  sahilde  iyice  denize  sokuluyor.  Anne  ''  Nereye  gidiyorsun,  dur''  Filan  demiyor.  Daha  sonra  çocuk  denize  düşüyor.  Anne  bir  süre  baktıktan  sonra  gerisin  geri  dönüyor,  bir  belediye  otobüsüne  biniyor  ve  olay  yerinden  uzaklaşıyor.

Daha  sonra  anne, polis tarafından  tespit  ediliyor. Sonrasında  ise  savcılık  soruşturması  ve  mahkeme    süreci  başlıyor.

İşte  bu  süreç  yakın  zamanda  tamamlanıyor.  Mahkemenin  verdiği  karar: , Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan öz evladını öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis...

Kadın  karara  itiraz  ediyor.  İtiraz  etmesine  ediyor  ama  itiraz  ederken  söyledikleri belki  de  onun  bu  kadar ağır  bir  cezaya  çarptırılmasının  ana sebebi.  

Şöyle  diyor: 

''Oğlum balıklara bakarken denize düştü. Ne yapacağımı bilemedim, şoka girdim. Etrafta kimse olmadığı için yardım istemedim. Biraz ilerideki çay bahçesine gidip beş dakika bekledikten sonra tekrar geri döndüm ama çocuğu göremedim. Daha sonra otobüse binip eve döndüm. Polisten korktuğum için haber vermedim. Evdeki iki çocuğuma da, İbrahim’i yuvaya bıraktığımı söyledim.''

Daha  sonra da '' Çocuğu ben öldürmedim. Bir anne evladını öldürür mü? Kazaydı, benim suçum yoktur. Suçsuz yere yatıyorum. 19 yaşındaki kızım okula gitmiyor. Ben de anneyim, ciğerim yanıyor. Eşim vefat etmişti. 2 kızım 1 oğlum var. Kazaydı, Allah'tan geldi. Suçsuzum beraatımı talep ederim" Diyorsa da mahkeme  ikna  olmuyor.  Sadece  kadının  mahkemedeki  iyi  hali  nazar-ı  dikkate  alınarak  ağırlaştırılmış  müebbet  hapis  cezası  müebbet  hapis  cezasına  çevriliyor  o  kadar.  

İşte  bu  haberi  okuduktan  sonra  kendi  kendime ''  Ya  Yunus  da ölseydi?  O  zaman  annesi  bu  kadar  ucuz  kurtulabilir  miydi  acaba?''  Diye  sormadan  edemedim.  

Bence  kesinlikle  kurtulamazdı.   Hiç  kimselere  anlatamazdı  oğlunu  kendisinin  öldürmediğini.  Oysa  demin  de  belirttiğim  gibi  Yunus  şimdi  25  yaşında  ve  ona  bakan  hâla  annesi...  

Haa  bizim  olayımız  ile  Kartal'da  yaşanan  olay  oldukça  farklı  görünüyor  ama  öte  taraftan  da  insan  ''  Herşey  göründüğü  gibi  olmayabilir''  demekten  kurtaramıyor  kendisini.  Düşünsenize  bir  ev  yanıyor,  o  evde  zihinsel  ve  bedensel  engelli  bir  çocuk  var  ama  o çocuğun  babası  olan  ben  dahil  hiç  kimsenin  aklına  itfaiye  ve  ambulans  çağırmak  gelmiyor.  Şaşkınlık,  panik,  endişe insanı  darmadağın  edebiliyor.

Öyle  ki  aynı ilçede   aynı  okulda  görev  yaptığımız  bir  öğretmen  arkadaşımın  bir  yaşındaki çocuğu  yüksek  ateşle havale  geçiriyor.  Arkadaşın  eşi  hemşire.  Yani  bu  durumlardaki  çocukların  hemen  ilk  olarak ılık  bir  banyoya  sokularak  ilk  etapta  ateşinin  düşürülmesi,  ve  hiç  bekletmeden  hastaneye  götürülmesi  gerektiğini  herkesten  çok  daha  iyi  biliyor.  Ama  ne  yapıyor  dersiniz?  Panik  içinde  ağlamaya  başlıyor  ve  resmen  kilitleniyor  kadıncağız.Hatta  kendisi  kriz  geçiriyor.  Eğer  arkadaşım  evde  olmasa,  çocuğu  kaptığı  gibi  banyoya  sokup   suyun  altına  tutmasa  çocuk  belki  de  ölecek. 

Velhasılıkelam  Allah  kimsenin  başına  vermesin.  O  an,  o  saatte  insanın  ne  yapacağı,  nasıl  davranacağı  hiç  belli  olmuyor.  

RESİMLER:

SOLDAKİ:  Annesi,  oğlum  Yunus'a  yemek  yediriyor.
SAĞDAKİ:  Kartal  sahilinde  denize  düşerek  boğulan  İbrahim. 

( Ya Yunus Da Ölseydi? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 8.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.