1993 yılında, devlet eliyle bir proje kapsamında peygamberler şehir Şanlıurfa’ya gelmiştim. Gördüğüm ilk izlenim, Bir Osmanlı kasabası şeklindeydi. Modern binaların çokça olmadığı, çadırdan yapılmış çarşıları, Arap giyinimli halkı çok hoş gelmişti gözüme. Hele Balıklı Göl etrafındaki işportacıların acılı türkülerini durup durup dinlemiştim. Eyüp Peygamberin kabri ve çile çektiği mağarasının olduğu yer bakirdi. Oradaki çeşmeden su içmiştim doya doya. Safi inancımla şifa olur dedim içten içe işte. şehir merkezine neredeyse 60 km uzaklıkta olduğu söylenen Atatürk barajına gitmiştik. Orada ilk defa çiğ köfte ile tanışmıştım. Bize dediler ki, “Midenizde bir rahatsızlık varsa, bu acıyı yediğiniz çiğ köfte ortaya çıkaracaktır, eğer midenizde bir sorun olduğunu biliyorsanız sakın yemeyin!” diyede ihtar edilmiştik. Biraz korkarak da olsa, yeme cesareti gösterdim ve çok güzel bir tat almıştım, her ne kadar acılı yemek yemeyi sevmesem de. Yemekten sonra baraj gövdesinden arabayla, neredeyse 10 dakikalık bir yolculuktan sonra, baraj gövdesinin en tepesine varmıştık. Oradan biriken suyu gördüğümde, oldukça şaşırmış ve büyülenmiştim. Bu suni su birikintisi gözüme deniz gibi çok doğal görünmüştü. Baraja gelirken bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru, baraj yapıldıktan sonra şehrin iklimin çok değiştiği olarak yorumlanmıştı. Barajın, her ne kadar elektrik ve sulamaya yönelik faydaları olsa da,  içinde su sporlarının yapıldığı ve çevre insanına bir eğlence olduğu da vurgulanmıştı.


Yıllar geçti, bir TV kanalında “Gurbet Kadını” isimli bir dizi oynamaya başlamıştı. Dizideki oyuncularıyla iddialıydı. Bu şehri çok sevdiğim için diziyi zevkle seyretmiş, sıra odalarının, yaşam kültürünün ve kanun tanımayan namus gelenekleri-kan davalarını ilgiyle izlemiştim. Sanırım bu dizi, Şanlıurfa'nın kimliğini oldukça değiştirmişti. Turizmi hareketlendirmişti. 


Geçen sene, 2016 yılında, uçakla Şanlıurfa’ya yeniden gitmek nasip oldu. Bu sefer terör nedeniyle biraz çekinerek gitmiştim. Bizi havaalanından alan arkadaş, yol üzerinde gördüğü, şehrin görüntüsü hakkında bir çok güzel bilgiyi bize aktarıyordu. Bir site önünden geçerken, akıllı binaların olduğunu sonradan öğrendiğim bu yerin, değerinin bir milyon civarında olduğunu söyleyince oldukça şaşırmıştım. Suriye savaşından dolayı, bu şehirden gelen zengin Araplar, şehrinde havasını değiştirmişler. Havaalanından şehir merkezine doğru gelirken, sanki Ankara'nın en lüks semtinden geçer gibi bir hazzı yaşamıştım. Yüksek ve modern binalar dolmuştu yol kenarlarına. Bizi burada gezdiren arkadaş, ayrıca kira ücretlerini çok yükseldiğinden de bahsetmişti. Elbette Suriyeli zengin Arapların seçimi buna büyük bir sebep teşkil ediyordu. Son bulunduğu konum itibarıyla, Neredeyse iki milyona yakın nüfusuyla, hareketli ve araba trafiği yoğun bir şehir haline gelmişti.


Balıklı Göl etrafında bir otelde kalmıştım. Sabah namazını buradaki camide kılmak istemiştim. Camiye geldiğimde cami cemaati çoktan yerini almış ve bambaşka bir zikir yapılırken bu zikrin havası büyüleyici bir rahatlık katıyordu kalbime. Namazı kıldıktan sonra, gelenek haline gelmiş zikir odasını ziyaret ettim. Osmanlı’dan beri devam ediyormuş ve çok güzeldi ortam. Balıklı göl içinde İbrahim a.s ın doğduğu mağarayı ziyaret ettim. içi su dolu ve camla korunmuştu. Aslına uygun korunması çok güzeldi. Burayı ziyaret ettikten sonra balıklı göl etrafında birbirine bağlanmış bir kaç havuzun olduğunu gördüm. Sanki daha önceki geldiğimde hatırımda kalan,  bir havuz var gibiydi . Ana havuzun etrafında kafe türü yerler yapılmış ve çok güzeldi görüntü. Balıklı Göl'ün çevresi çok büyük bir alanı içindeydi. Kısa bir yürüyüşte olsa neredeyse gezintim iki saati bulmuştu.  Uykusuz kalmıştım ama değmişti. 


Sabahları ciğer kebap yemek çok meşhurdu. Sabah yemeğini lokantada yemek bir alışkanlıktı sanki. Çiğ köfte yapmak için kullandıkları ve ismine İsot dedikleri biber, her  evin içinde olmazsa olmazlardandı.  Balıklı Göl çevresinde, artık işportacıların yanık türküleri yoktu. Bu çevrede genelde gecekondu evler hakimdi. Her yer neredeyse ev olmuştu diyebilirim. Bu gittiğimde Eyüp Peygamberin çile çektiği, Kuranda bahsedildiği mağarası ve kabrini ziyaret edemedim. Buna ne yazık ki, zaman yetmedi. 


Şanlıurfa'nın görüntüsü, doğunun Paris'ini hissettiriyordu… Terörün en az uğradığı, bir doğu şehriydi. Akdeniz'in sıcak iklimi hakim ve hala Arap giyiminin tercih edildiği görüntülerin olduğu insan görselleri harika ve gizemli görünüyordu. Kendimi saki film setinde gibi hissetmiştim. Burayı ziyaret edenler, Mardin'i de ziyaret ediyorlar. Şanlıurfa, turizm ve Suriyeli misafirleri ile çok kalabalık ve farklı insan görselleri zengin bir şehir artık.  Uçakla ulaşım mümkün ve buraya ziyareti oldukça cazip kılıyor. Sizinde ziyaret etmek isteyeceğiniz güzel bir şehir. Mutlaka gelmenizi tavsiye ederim.


Saffet Kuramaz   

( Şanlıurfa Gezisinden İzlenimlerim başlıklı yazı safdeha tarafından 9.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.