Ön ittifaklar, İlahi yapılardı. İlahi yapılar erken dönemin sonuna geldiklerinde El mana düşünmesini taşıyan benci tartışmaların duygu ve hayalleriyle fıkır fıkır kaynıyordu. Kaynayan düşünce som insan bencilliğine hitap eden düşünceydi. Hayata bakınca hayat bencillik üzerineydi ama özellikle de bencil olmak için doğmuş gibiydiler. 

Hayata baktığımızda, korunması için öküze boynuz, file hortum, aslana pençeyle yırtıcı diş, ceylana çevik bacak; bakteri ve mikroplara organizma bedenine eklemlenme; virüse başka DNA’lar üzerinde kendi formunu inşa ettirme vs. türü yetenekleri verilmiş gibi olmakla da bunların ara boşluklarını dolduran akbaba, çakal, sırtlan türü çürükçüllere; atıkla beslenme yaptıran zincirleri de görürüz.

Organizmalar bu tür farklı korunma yöntemlerini, olası kılınabildikleri kadarıyla koloni, sürü gibi sosyal oluşun durumları içinde de oluşurlar. İnşa sosyal oluşla kalmaz. Arılar gibi karıncalar gibi maymun gibi Afrika kargasında olduğu gibi alet kullanıcı ve iş bölüşümü içinde olmalarıyla; kimi süreç ilişkileri işini insan gibi olamamakla birlikte, kendi süreçlerini üreten ilişkilere kadar götürebilmektedirler.

Bu açıdan baktığımızda canlıların korunmaları ve hayatlarını sürdürmeleri için her bir yaşam; her bir farklı donanım sahipliğidir. Yaşam, hayatları; sosyal ilişki ve olası üreten ilişkileri üzerinde tekrar aynı ortak noktada buluşturmasıyla hayat; sosyal oluş ve üreten ilişki üzerinde organizmalarda ikinci bir ortak özellik olmuş gibidir.

Yaşam taşıyan organizmalarla bizim birinci ortak özelliğimiz bencillikti. Hayvanlarla bencillik üzerinde temas kurabildiğimizi unutmayalım. Bir köpeği, açlık bencilliği üzerinde bize karşı duygulu yaparız. Bir aslanı, bir koyunu; benzer kaygı ve heyecanları güden bencillik duyguları üzerindeki yaklaşımlarımızla uysal ve temas edilir yaparız.

İnsan bin bir zorlukla doğada sağlamasını yapan bencilliği üzerinde, önce sosyal yapıları; sonra da üreten ilişkili, ön ittifaklı toplumsal yapılarını inşa etmiştir. Şimdi üreten ilişkili toplum sal yapıları üzerinde yeniden benci düzlemli sahipliklerin peşindeydi. İşte bu bencillik; hayatın bize verdiği ve diğer canlılarla da ortak karakterli olan som bencillik değildi.

Bu bencillikte elbet som bencilliğe dönüktü. Ama sosyo toplumsa yapı üzerinde öğrenmiş bir bencillikti. Öğrenmesi kendi dışında; kendi varlığından ve kendi bilincinden bağımsız olmakla, zorunlu ve ilişkin yasaları ancak sosyo-toplumsa güç üzerinde sağlanan öğrenme yeteneğiyle tekil bir bencillik oluyordu. İnsanın sosyo toplumsa ilişkileri olmadığı zaman; insan hayatın, kendisini korunma yaptığı ilk bencil oluş düzeyinin üzerinde koruma yapıyordu.

İşte bunları görmediğimiz zaman yapacağımız durum değerlendirmeleri bizi yanıltır. Üreten ilişkili ittifakı yapı, kişi insan öğrenmesi içine yetenekler ivmesi katmıştı. Hani bu öğrenme kişiye bir koyunu besleyip bakar olmakla; tek başına tohum eker biçer konum içinde olmanın grup tavırlı uğraşları grup eliyle gruplar tekil insanına da kuplaj etmişti (aktarma, yansıma, geçişen etki etmişti).

Hani nerdeyse bir kişi bu donanımıyla (mücehhez oluşuyla) mağaraya çekilip Robinson Cruseo gibi kendi başının çaresine bakabilecek bir yetenekti. Sosyo toplum üzerinde böylesi donanım kazanan tekil insan, geldiği gelişmişlik düzeyi içinde bu tarz donanımlarının etkileri içinde; bu tarz som bencil sahiplik düşüncelerini beyninde geçiriyordu. Bu hal bir belirip bir kaybolan anlamlarıyla kişisi fantezi düşünceler, insan beyninin ışık çakımlarıydı.

Ön ittifakı niceleyen süreçler insanı bencilliğe kaptırdı. İnsandaki bencilliği körükledi. Kişide bencil oluşa iştahı açtı. Ve insanı iştahlı tutan gelişmeleri ortaya koydu. Gelişen süreç olanakları bu tarz düşünceleri, insanın eline vermişti. Herkes değilse de süreç içinde kendisini derin düşünmelere kaptıran Claude Bernard’ları, Saint Simon’ları vardı. Bu tarz durum süreç gidişini, insanların ilk başta oldukları temel düzlemle olunan en başa sarıyor gibiyse de, durum; hiç te öyle değildi.

Çünkü başta som bencilliğin yanında, insanın üreten meslek bilir olduğu durumu olan özelliği yoktu. Yani şimdiki bencil oluşa yönelen bencillik; hiç te yalın bencillik gibi davranamayacaktı. Oysa bu som bencilliğe yönelişte insan, bencilce davranır olduğu kadar da; meslek bilir ilişkilerini de hesaba katmak zorundaydı. Yalın bencillik içinde olmayan da sosyo toplum ve sosyo toplumsa öğrenmeydi.

Yönelime bencillik, mesleğin gerektirdiği bağıntı ilişkileriyle davranan bir bencillikti. İlk bencilliğe göre ikinci bencil oluştaki köprünün altında sosyo toplum olmak gibi birçok durumlarıyla, birçok su akmıştı. Hedef alınan bencilik artık o som bencillik olamayacak kadar “bilen bir bendi”.

Yeni ben düzeyi sosyal ilişkilerle; meslek ilişkili toplumsa bağıntılar yaşamış bir bilinç ve bilen özne olan bendi. İstese de som duruma dönmeyecek kadar meslekleri bilme nedeniyle, meslekler ilişkisi üzerinde kendisini kendisine frenleten bir bencillikti.

Meslekler üzerindeki donanımla kişisi mal mülk sahibi olmanın, kişisel hırs ve kişisel tamahını öne çıkaran El’di. El benci durumdu. Ne getirip, ne götüreceğini hesaplayamıyorlardı. Rüzgâra kapılmak şimdiden heyecan vericiydi. Rüzgârın etkisi her birinde bambaşka bir rüyaydı.

Süreç zamana bağlı böylesi öznel sentez ve parçalanma süreçleri oluşla akıyordu. Sentezi gerektiren süreçler bir süre sonra kazandığı ivmeyle ortamı hayali parçalayan süreçlere dönüyordu. Sentez süreçleri içinde insan, bir kaç mesleki donanım kazanmakla kişi ve kişiler sanki kendi başının çaresine bakarmış gibi olmanın, duygularına ve heveslenme yaptırımlarına kapılıyordular.  Bu tür heveslere kapılma işi genel süreci; kişinin kendisine, sosyo-toplumuna yabancılaşmasına kadar; vardırdı.

Kapıldığı düşüncelerini ilk başlarda kimseyle paylaşmasa da "kendi başının çaresine bakabileceği fikri”, ilahi sentezli ittifakı dağıtacak denliydi. Bu kabilden içlerini kasıp kavuran mal mülk sahibi olma isteği türünden parçalanıcı süreç yansımalarını kişiler, ciddi ciddi kafasında evirip çeviriyordular.

Bu tarz kaynayışsa düşünce içinde olduktan epey sonra ön ittifaklı ortaklık; El, mülkü olmakla birçok parçalı bay erki ya da efendi mülkü monark topraklarına ayrılmıştı. Her bir parça toprak, özel El mülk topraklarıydı. Ve eskiye nazire olarak El mülkü; El toprağı diye söylüyorlardı. El toprağı El sahipliydi.

El sahipli toprağın El paylaşımlı mana anlayışına göre bu sahiplik içinde nasiplen olanla, nasipsiz olanlar yanında bir de nasipten kendisine kısık ve kıt verilenler vardı. Bunu El böyle takdir etmişti nasiple olan efendilerdi. Nasipsiz olanlar da mal mülk sahibine çalışmak zorunda olan kölelerdi. El toprağından yoksun, onlarca malsız mülksüz aciz köleler yine El'in malını, mülkünü oluşuyordu.

Devri sadet (sadet devri-mutluluk çağı) bitmiş; hırs, tamah, kin, gözyaşı, içinde hasedin, fesadın da sürece karıştığı toplumsal tedirginliklerle sarsılan yeniçağlar başlamıştı. İnsanın insana tahakkümü başlamıştı. Tahakküm, adaletli ve adil olmayı söyleyen süreçti. Saltanat ve devletlû olmak başlamıştı.

Devletlû olmak önce El takdirli mal mülkün sahibi olmaktı. Sonra da sahibi olunan maldan mülkten yoksullara muhtaçlara ihsanda bulunmaktı. Bunca nefis karşısında zor işti devletli olmak doğrusu! Devletli olmanın saltanat (sürme) özellikleri sayılıyordu. 1 deniyordu adil ve adaletli olacaksın. 2 İzzet ve ikbal ile devletlû olacaksın. 3 cesur ve güçlü olacaksın. 4 iyi bir çoban gibi tebaayı yönlendireceksin diye türlü türlü vasıflar sayılıp duruyordu.
( Ekici Ve Çoban Gruplar Diretişi 5 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 17.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.