Görsel medyanın gücü şüphesi
tartışılmaz. Bunu bilen her düşünce ve fikir yayıcıları, yaptırdıkları film ve
izlettirdikleri senaryo ile fikirlerini türlü cambazlıklar ile gösterime sunuyor
ve aleni söylendiğinde kavgalara, savaşlara sebep olacak bu akımları izleyene
sempatik olarak sevdiriyor.
1970li yılların rahmetli Kemal
Sunal filmlerinde, kendisine filmin kahramanı olarak Şaban isminin verilmesi
gibi. Şaban ayı, Ramazanın müjdecisi ve rahmet ayıdır. Şaban'ın film içindeki
sakarlıkları güzelce mizah ediliyor ve izleyeni güldürüyor. Ne yazık ki, hala da
izlenmeye devam ediyor. Çünkü Türk sinemasında hala bu mizahın alternatifi yok.
Sonuçta, insanlar çocuklarına bu ismi koymuyorlar artık. Neredeyse, toplum
şuurunda rahmet ayı değerlerini yitirdi… Şaban deyince, inek Şaban geliyor
akla, maalesef! Yine bu filmlerde rahmetli
Kemal Sunal, Saffet ismi ile görülüyor. Saffet, temiz, pak, pırıl pırıl demek. Ama
filmlerde, aptal rolünde, bir türlü iki yakası bir araya gelmeyen kişi
oluveriyor. Bu isim yüzünden üzülerek söylüyorum, etrafımdaki insanlardan
anlamsız birçok espriye ve sataşmaya bizzat maruz kaldım. İnsanlar, eğer
sevmiyorsa veya düşman ise, köpeklerine veriyorlar sevmedikleri isimleri, insanlara değil…
Kaldı ki, toplumsal etkileri ve güzellikleri tartışılmaz değerleri, bu tür
filmlerde izleyici ile karşı karşıya getirmek hoş olmasa gerek.
O yıllarda çevrilen, Cüneyt Arkın
ile ünlenen, Kara Murat gibi filmlerde, lanse edilen yenilmez kahraman kişinin
adı ise, aileler tarafından büyük bir istekle konuldu. Filmlerin etkileri
tartışılmaz. Çocuk, verilmek istene mesajla, hem tarihini seviyor ve hem de o
kişiliğe sahip olacak bir ideoloji içinde büyüyor. Bunun kime ne zararı var ki…
Özellikle şu günlerde gösterimde olan, tarihi canlandıran, Diriliş, Payitaht gibi
dizilerdeki kahramanlar, çocuklar tarafından seviliyor, yaptıkları taklit
ediliyor, kendi aralarında bir oyuna ve piyese dönüşüyor. Bu gibi dizilerin
ise, olumsuz bir yanını nasıl bulur da tartışabiliriz ki… Bunu yapan ve vesile
olanları kutluyorum ve teşekkür ediyorum.
Çocuklar kitap okumayı
sevmiyorlar… Bunun temel nedeni, görsel medya oyuncakların dayanılmaz
cazibesidir. Görsel bir oyunun güzelliği, kendince kuralları içinde iyi bir sonucu elde
etme güdüsü vermesi ve başarı kazanması ile alışkanlık haline getiriyor. Kafasında
düşünüp hayal edeceği kahraman yerine, var olan seçtiği kahraman ile istediğini
gerçekleştiriyor, görsel olarak. Oysa kitaplarda ne resim var, ne de hareket…
Okudukça kendi hayalleri ile şekillenen kişileri, yazarın seçtiği hedeflere
kilitliyor. Bu da, düşünce ekseninde tembelleşen beyin için zor ve sıkıcı
geliyor. Çocukların kahramanlarını kendi üretmesi amaçlanmaktadır kitaplarda,
beyin loblarını açmaya yöneltmektedir, çok da iyi niyetli ve bilimsel bir
gelişimdir bu amaç beyinde ama kendi çocuğum dâhil bütün çocuklarda bu okuma
alışkanlığı maalesef bulunmamaktadır. Çocukların
ellerinde tahtadan kılıçlar, balonlar, uçurtmalar nerdeyse tarih olmak üzere… Çocukların
ellerinde artık, lap top, ipad, cep telefonun gibi görsel medya oyuncakları var.
Bir zamanlar televizyon ve radyo cihazlarının alınmasına karşı çıkan ve bunu
inancın yitirilmesi gibi yorumlayan neslin direnişinin kırılması ve sonucunda onların
çocukları ise bilinç altına yerleştirdikleri isyanlarını, evlilik programları,
survivor gibi kişiye hiçbir şey kazandırmayan izlenimlere teslim edilen bir
sonucun ortaya çıkarması gibi, çocuklara sakın bu oyunları oynamayın diyen
ebeveynlerin çocukları da, Play Station gibi oyunların oynandığı kafelere
teslim ediyorlar. Teknoloji kaçınılmaz
ve çocuklar bunu kullanmalıdır. Ancak, filmlerde ve dizlerde ki toplumu
istediği amaca göre yönlendiren kişiler, bu tür oyuncaklarla da çocukları
içinde hırsızlığın, arsızlığın, bencilliğin, her türlü hile ile kazanılan
başarının amaçlandığı oyunlar ile farkında olmadan bozulan bir neslin doğmasına
sebep oluyorlar.
Gönlüm istiyor ki, medya
oyuncakları ve eğlencelerini hazırlayan kişilerin iyi niyetli olmalarıdır. Bir
yazılımcı olmak, bir iyi yazan senarist olmak gerekiyor ama milli olmak
şartıyla. Bu tür senaryoların kendi geleneklerimizi koruyacak hassasiyetler
içinde biçimlenmesi olmazsa olmaz ve şarttır. Nasıl devlet, hayvancılıkta,
zeytin gibi ürünlerin yetiştirilmesinde çiftçiye teşvik veriyorsa, milli
değerlerimizi ayakta tutacak filmlerin yapılması, oyunların yazılması içinde
teşvik verilmesi, yapılan yarışmalar ve verilen ödüllerle kişileri bu yöne
kanalize edilmesinin gerektiği kanaatindeyim.
Sonuçta açlığa çare bulunur ama
ruhsal açlığın verdiği tahribata asla çare bulunamaz. Bu vesile ile 19 Mayıs Gençlik ve
Spor bayramını tebrik ediyorum. Ruhsal sağlığı korunmuş, kendisine verilen
burslara ve teşviklere doymuş, tarihini bilen, gelenek ve göreneklerini koruyan;
dindar ve sağlıklı bir nesille yakalayacağımız gelecek müreffeh günleri Rabbim
nasip eylesin inşallah.
Saffet Kuramaz