Son belleyip elimizin bir türlü
gitmediği; belki birliğin ve de dirliğin mümkün atının olmadığı.
Zamanın seyrinde yorgun bir gölge
tadındayken hayat, zamkın yapışkanlığında ölümlü iken sevgilerimiz hani, o
rüştünü ispatlamanın getirdiği kaygılar.
Alaylı cümleleri ihbar etme istemi
bir de mektepli olmanın erdemi iken büründüğüm sükût.
Yaş aldıkça artan yasın yasasız
tezahüratı bir de solan gül’ün güncesini tutan ihbar edilesi ismimin güftesinde
bir diken arsızlığında için için kanayıp yine içime akıttığım gözyaşı.
Suret-i kati olmaz deyip de teslim
olunası ne de olsa mubah sayılmayan bir özdeyiş: ‘’Büyük lokma ye büyük
konuşma.’’
Anlamlar ıslık çalıp çalıp
nakaratların defolu yalnızlığının boynuna geçirdiğim madalya. Al işte; şeref
kürsüsünde aklın nidaları bir de pas vermediğim ikilikçi beyanlar. Azdan çoğa
eksilmekse çoktan sıfıra nakşeden bir acı iken, acılara nüfus eden hayat.
Barışık olduğumu sandığım iç dünyamın
akan çatısında soluklanırken, pencere görevi niyetine dokunduğum annemin mavi
gözleri. Umuda dair şarkılar biriktirdiğini bilip de içimin içimi yediği.
Sükûnet müptelası çocuk sevinçlerimin
de yanlı tezahüratı hele ki işkillenmeye görsün insan.
Adı adsızlığın sunumunda bir önyargı
aslında üstelik kırgın çiçeklerin gürültüsüz ölümünde darağacına çıkma istemim.
Ölüm… Bayat bir ön provası belki de
daldığımız uykunu zaman zaman sığlığı genelde derinliğine tabi olup bir mevta
izlenimi uyandıran kapalı gözlerimiz.
Hastane koridorlarından morga uzanan
merdivenler belki de gömmeye kıyamadığımız ölü hayallerimiz.
Sıcak bir sunum iken hayat, siyaha
düşkünlüğü mü yorgun ruhumun üstelik her devre arasında acı denen buruk
kabullenmişliğin, anlatma ihtiyacı duyup da ansızın geri çekildiğim bir dost
meclisi mi özlemini duyduğum?
Biraz mütereddit demek pek de hayra
alamet değil hele ki korkaklığın daniskası iken sarpa saran onca önyargıyı
masumiyetin çağrısıyla aklama ihtiyacı yine hele ki pervasız bir nota iken o
ahenkli melodinin ruhunu çalan…
Korkular hep teyakkuzda. Yalanlar
sunumda aralıksız üstelik. Sevdaya meyyal masal tadında bir ömür iken özlemini
duyduğumuz serpiştirdiğimiz umutlar da gagalandı ya karakarganın istilası ile…
böyle mi olmalıydı, deme hakkım dahi yok iken kolaysa çık işin içinden.
Penceremde onca yorgun kuş üstelik
ıslak ve ürkek belli ki benzeşen yanlarımı tırmalıyor şakıdıkları her saniye.
Suskun olan bir kumruya ilişti mi
gözüm, soruyorum gayri ihtiyari:
‘’Çifte kurma lakabına ihanet eden
tek canlı sen misin?’’
Pervasızlığın boyutsuzluğuna rast
geldiğim her ölümlü günde, kanayan niyazlarımda buluştuğum tek varlık.
Tüm kırılganlığımla, tüm özrümle, tüm
aşkımla, tüm beyanlarımla üstelik çekinmeden ve dilim döndüğünce çıktığım
huzuru İlahi sancıların sunumunda yine benliğime iliştirdiğim görünmez
kanatlar.
Ahvalin işveli kahkahalarına tanık oldukça
sessizce soluyorum sebeplerini bunca düşkün bahaneyi nereden buluyorlar da
ayyuka çıkıyor bonkör pervasızlıkları?
Gülmek için için ama azımsanmayacak
bir mülkiyet iken masumiyetin telaşı sanırım kaybetmekten korktuğum en büyük
damga, addedilen saflığa muktedir iken benliğimin konuşlu olduğu hangi vasıfta
olduğunu da umursamadığım, sevmelere doyamayıp bir o kadar aldatıldığım ve
yaşama sevincimin baltalandığı.
Gönül gözüme konan bir serçe kadar
sıkılgan ama bir o kadar da sokulgan: nice gel-git, nice sapak, nice ittifak ve
nice zulüm.
Acılarımdan utanıyorum bazen ve bazen
de hayatla arama nifak sokan ihanetinden insanoğlunun. Aklımın pekişen
tahayyülünde, sevdaların da ritüeli iken peşin peşin sevdiğim nice insan ama
kanatıldığın da bariz simgesi iken az sonra yazacağım bilmem kaçıncı şiir
üstelik şair sıfatını hala konduramazken.