Aradan
geçmiş aylar kralla kraliçe
Konuşuyorlarmış
bir gün her keslerden gizlice
Kral
eşine diyor “hanım bizde yaşlandık
Çekilip
inzivaya rahat edelim artık.
Tacı
devredip gidip kafamızı dinlesek,
Torunları
severek günümüzü gün etsek.
Krallığı
hak eden yalnız küçük oğlumdur,
Onu
tahtımda görmek en son mutluluğumdur.
Ülkemi
ileriye küçük oğlum götürür.
Diğerleri
devleti satar savar bitirir”
Bu
düşünce içinde kral plan yaparken
Bir
ihanet ateşi yanıyordu bir yerden.
Büyük
oğul evinde;
Sezmiş
karısı, kral tacını devredecek,
Yeni
kral mutlaka küçük kardeş olacak.
Kadın demiş eşine “bu böyle olmayacak,
Sen
böyle uyudukça kardeşin kral olacak.
O
kral olur ise karısı kraliçe,
Bir
plan yapmalıyız herkeslerden gizlice.
Yoksa
ben hesetimden için için yanarım,
Kendim
ile birlikte seni bile yakarım.
Durma
hemen çık yola büyücüler eline,
Öyle
bir büyü bul ki yok olsun ikisi de.
Hatta
kızları dahi ne konuşsun ne görsün,
Bir
sürüngen misali sürüm sürünsün.”
Ortanca
oğul evinde;
Sezmiş
karısı, kral tacını devredecek,
Yeni
kral mutlaka küçük kardeş olacak.
Kadın
demiş eşine “bu böyle olmayacak,
Sen
böyle uyudukça kardeşin kral olacak.
O
kral olur ise karısı kraliçe,
Bir
plan yapmalıyız her keslerden gizlice.
Yoksa
ben hesetimden için için yanarım
Kendim
ile birlikte seni bile yakarım
Durma
hemen çık yola büyücüler eline,
Öyle
bir büyü bul ki mahvolsun ikisi de.
Hatta
kızları dahi ne koşsun ne yürüsün,
Bir
sürüngen misali sürüm sürüm sürünsün.”
İki
kardeş uyanmış kimseye sezdirmeden,
Atlamışlar
atlara gitmişler sabah erken.
Büyücüler
ülkesi tam kırk günlük yol imiş,
İki
kardeş korkarak çaresizce at sürmüş.
Bazen
dumanlı dağlar bazen aşılmaz yarlar,
Bazen
karlı tepeler bazen yeşil diyarlar.
Bazen
çöllerden gitmiş çok eziyet çekmişler,
Sonunda
büyücüler ülkesine yetmişler.
Etraflarını
sarmış garip garip mahlûklar,
Onları
yakalayıp sıkıca bağlamışlar.
Korkudan
iki kardeş geçmiş kendilerinden,
Hiçbir
şey gelmiyormuş onların ellerinden.
Açmışlar
gözlerini gayet korkunç bir yerde,
Bakmışlar
ki her biri ayrı birer kürede.
Kürelerin
içinde keskin çiviler varmış,
Elleri
ayakları zincirlerle bağlanmış.
Seslenmiş
büyük oğul “büyücü başı gelsin,
Ne
olur bizi bir kez bir dakika dinlesin.
Kızıl
Elma ülkesinin her iki prensiyiz,
Büyücü
başı gelse onu ihya ederiz“
Duymuş
haykırışları kötü büyücü başı,
“Demiş
hele görelim biz bu arkadaşları.
Ne
dertleri vardır ki buralara gelmişler,
Bir
soralım bakalım, acep ne istermişler.”
Korkunç
bir gürültüyle dumanlar çıkmış yerden,
İki
kardeş görmüşler büyücüyü aniden.
Büyücü
başı demiş “nedir bizden arzunuz?
Kırk
günlük uzun yoldan buralara geldiniz”
Büyük
oğul demiş ki “Arzumuz budur sizden,
Bir
büyü verin bize sonra dileyin bizden.
Neler
diler iseniz yerine getiririz
İsterseniz
tonlarla size altın veririz.
Küçük
kardeşimize krallık kalmamalı,
Hem
kendisi hem eşi hem kızı mahvolmalı.”
Büyücü
başı bile hiç bir şey anlamamış,
Demiş
zalim ben değil vallahide bunlarmış.
Hiç
böyle şey yapar mı kardeşi kardeşine,
Böylesi
hainlerin rastlamadım eşine.”
Bir
an nutku tutulmuş demiş “bekleyin biraz
Bu
konuyu yukarı eylemeliyim ben arz.”
Birden bire kaybolmuş dumanlar çıkararak,
Sonra
tekrar görünmüş adeta anırarak.
Demiş
”bir şartla size, bu büyüyü veririm,
Kabul
etmez iseniz sizleri öldürürüm.”
İndirmiş
ikisini o pis korkunç küreden,
Bir
toz vermiş onlara elindeki şişeden.
“Bu
tozu siz onların yemeklerine katın,
Mutlaka
siz sahibi olacaksınız tahtın.
Bu öyle bir büyüki ben ölürsem bozulur,
Yoksa
sonsuza kadar yazı böyle yazılır.
Varın
gidin ben sonra kararımı veririm,
Bedeli
nedir ise gelir sizden alırım.”
İki
kardeş çaresiz kadere razı gelmiş,
İkisi
de teklife korkarak olur demiş.
Büyüyü
alıp sonra yola revan olmuşlar,
Bu
amansız yerlerde epeyce yorulmuşlar.
Demişler
bir yer bulup atımızdan inelim,
Daha
yolumuz uzun bir gece dinlenelim.
Neden
sonra çok güzel uygun bir yer bulmuşlar,
Kamplarını
o yerin merkezine kurmuşlar.
Büyük
kardeş etraftan çalı çırpı toplamış,
Gece
soğuktur diye büyük bir ateş yakmış.
Su
adeta buz gibi içmişler kana kana,
İki
kardeş uzanmış uyumuşlar yan yana.
Kuş
sesi böcek sesi ne güzel ötüyormuş,
İki
kardeş de aynı rüyayı görüyormuş.
Rüyasında büyücü ona doğru geliyor
“Benim
bu sözlerimi hele bir dinle” diyor.
“Büyüyü
aldın ama bir tek sen kalmalısın,
Taç
yalnız senin hakkın kral sen olmalısın.
Bir
ülkede olur mu iki tane pehlivan?
Kardeşin
uyanmadan hemen çabucak uyan”
Uyan
onu yok et ki sana kalsın krallık,
Bu
işi çabuk bitir ışımadan ortalık.
İkisi
de aniden uykudan uyanmışlar,
Sonra
hançerlerini hışımla sallamışlar…
Bu
sırada ülkede;
Kardeşlerinin kaybı herkesi candan üzmüş,
Küçük
kardeş onları her yerde arıyormuş.
Askerlerde
her bir yanı didik didik etmişler,
Sanırsın
iki kardeş yeraltına gitmişler.
Ülkenin
dört yanına tellallar bağırtmışlar,
Ne
bir iz ne bir haber hiçbir şey bulmamışlar.
Anaları
kederden ağlayıp hastalanmış,
Üzüntü
ve hasretten ulu rahmete varmış.
Kral
hem eş acısı hem evlat hasretiyle,
Ağlayarak
söylermiş yüreğinden mersiye.
Ama
nerden bilsin ki kötülüğe gitmişler,
Dünya
serveti için özünü kaybetmişler.
Günler
günleri karmış büyük oğul evinde,
Hanımı
inanmamış bir an gördüklerine.
Çıkıp
gelmiş kocası sapa sağlam dip diri,
Kadın
demiş görünme çabucak gir içeri.
Hasbi
hal edip sormuş ”hele söyle ne yaptın?
Aylardır
beni burda gözü yaşlı ağlattın”
Yollarını
beklerken geçmiyordu günlerim,
Bir
pamuktan ipliğe dönmüştü sinirlerim”
Kadın
basmış bağlamış ard arda yalanları,
Güya
anlatıyormuş o yokken olanları.
“Getirdin
mi büyüyü artık sabrım kalmadı,
O zalim baban var ya hatırımı sormadı.
Hele
ki o kardeşin ve hanımı yoklar mı?
Her
gün her saat her an aldılar ahlarımı.
Bana
nispet yaptılar kral biz olduk diye,
Bizleri
atacaklar her keslerden geriye”
Büyük
oğul hiddetle demiş” artık geçecek,
Senin
bu çektiklerin bundan kelli bitecek.
Bu
büyülü tozu sen onlara yedirirsen,
Sonra
benden dile sen, dile ne diler isen”
Karısı
demiş “kolay onlara yediririm,
Bir
kese altın ile aşçısına veririm.
Diyorlar
aşçıları çok paragöz biriymiş,
Para
için babasını dahi keser yer imiş.”
Kraliçelik
hevesiyle depreşmiş arzuları,
Tebdil
kıyafet giymiş evden çıkmış dışarı,
Gitmiş
küçük kardeşin aşçısının yanına,
Demiş
“az biraz hele gel sen benim yanıma.”
Aşçı
onu tanımış “emrin nedir sultanım,
İste
sana vereyim kurban olsun bu canım.”
Vermiş büyülü tozu bir kese altın ile
Aşçının
gözü dönmüş demiş “yaparım hile.”
Gitmiş
eve pişirmiş en leziz yemekleri,
Yerine
gelmiş o an zalimin istekleri.
Sofradan
kalkar iken küçük kız düşmüş yere
Ne
ağzı var ne dili uzanmış sere serpe
Elleri
ayakları tutmaz olmuş aniden
Ne
eylese eylesin kalkamıyormuş yerden.
Küçük
oğul şaşırmış demiş neler oluyor?
Musibetler
durmadan gelip beni buluyor.
Annesi
feryat etmiş yavrum diye ağlamış
Zavallı
kadın yine karaları bağlamış.
Küçük
oğul bir türlü bilmemiş olanları,
Kötü
günlere koymuş bu olanlar onları.
Ülkedeki
hekimler birer birer gelmişler,
Kızın
hastalığını bir türlü bilmemişler.
Zavallı
küçük kıza değmiş iblis nazarı,
Feryat
figan içinde ağlarmış zarı zarı.
Geçmiş
günler haftalar bir birini kararak,
Onlara
kalmış azap üzülmek ve ağlamak.
Bir
gün meçhul bir kişi çıkmış gelmiş beriye,
Beklide
kızcağızı iyi ederim diye.
Bu
bilge kişi demiş” birde beni dinleyin
Hele
bu yavrucağı bir kez de ben göreyim.”
Kim
bilir belki onun derdini ben anlarım,
Çok
iyi ettiğim var böylesi insanların.
Getirmişler adamı küçük kızın yanına,
Sonra
elini koymuş yavrucağın anlına.
Gözlerine
bakınca korkudan geri kaçmış,
Gözlerinin
nurundan olanlar ona akmış.
Ve
kendinden geçerek derin uykuya dalmış,
Birkaç
saat geçince irkilerek uyanmış.
Küçük
oğul demiş ki “ne gördün anlat hele
Bir
deva bul bu ne olur yalvarırım bu derde.
Eğer
ki bu illetin bulursan çaresini
Altın
zümrüt ya yakut ihya ederim seni”
İhtiyar
yavaş yavaş gelirken kendisine,
Ayan
olmuş olanlar ayan beyan gönlüne.
Ürkmüş
gördüklerinden hemen kaçmak istemiş,
Saray
muhafızları adamı engellemiş.
“Demiş
olamaz böyle ne yapmışlar bu kıza?
Sanırsın
ki gözleri benziyor bir yıldıza,
Gözlerinin
ferinde gördüm tüm olanları,
Tanrım
neden yaratmış böylesi insanları.
Kurmuşlar
üstünüze çokça zalim bir büyü,
Yeryüzünde
hiç kimse bozamaz bu büyüyü.
Büyücüler
elinde vardır yalnız çaresi,
Büyüyü
yapan kimse çaresidir ölmesi.
Ama
bu işi yapmak imkânsız gibi bir şey,
Unutun
beni artık demedim size bir şey”
Küçük
oğul başını avuçlarına almış
Yavrusunun
haline hüngür hüngür ağlamış.
O ki nice devleri kılıcıyla alt eden,
Yeraltı
dünyasını fethedip abat eden,
Korkunç
canavarları, ejderhaları yenip,
Düşmana
korku salıp dostunu sevindiren,
Bir
büyük kahramanken şimdi ne hale düşmüş,
Ülkesinin
üstüne leş yiyenler üşümüş.
Çaresiz
küçük oğlan kılıcını kuşanmış,
Büyücüler
eline doğru hızla yollanmış.
Kralda
hasta düşmüş serilmiş yataklara,
Dünyanın
her tarafı olmuş ona kap kara.
Hekim
başları gelmiş bir deva aramışlar,
Bu
kötü hastalığa çare bulamamışlar.
Sonunda
iyi kral gitmiş hakkın katına,
Büyük
oğul oturmuş krallığım tahtına.
Acep
gökten üç elma düşer mi başlarına,
Masalımın
devamı belki gelir yarına.