Hayriye Hanım, ikindiyi kılmış, namaz başörtüsünü başının iki yanına sarkıtmış, elinde tesbihle balkona çıkmıştı. Her zamanki sandalyesine oturmuş, ayaklarını küçük sehpaya uzatmıştı. Güneş gidince mutlaka bu balkona gelir, hem etrafını seyreder, hem tesbihini çekerdi. 

   Uzun yıllar postanenin santral memureliği yapmış, öğretmen eşiyle birlikte nerdeyse bütün yurdu, diyar diyar dolaşmıştı. Bugünkü gençlerin hiç bir zaman anlayamayacağı bir meslekte uzun yıllar çalışmıştı. Emekli olunca da kendi memleketlerine gelip, bu apartman dairesini almışlardı. Burda oturup apartman bahçesinde oynayan çocukları seyrederken kendi çocukluğunu hatırlardı. Hiç bir şey eskisi gibi değildi. 

   Güneş yavaş yavaş dağlara doğru yolculuğuna devam ederken, komşular da birer ikişer evlerine dönmeye başladılar. Biraz önce çocukların oynadığı yer bir kaç dakika içinde bir otopark olmuştu bile... Arabadan inenler sözleşmiş gibi, ellerinde iftar pideleriyle, ya merdivene, ya asansöre doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Görebildiği mutfak pencerelerinde komşu hanımların telaşı farkediliyordu. Gayri ihtiyârî saate baktı, sonra içi rahat bir şekilde "Ben iftara hazırım ne de olsa..." dedi.

   Şevket Bey, inançlı bir insandı. Emeklilikten sonra namazlarını kaçırmamaya dikkat eder olmuş, sonradan Kuran okumayı da öğrenmişti. O da balkonda, biraz daha kuytu bir yerde Kuran okuyordu. Bembeyaz saçları, burnunun üstüne düşen okuma gözlüğü, beyaz gömleği ile bir ışık parçası gibi parlıyordu âdetâ... Bu saatler onun huzur saatleriydi. Caddeyle, bahçeyle, diğer komşularla ilgilenecek durumda değildi. 

   Birdenbire Hayriye Hanım:

   -Aaaa!! Ama... ama... nasıl yani?!

   Şevket Bey: 

   -Sadakallahulazim... N'ooldu sultanım? Hayırdır inşallah...

   -Şu bizim karşı komşu... yeni gelinin kocası yemeğe misafir getirdi...

   -Sana ne bundan?

   -Ay öyle deme... bu kız daha taze gelin... iftara ne kaldı... nasıl misafire yemek yetiştirecek?

   -O yapmıştır yemeğini... habersiz değildir. Hem adam hödük değil ya... yeni evlenmiş  kadına ne iş yaptıracak... kebap, lahmacun falan getirmiştir.

   -Ay yok... Adam arabadan inerken elinde pide poşeti bile yoktu... Ne kebabı allaasen... Ben bir bakacaam... Böyle olmaz.

   -Nereye bakacaan?

   Hayriye Hanım yerinden kalktı, kapıya yöneldi. Kapının gözetleme deliğinden dışarı bakmaya başladı. 

   -Hanım ayıp... sana ne elin misafirinden?

   -Sus sus... şimdi anlarız.

   Biraz sonra merdivenden çıkan grup, karşı dairenin ziline bastı. İçerden "kim o?" diye bir ses geldi. Adam:

   -Benim hanım... Yanımda arkadaşlarım da var...

   Genç kadın kapıyı açınca, önce büyük bir şaşkınlık yaşadı... Kenara çekildi. Misafirler selam vererek içeri girdiler. Adam önden geçip arkadaşlarına yol gösterdiğinden eşinin yüzündeki ıztırabı farketmedi.

    Hayriye Hanım, gözünü delikten ayırıp;

    -Ay yok... Kızcaazın haberi yok... kesin evde yemek de yoktur...

    -Hanım... Ramazandayız, mecbur evlerinde yemek vardır. Bu kız yeni evlenmedi mi? Şimdi bir heves anasından, kaynanasından yeni tarifler deniyordur. İnternete girip tarif öğreniyordur. Sen sıkma canını...

    -Bir de olaya şöyle bak... Bunlar iki kişi... fazla yemekler çöpe atılmasın diye az yapıyordur. Adam, yanında dört kişiyle geldi... iki kişilik yemek kime yeter? Kızcaaz eşine mahcup olacak... 

    Hayriye Hanım, mutfağa girdi. 

    -Bakalım biz ne yapabiliriz... Hmm... Bugün karnıyarık var. Ben bunu komşuya vereyim, biz seninle dünden kalan kurufasülyeyi yiyelim olmaz mı?

    -Olur... sen bilirsin...

    Hayriye Hanım fırından tepsiyi çıkardı. 

   -Hepsini götürüyorum. Başka bir gün gene yaparım.

   -Tamam... dur kapıyı açayım.

   Karşı dairenin zilini, elleri dolu olduğu için, burnuyla çaldı. Kapıyı genç kadın açtı. 

   -Kızım bugün misafir gelecek diye yemeği çok yapmıştım ama gelmediler. Biz Şevket amcanla iki kişiyiz, bu bize fazla. Baktım senin de misafirin var. Benim ikramım olsun. Lütfen kabul et.

   -Ne demek teyzecim... Hızır gibi yetiştiniz. Bugün eşim gelmiyecekti. Ben de yemek yapmamıştım, dünden kalanlar var diye. Ama baktım gelmiş, hem de misafir getirmiş. Ne yapacağımı bilemedim. Bir çorba suyu koydum ocağa...Sonrası Allah Kerim diyordum. 

   -Vah kızım vah... Hepimiz geçtik bu yollardan merak etme! Hallederiz evvelallah... Sen al bunu, gönlünü ferah tut.

   Yeni gelin fırın tepsisiyle gelen yemeği aldı, teşekkürler ederek, minnet dolu bakışlarla içeri yöneldi.

    Hayriye Hanım evine döndüğünde okuma gözlüğünü gözüne takıp, telefonunun listesinden bir isme bastı:

   -Alo Ayselciim... kızım sen pilav yapmışsındır. Fazla varsa benim karşı komşum, şu taze geline de gönderir misin? Misafiri geldi kızcaazın...Tamam canım eline sağlık... Hadi göreyim seni...

   -İlahi hanım... Aysel, kapıcının karısı değil mi? Niye ondan istiyorsun? 

   -Bu apartmanda en güzel pilavı o yapıyor. Hem de daha yeni memleketten geldiler, erzakları vardır merak etme...

   Telefonunun listesine yeniden baktı.

   -Hah tamam... Alo Zehra Hanımcıım, senin kızların hepsi bugün oruçlu muydu? Haa öyle mi... Ben de oruç tutmayan biri varsa bizim şu yeni geline yardım eder mi diicektim, habersiz misafirleri var da... Ay öyle miii? Tamam canım sağol...

Başını kaldırıp, hayretler içinde kendisine bakan Şevket Bey'e;

   -Ay ne var?! Evin içinde beş tane kız var...maşşallah hepsi de bir birinden marifetli... Oruçlu olmayan biri yardıma gelsin dedim. Hepsi oruç tutuyormuş... ama "Burcu'yu gönderirim" dedi. Aa bir şey unuttum... Dur bi daha arayım...

Yeniden telefonu aldı.

    -Zehra Hanımcıım Burcu gelirken komşuların kapısını çalıp, fazla ekmek var mı diye sorabilir mi... bu kızın ekmeği de yoktur şimdi...

    -Ah hanım daha neler? 

    -Ay ne var bunda? Ramazan paylaşma ayıdır.

Biraz sonra merdivenlerden inen bir ayak sesi duyuldu. Hayriye Hanım hemen kapıyı açıp;

     -Burcu ekmek bulabildin mi kızım? 

     -Evet... İkisi yumurtalı, çörek otlu pide... diğerleri normal pide.

Deyip elindeki poşeti gösterdi. 

     -Oh oh iyi olmuş... Allah râzı olsun komşulardan

Burcu, taze gelinin kapısını çaldı. Genç kadın kapıyı açınca;

    -Annem beni size yardıma gönderdi, bunları da komşular gönderdi. Misafirleriniz varmış da.

Kadın küçük bir çığlık atıp kıza sarıldı. Sonra kızı bırakıp koşa koşa gelip Hayriye Hanım'a sarıldı. Başını Hayriye Hanım'ın sarkan başörtüsüne gömdü, derin derin kokladı. 

    -Ohh annem gibi...annem gibi 

Deyip ağlamaklı bir şekilde bir daha sarıldı. Hayriye Hanım:

    -Hadi kızım git işini yap... beni de ağlatma şimdi.

Genç kadın, Burcu'yla birlikte içeri girdi. Biraz sonra asansörün sesi duyuldu, yavaş adımlarla biri asansörden çıkıp, yine komşunun ziline bastı, merak eden Hayriye Hanım yine gözetleme deliğinden dışarı baktı.

     -Aaa şu evinden dışarı çıkmayan Şişman Hamiyet Hanım... Bizim kızın kapısını niye çaldı ki?...

     -Belki o da yemek getirmiştir. 

     -Ay o suratsız kadın bunları düşünür müydü? 

     -Hanııım... akşam akşam ne gıybeti bu...

     -Farkındaysan yardım isterken herkesten istemedim, yukarki katlardakiler iyi insanlar... hepsi yardım sever... Bir bu kadından, bir de giriş kattaki Hande Hanım'dan isteyemem. İkisinin de suratları sirke satar.

     -Sorunları vardır... nerden biliyon?

Şişman Hamiyet Hanım, kapıyı açan taze geline:

     -Ben tam sizin alt katınızda oturuyorum kızım. Ben de bugün közlenmiş patlıcandan yapılan bizim oraların meşhur salatasını getirdim. Herkes Adana'yı kebabıyla bilir ama bizim salata çeşidimiz de bek çoktur. Hadi afiyet olsun...

    -Teşekkürler teyzeciim elinize sağlık...

Hayriye Hanım:

    -Tövbe ya Rabbim tövbe... kadıncaaz zor yürüyor, bu halde salata yapmış, getirdi. Ön yargı ne kötüymüş...

 Şevket Bey:

     -İyi baari... İftardan önce tövbe ettin ya...

Biraz sonra kapıcının oğlu bir tencere pilavla kapıya geldi...  sonra başka bir komşu cam fırın tepsisi içinde biber dolması getirdi. daha sonra büyük bir kayık tabakta barbunya pilaki de geldi. 

    Herkes bilir bütün yemek davetlerinde, anneler ille bir de barbunya pişirir. Ona sıra gelip yenmez ama "Hadi yemek yetmezse" diye bütün annelerin vazgeçilmez (B) planıdır. Geleneksel yemek davetlerinin olmazsa olmaz'ı barbunya da gelince sofra tamam olmuştur herhalde...

   Hayriye Hanım saatine baktı, mutfağa geçti. Buzdolabından kuru fasulyeyi çıkardı, ısıtmaya başladı. Bugün biraz da pilav yapmıştı. Baktı fasülye iki porsiyon çıkmaz, tabaklara koyduğu pilavın üstüne ikişer kaşık kuru fasülye ekledi. En son suyunu da üstlerinde gezdirdi. iki kâseye de cacık koyup;

   -Hadi gel hayatım... Yemek hazır.. Sofrada bekleyelim ezanı...

   -Ooo pilav üstü az kuru... en sevdiğim yemek... Bu ne zengin sofra böyle...

   -Amaan dalga mı geçiyorsun?

   -Hayır sultanım... Bugün bu apartmandakiler en zengin sofralarıyla oruç açacaklar. Gönülden verdiler, kimbilir neler kazandılar...


( İftara Beş Kala başlıklı yazı Seferii tarafından 8.06.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.