Dün ( 04.07.2017 ) bir etkinliğe gittim ve o etkinlikte bir anne çok çok önemli bazı şeyler anlattı.
O annenin adını soyadını biliyorum ama yazmayacağım. Sadece onun aklımda kaldığı kadarıyla söylediklerini, vermeye çalıştığı mesajları anlatacağım.
Bir eylem, ya da olay, ya da ne olduğunu bile bilmediği, anlayamadığı, anlamlandıramadığı diyelim ki bir ihtilal, bir başkaldırı, devrim ya da darbe teşebbüsü esnasında öldürülmüş olan henüz çocuk yaşta bir gencin annesiydi o kadın.
Peki neden açık açık kim olduğunu yazmıyorum?
Çok mu önemli sizce? Bir anne işte. Bu kadarı yeretli değil mi?
Yani Berkin Elvan'ın, Yasin Börü'nün, Fırat Çakıroğlu'nun, Ali İsmail Korkmaz'ın, Burak Can Karamanoğlu'nun ya da Abdullah Tayyip Olçok'un annesi olması çok şey değiştirir mi?
Kadın sahneye çıktığında ben herşeyden önce bu kadının nasıl olup da ayakta, hem de dimdik durabildiğini düşündüm.
Hani ''Baba yüreği daha katıdır.'' derler ya. Bir baba olarak o kadının yerine kendimi koydum. Hayır, ben bu kadar metanetle öylesine dimdik ayakta duramazdım. Hele hele de sahneye çıkarken arkamdaki dev ekrana oğlumun en güzel, en yakışıklı hali yansıtılmışken. Onun ışıl ışıl bakan yüzünün resmini gördüğüm anda düşer bayılırdım.
Aslında daha sahneye çıkmadan bayılırdım. Zira her birisi kendi evlatlarını bağırlarına basan insanların neredeyse tamamı sahnede oğlumun nasıl bir kahraman, nasıl bir vatansever( yurt sever de diyorlar) olduğunu anlatıyorlar, onunla ilgili şiirlerini, türkülerini okuyorlar ya da beni teselli etme yarışına girmişler adeta...
Çok da iyi duymayan kulaklarımı, çok da iyi görmeyen gözlerimi dört açarak kadını tüm dikkatimle dinlemeye çalışıyorum.
Kadıncağız her ne kadar dimdik dursa da, her ne kadar acıdan daha çok böyle bir evladın anası olmaktan duyduğu gururu bizlere yansıtmaya çalışsa da aslında öylesine bir ızdırap çekiyordu ki...
Evet o kadar ızdırap çekiyordu ki hiç kimse ona ''Acın çok büyük, seni çok iyi anlıyorum'' Diyemediği gibi '' Allah sabırlar versin'' de diyemiyordu. Çünkü kadın öyle bir konuşma yapıyordu ki sanki çok yakın bir geçmişte evladını kaybetmiş olan o değilde bizlerdik; o da bizi teselli ediyordu
Yaklaşık 30-40 dakika konuştu kadın. Konudan konuya atlıyordu. Bazen duruyor, düşünüyor, ya da sarfedeceği cümleleri toparlamaya çalışıyordu.
Oğlunu anlatırken dikkatimi çeken ilk husus şu oldu: Biz şairler onun oğlunu yüceltmek için mısralar dolusu destanlar yazmış olduğumuz halde o oğlu için '' Benim evladım, yaşıtlarından hiç de farklı olmayan bir çocuktu'' Diye tanıttı oğlunu bize. Bize göre Bizans surlarına bayrak dikerken vücudu oklarla delikdeşik olarak şehit olan Ulubatlı Hasan'dı onun oğlu ama o '' Bilgisayarı ile oynayan, her genç gibi müzik dinlemekten hoşlanan, zaman zaman dersleriyle ilgilenen, zaman zaman arkadaşlarıyla gezip tozan sıradan bir çocuktu o kadar...'' Diyordu.
Anlatmaya devam etti kadın... Bir müddet daha anlattıktan sonra '' Benim oğlum Bonzai'den de ölebilirdi. Nitekim her gün pek çok genç bu sebepten ölmüyor mu?'' dedi.
Kendi kendime '' Nasıl olur ya? Senin oğlun nasıl bonzaiden ölür? O bir kahraman. Kahramanlar bonzai mi içermiş?'' Dedim önce. Ama daha sonra düşündüm: Bu gün bonzaiden ölen çocukların hangi birisi için '' Yok ya bu çocuk hayatta o bonzai denen illetin pençesine düşmez '' Diye düşünmüyorduk ki?
Kadın devam etti:
'' Bu olay bana bir yerlerde çok büyük bir hata yaptığımızı gösterdi. Ben çocuğumu hiç tanımıyormuşum. Bana göre pek çok yaşıtı gibi evde oturacağı kesin olan olan evladım, hiç beklemediğim şekilde sokağa çıktı. Üzerinde bir tırnak çakısı bile olmaksızın sokağa attı kendisini. Yani ben oğlumun içinde yatan gerçek oğlumu hiç görememişim, hiç tanımamışım.''
Düşündüm o anda: Acaba kaçımız evlatlarımızın içinde yatan gerçek evlatlarımızı tanıyoruz?
Gerçekten de bildiğimiz ama kadıncağızın ağzından duyduğumuzda yine de şaşırdığımız gerçeklerdi bunlar. Öyle ya '' Evladım git marketten iki ekmek al'' dediğimizde ve hatta altına araba veya motosiklet çektiğimiz halde hâla mızmızlanıp '' Öf yaaa'' Diyen evlatlarımız bakıyorduk bazen neyin nesi olduğunu bile bilmedikleri bir durum karşısında tamamen farklı bir kişiliğe dönüşebiliyorlardı. Örneğin benim evladım gibi yirmi sekiz kilometre yol yürüyebiliyorlardı.
Evet... Kadın anlatıyordu...Anlatmasına anlatıyordu ama evladını yüceltmekten ya da onu kaybetmiş olmaktan duyduğu üzüntüden değil, çok daha farklı şeylerden bahsediyordu. İşin doğrusu bir erkek olduğum halde o sahnede ben olsaydım, ölen de ( Allah korusun ) benim oğlum olsaydı o ana kadar çoktan hüngür hüngür ağlamaya ve konuşmamı gözyaşları içinde sürdürmeye çalışmış olurdum ama kadında tek damla göz yaşı yoktu.
Sonra, oğlunun ölümünden sonra tanıdığı bir insanı anlatmaya başladı bizlere. Önce çok şaşırdım. Çünkü anlattığı bir transseksüeldi. ''Çok şaşırdım'' diyorum zira o kadın bence bir transseksülle arkadaş olacak biri değildi. Fakat oğlu annesini ne kadar şaşırtmışsa, annesi de bizleri ( ya da sadece beni) şaşırtmaya devam ediyordu.
Bir iki dakika kadar sonra kadın beni daha da şaşırttı. Yaklaşık yirmi dakikadır '' Oğlum, Evladım'' derken gözünden tek damla yaş düşmeyen o kadın '' İşte o transseksüel vatandaş o gece tam sekiz kişinin hayatını kurtarmış'' Derken başladı ağlamaya.
Evet..Bahsi geçen olayda bir transseksüel vatandaşımız tam sekiz insanın hayatını kurtarmış.
Bunu nasıl yapmış anlatmadı kadın. Zaten nasıl yaptığının çok da önemi yoktu. Kadının verdiği mesaj daha önemliydi çünkü.
Dedi ki '' Ben, oğlumun ölümünden sonra devamlı ötelediğimiz, görmezden geldiğimiz, insan yerine koymadığımız varlıkların da insan olduklarını gördüm. Anladım. ''
Aslında bu mesaj belki de en önemli mesajdı. Zira bu gün geldiğimiz noktada kendimize ister milliyetçi- muhafazakar diyelim, ister sosyalist olalım, ister çağdaş, demokrat, aydın vesaire vesaire...Kendimizi ne olarak niteliyorsak sadece bizimle aynı etiketi taşıyanların insan olduklarını, bunun dışındakilerin ise insanlık namına herhangi bir emareye dahi sahip olmadıklarını düşünüyoruz.
Dediğim gibi... Kadın aslında çok uzun bir konuşma yaptı. Keşke bilseydim de yanımda not defteri, kalem ya da ses alma cihazı götürseydim , o konuşmanın tamamını kaydedebilseydim. Çok önemsediğim satırbaşlarını ancak sizlere aktarabiliyorum.
Kendi evladı için değil de bir transseksüelin yaptığı insanlığı anlatırken ağlayan bu kadın, gözyaşlarını sildi ve cümlelerini noktaladı.
'' Benim iki evladım daha var. Ben o evlatlarıma ölen ağabeylerinin ölümünün ne kadar şanlı, şerefli, onurlu bir ölüm olduğunu anlatmak yerine onları nasıl yaşatabileceğimin uğraşı içinde olacağım bundan sonra... Biz anne ve babaların en büyük görevi de evlatlarımızı yaşatmaya uğraşmak olmalıdır. Onları nasıl yaşatabiliriz? İşte bunu yapabilmek için de herşeyden önce kin ve nefret denen duyguyu kalbimizden söküp atmalıyız.''
Son bir şey ve nokta:
O kadın, şu anda oğlunu öldürenlerin kadın ve kızlarıyla '' Çocuklarımızı nasıl yaşatabiliriz?'' sorusu üzerine çalışıyor.
O kadın kim mi?
Yukarıdaki resimlerden hangisi olmasını isterdiniz?
RESİMLER:
1- Berkin Elvan ve annesi Gülsüm Elvan
2- Ali İsmail Korkmaz ve annesi Emel Korkmaz
3- Burak Can Karamanoğlu ve annesi Huriye Karamanoğlu
4- Fırat Çakıroğlu ve Annesi Özlem Erdem
5- Yasin Börü ve Annesi Hatice Börü
6- Abdullah Tayyip Olçok ve Annesi Nihal Olçok.