Bundan kırk sene öncesinde çocuktuk, delikanlılığa ne zaman adım atarız
diye geçiriyorduk aklımızdan ve kalbimizden. ''Bir türlü büyümeyecek miyiz
biz?'' diye zaman zaman hayıflandığımız anlar oluyordu. Birbirine yakın,
bahçeli küçük evlerde oturuyorduk ve mahallemizde ki çoğu komşumuzu tanıyor
akraba gibi içli dışlı oluyorduk onlarla... Dertleri ile dertleniyor sevinçleri
ile seviniyorduk. İki katlı, üç katlı evlerimizin pencereleri çoğu zaman
birbirine bakardı ve bahar günleri, yaz günleri komşularımızla pencere
sohbetleri yapar, tatlı tatlı mahallede ki olayları birbirimize anlatırdık, bu
adeta o zaman ki bir psikolojik tedavi seansı yerine geçerdi. Pencerelerin
önlerinde saksılarımız olurdu ve bahçelerde dolu kedi köpek...
Sonra; sonrası malum. Altmışlı yılların sonu yetmişli yılların başında beyaz
cam, yani televizyon girdi hayatımıza bir anda. İlk zamanlarda herkes de
alamadı, biraz durumu iyi olanlar dışında. Şimdilerde popülerliğinden fazla bir
şey kaybetmese de, o yılların da kralıydı televizyon ve radyo. Tek kanallıydı,
haftada iki üç gün yayın yapardı ve bizler salya sümük o Türk filmlerine
ağlarken mendil yetiştiremezdik ağlayanlara. Şimdilerde nayırlara, nolamazlara
komedi niyeti ile bakıyoruz. Eskilerin bir Kaçak dizisi, bir Bonanza, bir Küçük
Ev bizleri adeta mıhlardı bu kitle iletişim aracının başına...
Zamanımızda ne o küçük iki katlı bahçeli evler kaldı, ne de o zaman ki içten
samimi komşuluk ve insanlar. Tıkıldık yirmi, yirmi beş katlı gökdelenlere ve
apartmanlara altı yedi sene oturduğumuz apartmanda yüzünü görmediğimiz komşular
bile var. Ne yer, ne içer, bir derdi mi var hiç kimsenin umurunda bile değil.
Herkes yaşamın dişlileri arasında öğütülmeme gayreti içerisinde. Bakıyorum çoğu
yaşını başını almış insan daha sakin ve tabiatın daha cömert olduğu yerlere
gidiyor yada gitme derdi içerisinde. Haksız da değiller hani. Büyük şehir
düzenliyse de, insandan çok şeyler alıp götürüyor zamanla... Bildiğiniz bir
şarkıda geçiyor ya ''Hadi gel köyümüze geri dönelim Fadime'nin düğününde halay
çekelim.'' İşte ne güzel anlatıyor insanlarımızın halini...
Seksenli yılların başlangıcında, kanal sayımızda arttı, televizyonlarımızda
renklendi, bizler çok katlı ve çok komşulu apartmanlara taşındık ama yine de
eskiye nazaran daha az huzurlu ve daha az mutluyuz, kendimden ve çevremde ki
insanlardan biliyorum. Psikologların ve Psikiyatristlerin muayenehaneleri dolup
dolup taşıyor. Kuşaklar arası çatışmalar hemen her evde mevcut. İnsanın arzu ve
istekleri, tamahkârlığı bir türlü son bulmuyor. Nereye kadar sürer bu, bunu da
kimse bilmiyor ve tahmin de edemiyor. En uzak mesafeye bir kaç saate
gidiyorsunuz, ama hemen dibinizde ki yakınınızda ki bir insanın gönlüne
giremiyorsunuz hızlıca. Birine yaklaşmaya çalıştınız mı, hemen kafasında soru
işaretleri oluşuyor ''Acaba bir çıkarı mı var benden?'' diye. Hoşgörü denen
kavram günümüzde, daha önce hiç olmadığı kadar yerlerde sürünüyor.
Televizyonlarda yüzden fazla kanal ve bir o kadarda dizi var. Dikkatle bakın,
içinde şiddet ve aldatma, ölüm olmayan kaç tane dizi var. Bunlar bireylerin
bilinçaltına sürekli mesaj olarak giderse ki gidiyor da, sonrasında toplumun
geldiği durumu gözlemleyin. Geçmişte hatırladığım saçma sapan bir çocuk
dizisini izleyip sonrada oradakiler gibi uçmaya kalkan bir çocuk, evinin
balkonundan atlayıp hayatını kaybetmişti. Bu mu şimdi çocuklar örnek ve faydalı
dizi? Oysaki diziler çocuğu gerçek hayattan kopartmamalı asla... Hakeza mafya
dizileri gösterilmeye başladıktan sonra, onlara özenen az da olsa insan tipleri
ortaya çıktı, basından takip ediyoruz.
Yapılan bilimsel araştırmalarda. Televizyon konusunda aşağıdaki ilginç
bilgilere ulaşılmıştır...
''Televizyonun günde 3 saatten bir yılda yiyip bitirdiği zamanı hesaplarsak,
1095 saat eder. Bu da gecesiyle, gündüzüyle 45 gün demektir, televizyon başında
geçen 45 gün ve 45 gece. Yani yaklaşık 1,5 ay.''
UNESCO tarafından yapılan araştırmaya göre;
''Türkiye ABD'den sonra en çok televizyon izlenen ikinci ülke.''
''95 kişiye bir kahvehane, 65 bin kişiye bir kütüphane düşen Türkiye'de
insanlar televizyon okuyor, kitap seyrediyor!"
''Amerikalıların günde ortalama 3 saat 59 dakika ile birinci sırada yer aldığı
televizyon izleme sıralamasında, Türkiye 3 saat 36 dakika ile ikinci sırada yer
alıyor.''
''Çok sık televizyon izleyen 1 ve 3 yaş arası bin 300 çocuğun incelendiği
araştırmada, 7 yaşına geldiklerinde yüzde 10"unda konsantrasyon,
dikkatsizlik ve huzursuzluk problemleri bulunduğu gözlemlendi.''
20. ve 21. yüzyılın en büyük icadı İnternet ve o ortamda ki sanal dostluklar.
Yıllarca bir araya gelmeyen eş, dost, akraba her gün İnternet de sörf ve chat
yapıyor, birbirine yapma sözcükler ile yaklaşmaya, sevimli görünmeye çalışıyor.
Eskiden cep telefonu yokken, insanlar sevdiklerine gidemese bile bir telefon
eder, nasılsın, anneciğim, babacığım derdi, şimdi onu da aştık mesajı yaz,
gönder tuşuna bas her şey tamam...
Sokakta oynayan çocuk kalmadığı gibi, sokak oyunları da unutulmaya yüz tuttu.
Bundan on yıl önceki boşanma oranlarına bakın belki de yüzde yüzden fazla
artmış durumda şimdilerde. Dünya bir elektronik çöplük olma yolunda son sürat
ilerliyor. Günümüz toplumunda her şey çok çabuk tüketiliyor ve eskiyor. Sanki
hızlandıkça batıyor gibi İnsanoğlu makine bazında ve teknoloji bazında hızlansa
da insanlık bazında geri geri gidiyor. Uçaklar sesten hızlı uçuyor belki ama
bizlerde hızla insanlığımızı kaybediyoruz, yanı başımızda ki aç, açıkta
insanların sesini soluğunu dahi duymuyoruz. Geçiyoruz televizyonun başına hangi
magazin sanatçısı kim ile beraber, hangi restoranda yemek yemiş, hangi
rezillikleri çıkarmış. Bu mudur hayat ve yaşanılanlar bu kadar basit mi her
olgu ve olay? İnsan olmanın erdemini yeniden kendimize hayat düsturu olarak
edinmez isek sonumuz hiç de iyi olmayacak. Hepinize en derin sevgi ve
saygılar...