Nakşında yaren bir tümcenin
Sonra da cümleten sevgiye meyyal.
Kıpraşan hegemonyasında çıtkırıldım
dünyanın
En muteber imge işte yalnızlık.
Antrakt, dedi şair ve usulca çekti
diz/e/lerine atlas yorganını. Burnu Kaf dağındaydı epeydir ve soluksuz kaldığı
her şiirinde ısrarlıydı ölümün pekişen varlığına çektiği rest ile her nasılsa
anmadan da duramadığı.
Kaç şiirini toprağa vermişti. Önce
yazardı sonra kahrolur sonra da ölüme gebe kalırdı.
Hayatla ne alıp veremediği değil de
aymazların ufkunda ne idi kim bilir derdi?
Bir şiir okudu sonra üfledi sessizce
sonra da karpuz misali ortasından ikiye ayırdı şiirini belli ki şirin gözükmek
istiyordu hikâye anlatıcısı sevgilisine.
Sevdiği kadın hayli bonkördü sevgide
yalnız bir tek şairi sevememişti pek. Gerçi aralarından su sızmadığı aşikârdı
ama bu da onlara biçilen roldü işin aslı.
Şiirle yıkardı yüzünü şair sonra
durulardı yüzüne biriken imge damlacıklarını. Sevgilisi çıka gelirdi sabahın
erken vakti. Bir hikâye anlatırdı diğeri de mahremin kucağında yatardı
yüzükoyun yazılan her cümleye.
Kadın ısrarcıydı keza adam da.
Şiir otlatırdı aklının kaçkın
keçilerine ve hikâyelerde büyütürlerdi doğmamış çocuklarını.
Üstünkörü belki de yoksa arada sırada
mı?
Neyin neyden ibaret olduğu değil de
neyin neye sebep olduğu idi kuram belledikleri.
Safkan mecazdı adamın soyadı. Kadın
ise isimsizliğine biat bir soyadı kanununa dahi sahip çıkamamışken ataları yine
de bozuntuya vermeden nüfus cüzdanına kondurulmuş o soyadı ile gurur duyardı ne
de olsa pekişen aşkına sahip çıkan rahmetli dedesi az ısrar etmemişti hani.
Soran olursa, cevaplarını
geçiştirirlerdi. Zaten kimin umurundaydılar ki?
Zamandı kucak açan.
Hayattı yargılayan.
Ve köhne bir kitabı ev bellemişlerdi.
Boy boydu sevdaları.
Su gibi idi adamın aşkı.
Şerbetliydi kadın anlatıcı. Öyle ya,
sahip çıktığı hangi hikâye ise solunda taşırdı ama kim sorsa, sağcıyım derdi
oysa bilemezlerdi kadının sağdıcının aslında ortacı olan annesi olduğunu.
Okumamıştı anasıgil ama okutmuştu
kızını.
Hikâye gözlüm, derdi de başka bir şey
demezdi.
Yazardı hikâye gözlü kadın ama
duymazdı evrenin evrelerine rest çektiğinin de uzağında, soluklandığı tüm satır
başlarını sokağı bellemişti ne de olsa.
Gün geldi. Evet, artık bitirmek
zorunda oldukları o birlikteliği nazla niyazla sürdürdükleri yetmezmiş gibi kalantor
gölgeler vermişti de hükmünü çoktan.
Ve rollerini değiştirdiler. Değişen
ya da kanıksamak zorunda kaldıkları… İşin aslı yorgun cümleleri telaffuz etmek
harbiden de umutlarını ve ümitlerini tarumar etmişti.
Ve nakşettiler aslında olması
gerekendi epeydir erteledikleri ve uzun soluklu cümleleri tehir ettiler kısa
süren mutluluğun da racon kesen ahkâmlarıyla.
Kayıtsızlığın belki de kararsızlığın
son durağı ki haybeden yazdıkları ne ise, yine karamsar tabloları parçaladılar
sabaha taşıyacakları pişmanlık ile.
Kırık kanatlarını geride bıraktı
kadın ve hikâyelerini evrenden çaldı zaten geçici süreliğine emanet etmişti.
Emanet gibi ne ise sahiplenen adam
ise, tek tek tahayyül etti yapması gerekeni ve soluklandılar bir arada, nöbete durdukları o vakur sayfada.
Hazır mısın, der gibi birbirlerinin
gözlerine baktılar ve kendilerini bıraktılar kör sahafın yangın çıkan dükkânında
yanmış diğer kitaplarla olan son yolculuklarına.
Hadi, dercesine bir solukta içti
sigarasını kör sahaf.
Aslında dumanın kutsadığı o vakur
yalnızlıkla ve aymazlıkla demir atan hüznü de bertaraf etmek istercesine.
Tutuşan sayfaların arasından gelen
iniltileri duymazdan gelen sahafın ileri gelen müşterileri ellerini açtılar ve
başladılar dua etmeye lakin ne gökten iniyordu yağmur ne de…
Devamı olmayan bir hikâyenin son
satırına şerh düşülmüştü yine iblisin oyununa gelen aşk meleği, sura üfleyen
İsrafil’in neden bu denli aceleci olduğunu anlamazdan gelip bir solukta geri
adımlarken bu bitimsiz hikâyelerden kaçıncı olduğuna değil de hükmen mağlup
geldiğine ant içip üstelik bir anda.
K/ayıplarını görmezden gelen okur
severler bilmese de bu aşkın mağlubiyetinin hangi ölçüde mağdur olduğunu, için
için söylenen melekler başını okşadılar, yatakta okudukları çocuk hikâyesinin
kayıp mürettebatından bihaber, uyuya kalan çocukların.
Belki de anneleriydi, bitmeyen hikâyenin
ne zaman ve ne şekilde noktalanacağını bilen tek görgü tanığı.
Şiirle yatıp kalkan adam artık hikâye
soluyordu ve ölü hikâye anlatıcısı ilk ve son kez bir şiiri mezar belledi.
Kitapların kuytusundaki o ısrarlı
beraberlik tozlu sayfalarına gömüldü edebiyat tarihinin.
Bir varmış ki bir de yokmuş aslında
şiir başlıklı aşkların adsız kahramanları, edebiyatı aşklarından da üstün
tutarken…
Sızan imgelerin dumanını soluyan tüm
zehirli cümleler mademki mesken bellemişti hafızasını okuyucunun, yeni şiir
adamlar ve hikâye kadınlar yeniden doğmaya mahkûmdular zira okuma aşkından kim
mahrum tutardı ki hele ki yazmanın büyüsü ile evrilen hayatın dönemeçlerinde
yazar ve şair kimliği ile yaşamaya yelken açmış nicesi bir solukta sevip
içerken kelimeleri?