Düşleri kurutmalı,
Islak lal olanları saklamalı da
Bir nidadan sızan heceleri
yerleştirmeli sonra
Koruk düşler hizasına.
Tutulan çeperinde yüreğin,
Namert bir inkâr adına yiğidin
terennümüne
Solgun bir güfte tadında
Ve uzun uğraşlar sonucunda
İz bırakan tınısında sevdanın mağlup
bir düşman edasında
Hele ki geçit vermeyen hangi siperse
Yine konuşlu görünmeze,
Kaypak bir de sureti varsa
Ölü kuşların istilasında şiir ve ölümlerin
şurasında nice yanılsama.
Dervişlerin cumhuriyet bellediği
şiirlerden arakladığım hüzne teğet geçen o basireti bağlanmış cümle sağanağı.
Çelimsiz her biri aslında mecalsiz
bir dokunuşla savurmak istiyorum öncesizliğimi ve tokalaştığım her yarın mağduriyetini
an’a devrediyorum bir anı hükmünde.
Koyu teni iblisin aslında şeytani
parıltılarına tanık olduğum hangi çift göz ise öyle ya: insanları ya
soluklarından tanırsın ya da leş zihniyetlerine hükmeden gözlerinden.
Bir günü devirmekse varlığın hikmeti,
Eyvallah.
Bir sureyi giyinmekse günün sair
vakti, en güzeli yine bürünülen sessizliğin ifşası hele ki Hakkın nezdinde
varlığıma asla tamah etmediğimin de birincil göstergesi.
Diplomalarımı kaybettim taşınma
telaşımda ve aşklarımı nasıl da savurdum evren boşluğuna hele ki kiraya çıkan
sancılarımı mademki rehin bıraktım bu da bir savunma mekanizması belli ki;
h/içliğimi teyit ettiğim.
Devrandan hayale uzanan aslında
hayallerin izdihamında bir katre de olsa mutluluğu buyur etme isteğim. Çok mu
zor?
Gidişatın getiri-götürü çizelgesinde
pek de kolay gözükmediği aşikâr bu yüzden anlık mutluluklarla çıkmalı yola.
Bir serpinti aslında mutlak kaygıları
algı düzeyinde en aza indirgemek sonra da kayıtsız bir tonlama ile birikenlerin
istilasında hakkaniyetten çıkıp da yola lal bildiğimiz bir giysiye bürünmek
biraz kıvransa da benlik.
Derinlerin dil-i zarı, serkeş gönül,
tufanlardan çaldığım aklımın giriftlerinde biriken o içli hezeyan.
Yürekler torbaya girdi madem geceleri
de yoralım, gündüzün mevkisine nakşeden hangi defolu yalnız küme ise yalanların
satılmadığı bir dünya özlemiyle aşkı şiar bildiğimiz yanlı gece?
Bizler ki; kelamın derininde üreyen
acıları saklıyoruz şiir bedenlerimizde ve bizler ki, serzenişin rotasında bir
tahakkuktur ki sür-git güncelliyoruz aklın balyalarını hele ki Çingene
kadınlardan dökülen çiçek tohumlarını derleyip toparladığımız gönül tarhında.
Acılar mı soyut bizler mi fazla
kavruğuz?
Günle gecenin zıtlaştığı tüm
iklimlerde yol almayı mademki meziyet bellemişiz…
Günah tohumu hangi satılmışlıktır da
pervazında dokunaklı bir naaş bekletiliyor ölümün tezgâhında anlık bir
mağlubiyet kadar da olası?
El yordamı sevmeyi bilen kim ise.
Mağdur hangi kümelenme ise mensur bir
düşte verilen kayıpları sarı benizli hükümlerle eşleştiren.
Doğurgan gece, doğurgan dize ve
doğmamış nice şiir üstelik şairin güncesinde bilfiil esefle kınarken kırık
kalemini. Belli ki yürekle eşleşen bir girizgah, yine şiirin asla başının öne
düşmediği.
Bir aşkı niyaz bilip bir de
satırlarda ölüp dirilmeyi şiar eylemişken.
Hangi rütbedir vatan aşkına üstüne
gelen ve hangi niyazdır yine şiirin tadından yenmez de yanında şakı cinsinden o
metafor tufanı?
Sevgilerden nefrete uzanan bir yol
değil asla bilakis sevda masallarında, korunaklı dünyalarını yok sayıp,
düşmüşken yollara ve şehirlerin gizeminde şiirle yatıp şiirle yıkanan ruhların
en şanlı yolculuğu.
Sırların kefene girdiği; meziyetlerin
bir rütbe edindiği ve aşkın kabulünde sayısız tesadüf izleği ile çemberine
girdiğimiz o devasa boyut.
Hükümranlığında nice duygu belli ki
aklın pazarında küfe küfe taşıdığımız kimine göre aşırdığımız ama arş-ı alaya
çıkmasına asla engel olamadığımız aşkın hükümlerinde sere serpe uzanmışlığımız
üstelik şiirleri kefen, şairleri derviş bellediğimiz.
İçimin dingillerinde zaruri bir
tebessüm ve saf kan bakışların metazori o çömez yansıması.
Her satırın sol yanında; her dizenin
son hecesinde belli ki kayıtsızlığın reçetesi yazmamak adına sırdaş bir sükuneti
şiar edinirsem.
Hayatın girizgahında küflü bir anı
mahiyetinde yine içimde devinen sayısız ritüel ve farkındalık kazandıkça birer
çığ olma yolunda her düşünce ve duygu karnavalı ile şenlik babında zaman yine
yazmanın kerameti.
Muhterem ve delişmen fıtratı üstelik
uzamında bir kalıp buzdan arda kalan o su birikintisi. İşte topraktan gelip
toprağa giden biz fanilerin ardına serptiği o çakıl taşı kadar da belirteci sadece
hüzne delalet zaman zaman, ne de olsa mutlu şarkıları asla sevmedik.
Kırık notaların kırgın siluetlerine
rast geldikçe hele ki temkinli sırlarımız var iken yine serlere ihanet
ettiğimiz.
Gürültücü her biri onca terk
edilmişliğin kalıntısında sayısız ipucu yine ölümünü sorguladığımız hangi aşk
ise ve mihenk taşı yine sabır yüklü mizaçların tahayyülünde bilinmez bir rotada
toplanan.
Evrelerin dalya dediği kara kuru
satırlar ve örmekle mükellef hangi şiirin hangi uzantısı ise yine şairin
peşrevinde kocaman bir yanılgı ise korunaklı satırlar.
Yağmalandıkça dünya ve çığlıklar
boğuklaştıkça, her şiir her çocuğa mezar; her yeni gün bir evvelki gecenin inkârı
ve her kuytu, aymazlığın dik alası.
Ela şiirlerden edalı ahkâmlar ürüyor.
Sanrıların sancılarla ahbaplığı ve
kayıtsız gözyaşları üstelik ağlamaklı bakışlarda ölümün teğet geçtiği hülyalı
şuurlardan damlayan sözcüksüz yaşamlar.
Dilin bazen yetersiz olduğu ama asla
korunaklı satırları yağmalama isteğinin de sonlanmadığı.