"Rabbim onu bana unuttur!"

            Nasıl bir duadır bu?

            Nasıl bir sevmektir?

            Elde değildir sevgili, vuslat mümkün değildir.

            Çaresizlik kol geziyor bunu söyleyen adamın ruhunda.

            Kalbi can çekişiyor.

            Hiç tanımasaydım onu keşke.

            Hiç duymasaydım duasını.

            Hiç yazmasaydım.

            Serde yazarlık var işte, dayanamıyorum.

            Yürekte aşk var.

            Rabbim onun duasını kabul et.

 

            Bir adam tanırdım gecenin karanlığını üzerine giyinip gezerdi sokaklarını Karakoçan'ın.

            Kimi kimsesi var mıydı yok muydu bilmiyordum.

            Varı yoğu neydi...

            Yüreği hüzün doluydu, görüyordum.

            Gözyaşlarını Kalecik  Barajı'na akıtırdı.

            Öfkesini Kuruca'ya boşaltırdı.

            Sevdasını ise içine saklardı.

            İçi Gültepe Mezarlığı'ydı.

            Dışı seven bir adamın yalnızlığıydı.

            Ohi gibi akıp giderdi Karakoçan'ın koynunda; sahipsiz, bakımsız ve bir kenara koyulmuş gibi.

            Çiftlik Caddesi mekânıydı.

            Çiçek tarlaları uğrağı...

            Sevdiği ise son durağıydı.

            Olmadı.

 

            Dudağında hep yarım bir sigara duruyordu.

            İçiyor muydu sigarayı yoksa sigara mı içiyordu onu anlamıyordum.

            Uzardı külü sigaranın görürdüm nar kırmızısı ateşinde ve onun sesini duyardım yanımdan geçerken cılız ama içli bir şekilde.

            "Rabbim onu bana unuttur" diye.

            Of çekerdim her duyuşumda.

            Ah çekerdim.

            Sabır dilerdim.

            Ve onun bu derdi beni de sarardı baştan ayağa.

            Ağlardım gecenin karanlığında.

            O sevdiğine ağlardı, ben de ona ağlardım.

            Bu nasıl bir sevda?

            Bu nasıl bir imtihan ya Rabbim?

            Düşman başına...

 

            Bir gün konuşma fırsatım oldu onunla.

            Gözlerinin içinde bir ben vardı.

            Onu sordum ilk:

            - Gözlerinde ben var değil mi? diye.

            - Yârin tecelli ettiği yer. dedi ve devam etti:

            - İkamet ettiği... Gözümdeki yâr izidir o, derdi.

            Esasında sevgiliyle göz göze geldiğinde sevgilinin onun gözünde bıraktığı göz iziydi o.

            - Dayanamıyorum, yüreğimi her gün söküp alıyorlar göğsümde öyle hissediyorum. Göğü çekip almak gibi şeydir demek istediğim.  Başını eğerdi ve yere bakardı. Baktığı yeri yakardı.

            - Seni anlamak için cehennemi yüreğe koymak lazım. Bu kadar yanan bir yüreğin elbette kokusu da yanık olacaktır. Sözleri elbette kalbe tesir edecektir. derdim ama nafileydi dediğim. Farkındaydım. Boş durmayayım diye konuşurdum. Aşkı aşığa anlatmanın anlamsızlığı içindeydim.

            Dağa seslenip 'Başında kar var!' gibi bir saçmalıktı bizim ona bir şeyler söylememiz. Yüce dağ başı bilmez mi karını? Âşık bilmez mi yüreğindeki misafirini?

           

            Sordum bir gün ona:

            - Rabbim onu bana unuttur! nasıl bir duadır diye.

            Acı bir şekilde güldü.

            - Yâr bedduasıdır bu. dedi. 'Beni asla unutama!' dediydi vaktinde. Ben de unutamıyorum bu yüzden yardım istiyorum rabbimden.

            - Sanki de unutturma der gibisin.              

            - Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip! demişti ya Fuzuli, benimkisi de aynı mesele... Kime ne?

 

( Yar Bedduası başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 12.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.