Cümle kurma özürlü olmam muhtemel yoksa böylesi paranoyalar yaşamaz ve yaşatmazdım.

 

Kelime tufanlarında, başımın dik olması gerekirken, sığındığım cümlelere sokuluyorum usulca ve başımı yaslıyorum hem de dünün özrünü yok sayıp, kim ise inciten incitme ihtimalimi de göz ardı etmezken.

 

Kifayetsizliğin sırdaş; aşkın rabıta; sevi dilinin ise ortak lisan olduğunun bilincinde yaşadığım yıllardan kalan mecazi bir hikaye sanki, yaşadığıma kani; yaşattığıma dair duyduğum şüphe ve yaşama ihtimalimin olup olmadığı mutluluğu.

 

Sebepler aradıkça dirayetimin kırıldığı; sevdikçe için için köreldiğim ve sevgiye meyyal hayallerden bile sıdkım sıyrılmışken.

 

Ne aşklara özeniyorum ne de mutluluğa.

 

Ne yaftalıyorum ne karşı çıkıyorum ama ıslah olmasını arz ediyorum evrenden: Önce içimdeki saflığın burnu Kaf dağındayken, solumdaki özrün Pişekâr savunmasını sunarken İlahi Mercie sonra da saf tuttuğum o yakın hava sahanlığında, olur da muteber bir sancı ile kesişir yolum yeniden diye.

 

Söz asla savunmanın olmadı madem.

 

Sivrilen cümleler mademki diken misali battı yorgun yüreğime.

 

Mademki bir gül olmayı dahi becerememişken hele ki; başım her yana düştüğünde üç beş yaprağın daha koparıldığına kani…

 

Çiçek tarhımda, mutluluğun keşfine çıkan çömez bahçıvanıyım yine gönül bahçeme sunumu İlahi Aşkın, beşeri aşkların çetelesini tutmakla yoğrulduğum ve evren bihaber iken biteviye çınlayan kulaklarımın ve ben her kim tarafından anıldığımı da bilmeden ve andıklarım da bihaber iken kime neyi anlatma telaşımda olduğumu.

 

Beylik telaşlarım yok aslında hanım hanımcık cümleler kurmalıyım ve özümü koruduğum kadar, asaletime de sahip çıkmam gerekliliğini göz ardı etmeden ve bir ömür hükmeden kurallara da riayet edip… üç noktalı yalnızlığıma ise şerh düşüp, içinde yüzdüğüm bu deryanın da menşeinin ne olduğunu bilmezken.

 

Sağanaklar bitimsiz aslında anmakla müteşekkil ama sunmakta tereddüt geçirirken sonra da bilinmedik bir vakte denk düşüp, yüreği isinden arındırmak adına üstüne üstük, beğeni yeti’min sürekli ivme değiştirdiği ve ben üstü kapalı cümlelere sığınıp, sığıntı bir hikâye kahramanı olmaktan öte gerçek dünyanın çarpıklıklarına da sessiz kalamadığım sonra da gelip kapımı çalanlar, sormakla iştigal hem de neyin neyden ötürü bu denli anlamsız ve karmaşa yüklü olduğunun da bir açıklamasını sunamazken.

 

Devşirmeleri gibiyim Osmanlı tarihinin belki de en sırık imgeyim şu duygu tarhında, korkuluk misali, örtüştüğüm duygularımdan yine benliğimi korumak adına gelin görün ki; görücüye çıkan ne ise, bu sefer beğendirme telaşındayım üstelik en nankör okuyucunun da yine kendim olduğunu kabullenip…

 

Ve evet, bihaberim gerçeklerden aslında imişim, demem lazım zira algılarım sadece içe dönüktü uzun zamandır ve dış etmenler sırıttıkça ben de ağlamaya başladım/başlamışım yerli yersiz. Şimdi gelseler ve sorsalar, nedir maruzatın, diye belki de insan haklarına baş vurma ihtimalim bile var lakin; en çok yakındığım yine kendimden kaynaklı belki de ben-merkezci olmanın bir sonucu iken şu içine düştüğüm kaos.

 

Ne bedensel ne ruhsal ne de akli belki de hiçliğin tek beratı iken, varlığın hegemonyasındaki şu ben-özürlü cümleler kurmama isteğim yine de söz dolaşıp geliyor merkezin sarkacında yine tek nokta iken eksenlerin kesiştiği ve ben hala nasıl oluyor da; iki nokta arasındaki en kestirme yoldan gideceğime sürekli kavisler çiziyorum?

 

Sarkıtlar eridikçe ve hücrelerim öldükçe.

 

Türedikçe hezeyanlarım ve ben inkâr ettikçe.

 

İdin üst-ego ile sürtüşmesi bu sefer psikanaliz sentezler üretme istemim.

 

Derken maneviyatın doruğunda kanıksadıklarım ve olması gerekenler…

 

Sosyolojik faktörler.

 

Psiko-sosyo dinamikler.

 

Ve korelasyon sancısıyla büyüttüğüm iç ritmi yine odağında kaygı ve korku sarmalına haiz üstüne üstük düşkün bir imgenin de tahakkümünde ve her nasıl oluyorsa yoldan çıkmış iken tüm gel-gitlerin zaruri sunumu iken mutsuzluk eğrisi.

 

Özrü kabahatinden büyük şiirler ürerken, boyu boyuma, huyu huyuma uygun da önyargılar sunmalı zannımca.

 

Tenimizde hafif bir bronzluk taşıma lüksünü mademki çok görmüyoruz vicdanlarımızdaki karartıyı nasıl oluyor da görmezden geliyoruz?

 

Vicdan muhasebesinden arda kalan o kayıtsızlık belki de külfet bildiğimiz sevginin mezarını kazmadan diri diri gömdüğümüz farkına varmadan içimizin tok sesinde aç bir nefse göz yummak kadar da gereksiz bir fiiliyat gerçekleştirme istemi.

 

Konuşmak nasıl da faydasız aslında düşünmek ve yormak da hele ki katmanlarında duyguların, bir açılım getirmek sonra da metazori bir suskunluğa bürünüp, lav ettiğimiz o diri cehalet.

 

 

 

( İlahi Aşkın Sunumu... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 16.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.