RUHUNA  HER GÜN  YÜZLERCE,  BİNLERCE  FATİHA  OKUNAN  AYYAŞ  MUSTAFA.


Bu  senenin  Ramazan  ayıydı.  Bir  iş  için   Kadıköy'den  motorla  Eminönü'ne  geçtiğimde baktım  öğlen  ezanı  okunuyor.  Tam  karşımda  Yeni  Cami  var  ama  ben  camiye  varıncaya  kadar  cemaat  namazı  kılar  çıkar.Çünkü  herşeyden  önce  o  merdivenleri  çıkmam bayağı  bir  sorundur.   Peki  daha  yakında  bir  cami  var  mı?  Dikkatle  kulak  kabartınca  oldukça  yakın  bir  yerden  de  ezan  sesleri  geldiğini  duydum.  Hemen  sese  doğru  yöneldim  ve  en  fazla  100  metre  ileride  önünden  belki  de  bin  defa geçtiğim  ama  merak  edip  de  içine  hiç  girmediğim  bir  camiyle  karşılaştım:  Ahi  Çelebi  Camii.

Biraz  zor  da  olsa  farza yetişmiş,  cemaatle  kılmıştım  namazı.  

Namazdan  sonra  caminin  girişindeki tanıtım yazısını  okuyunca  gözlerime  inanamadım.  Zira  bu  Cami  pek  çok  özellikleri  olan  bir camiymiş.

Birincisi  Bu  caminin  tanıtım  yazısısında  ''  Helal para  ile  yapılmış  cami''  diye  yazar.  O  zaman  da  insanın  aklına  şeytan  ''  Hımm  demek  haram  parayla  yapılan  cami de var  ki  burada  bu  özellikten  özellikle  bahsedilmiş''  Diye  bir  soru  gelir.(  Yok  yok  şeytan  benim  aklıma  getirdi  bu  soruyu  genelleme  yapmayayım.) 

Daha  önemlisi ise  caminin  hikayesidir.  Zira  cami  ta Fatih  Sultan  Mehmet  döneminde   Ahi  Çelebi  adındaki  hekimbaşı  tarafından  yaptılmış,sonra  defalarca yangın  tehlikesi  atlatmış  ve  nihayet  Mimar  Sinan  tarafından  bu  günkü  haline  getirilmiş. Fakat  camiyi  ilginç  kılan  bu  değil.  İlginç  olan Evliya  Çelebi'nin  bu  cami  ile  ilgili  anlattıkları:

 Evliya  Çelebi, İstanbul'daki evinde uykuyla uyanıklık arasındaki rüyasında kendisini bu camide görür. O sırada cami nurlu bir cemaatle dolar. Yanına oturan kişiye kim olduğunu sorar. Kendisi Sahabeden Sa'd bin Ebi Vakkas'tır.

- Ey Evliya Çelebi, Birazdan buraya bütün peygamberlerin ruhları, bütün sahabe, bütün alimlerin ruhları gelecek en sonunda Peygamber Efendimiz, torunları Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, Ehlibeyt ve Oniki İmam bu camiye gelip sabah namazı kıldırıp gidecek'' der.

Evliya  Çelebi, Hz.Peygamber camiye teşrif ettikten sonra Hz.Bilal-i Habeşi ile beraber kamet getirip müezzinlik yapar. Hz.Peygamber sabah namazının farzını kıldırdıktan sonra Evliya Çelebi Kur'an Kerim okur.

Daha sonra Evliya Çelebi büyük bir heyecan içinde; ağlayarak Peygamberimiz (s.a.v)'in elini öper ve "Şefaat Ya Rasulullah" diyecek yerde Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in heybetinden ve güzelliğinden dolayı dil sürçmesi olur "Seyahat ya Resulallah!" der. Bu dil sürçmesi Resulullah (s.a.v)'in çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek: "Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! " buyurur.

Sadece Sa'd ibni Ebi Vakkas (r.a) durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebi'nin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir: "Yürü korkusuzca gaza eyle ve Allahın hıfzında (korumasında) ol. Sana müjde olsun ki, bu mecliste ne kadar mübarek ruhlarla görüşüp elini öptünse, cümlesini ziyaret etmek müyesser olur. Dünyayı gezen benzersiz gezen tek seyyahı olursun. Gezip dolaştığın memleketleri, kaleleri, ilginç ve garip eserleri, oraya ait olan meşhur yiyecek, içecek, giyecekleri anlatan bir eser yaz. Dünyada ve ahret de benim oğlum ol. Ekmek ve tuz hakkını gözet. Sadık bir yâr ol. Yaramaz kişilerle yâr olma. İyilerden iyilik öğren!"

Sa'd ibni Ebi Vakkas (r.a) bu öğütleri verdikten sonra, Ahi Çelebi Camii'nden çıkıp giderken Evliya Çelebi'ye "Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!" dedi.

İşte  böyle  bir  hikayesi  olduğu  için  Ahi  Çelebi  Camii  bana  oldukça  ilginç  gelmişti.  Ancak  camiden  çıktıktan  sonra  çok  daha  şok  olduğum  bir  şeyle  karşılaştım:  Hemen  Caminin  bitişiğindeki  bir  türbeydi  bu.

Şimdi diyeceksiniz  ki  ''Bir  türbenin  nesi  ilginç  olabilir  ki?  Alt  tarafı  bir  türbe?''  Yok  öyle  değil.Bu  gerçekten  de  ilginçti.  Çünkü  türbenin  kapısında  iki  isim  yazıyordu.  Yani  içeride  iki  önemli  zat  yatmaktaydı.

Bu  iki  önemli  zattan  birincisi  İstanbul'un  fethine  katılmış  bir  Evliya.  Adı  :Şeyh  Abdurraif  Şamdani.  

Bir  şeyhin  türbesi...  Bunun  nesi  ilginç?

Ama  o  şeyhin  yanına  defnedilen  kişinin  kim  olduğunu  öğrendiğinizde  sizin  de  (  Eğer  konuyu  bilmiyorsanız  ) ''  Vay  canınaaa''  diyeceğinizden  eminim.

Evet  o  şeyh  ile  aynı  türbede  yatan  diğer zat  ayyaşların  piri  Mustafa...Yahu  bilirsiniz  Bekri  Mustafa'yı.  O  da  Evliya  Çelebi  ile  aynı  yıllarda  4.  Murat  Döneminde  İstanbul'da  yaşamış  meşhur bir  ayyaş...

İşte  çok  fazla  içkiye  düşkünlüğü  sebebiyle  '' Bekri''  diye  anılan  Bekri  Mustafa  da  aynı  türbededir.  Türbe  kapısının  girişindeki  yazı  ise  sizi  daha  da  şaşırtır.  Zira  ''  BEKRİ  MUSTAFA  HAZRETLERİ  RUHUNA  FATİHA''  Diye  yazmaktadır

Bekri  de  olsa  bir  Müslümanın  mezar  taşına  ''  Ruhuna  Fatiha ''  yazılır  mı?  Elbette  yazılır  ama  bir  ayyaş,  bir  şeyh  ile  aynı  türbeye  konur  mu?  Haydi  onu  geçtim  hayatı  boyunca  kellesini  bile  hiçe  sayarak  içmeye  devam  eden  bir  insan nasıl  '' HAZRET''  Olur?  

Olmuş  işte...

Mezarı,  Bedrettin  Dalan'ın  Haliç',i  temizleme  projesi  esnasında  tesadüfen  bulunan  ancak  bulunduğu  tarihteki  mezar taşındaki  Rumi  1318  Tarihine  bakılacak  olursa  1902-1903  tarihinde  mezarı  yaptırılan  Bekri  Mustafa'nın  mezarı   daha  sonra  Şeyh  Abdurraif  Şamdani'nin  türbesine  taşınmış.  Yani  1903 de yaptırıln  ve  mezar  taşında  ''  Bekri  Mustafa  hazretlerinin  ruhuna  fatiha''  Yazan  mezar  yıktırılmış.  

O  mezarı  kim  yaptırmış peki?  Rivayete  göre  kendisi  o  mıntıkaya  gömülmey,  vasiyet  etmiş  ve  öldüğünde  dodtları  oraya  defnetmişler.  1903  yılında  da  Rum  Foti  adında  bir  meyhaneci  ve  meyhanenin  müdavimleri  Bekri  mustafa'nın  mezarını  bulmuş  ve  yaptırmışlarsa  da  daha sonra  kaybolmuş  mezar  yine  kaybolmuş. 

Peki  meşhur  ayyaş  Bekri Mustafa  nasıl  olmuş  da  ''Bekri  Mustafa Hazretleri '' olmuş?  İşte  onun  hikayesini  bilmiyorum  maalesef.  Zaten  o  hikayenin  peşinde  de  değilim. 

O  hikayenin  sırrı  sanırım  bir  başka  büyük  alim  ve  evliya  olan  İbrahim  Hakkı  Hazretlerinin,  oğlu  Zakir'e  söylediği  şu  sözlerde  gizli:  ''  Harabat  ehlini  hor görme  Zakir.  Defineye  malik  viraneler  var.''  

Bizim  yıllarca  ayyaş  olarak  gördüğümüz ve  tanıdığımız,  daha  doğrusu  bizlere  öyle  tanıtılan  Bekri  Mustafa'da  yüce  Allah  nasıl  bir  başkalık  gördü  de  her  gün  onun  ruhuna  yüzlerce,  binlerce  Fatiha  okutuyor  Ümmet-i  Muhammed'e  bilinmez.  Onu  ancak  Allah  bilir.  

Hallac-ı  Mansuru  bilirsiniz  mutlaka...  İlginçtir  ki  Bekri  Mustafa  da  hallaçtır.  (  Yorgancı  yani )  Hani  diyorum  ki  Hallac-ı  Mansur'u ''Ene'l  Hak''  dediği  için nasıl  yanlış  anladıysak  ,  bir  başka  hallaç  olan  Mustafa'yı da  yanlış  anlamış  ve  değerlendirmiş  olabilir  miyiz?  Allahu  alem  öyledir.  Çok  şükür  ki bu  ikinci  hallacın   -canlı  canlı-  dersini  yüzerek  öldürmemişiz.  O  41  yaşında  sirozdan ölmüş.

Bu  yazıyı  yazmama  sebep  olan  Filiz  Şahin'in ,  face  booktan  bana  gönderdiği  fıkra  ile  noktalıyorum.

Bekri Mustafa, yoksul bir mahalledeki "Küçük Ayasofya Camii"nin önünden geçmektedir...
O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'yı "hoca" zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
"Yok, ben hoca değilim" dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
"Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya'ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar..." dedim.

Aslında  şu  fıkrada  bile  anlayana  ne  güzel  öğütler  vardır  değil  mi?  O  ayyaşın  sözlerindeki  manayı  kavrayabilseydik  bu  gün  ''  Yanılmışım ''  der  miydik  acaba? 

Evet... Bir  gün  bir  camiye  girdiğinde imamın  vaazda  '' Ahirette öyle bir  yer  vardır  ki  orada  herkes  eşittir.  Kimsenin  kimseye  üstünlüğü  yoktur.  Hüzünle  gelen  orada  neşeyle  dolar.  Bilin  bakalım  burası  neresidir?''  Demesi  üzerine  ''  Tabii  ki  meyhane''  Diye  cevap  verecek kadar  pervasız, açık  sözlü, lafını  kimseden  esirgemeyen ve  ayyaş  bir  Bekri  Mustafa,  bakarsın  ruhuna  her gün  fatihaların  okunduğu  ''Hazreti  Bekri  Mustafa''  olmuş...

Velhasılıkelam  '' Allah  bilir.  Biz  bilemeyiz. ''

-------------------------------------------------------------------------------------------------------
RESİMLER: 

1- İstanbul-  Eminönü'ne belediye  otobüs  durakları   ve  Tur-Yol  motor  iskelesinin  hemen  yakınında  olan  Zindan  Han  ya  da  Zindan  Cafe  denen  mekandan  yeşi  ok  istikametlerinde  gittiğiniz  takdirde  Ahi  Çelebi  Camiine  ve  Bekri  Mustafa'nın  türbesine  ulaşabilirsiniz.  Kırmızı  ok  istikameti  duraklar  yönüdür.  Cami  ve  Türbe  İstanbul  Ticaret  Üniversitesine (  Eski  İstanbul  Ticaret  Odası )  oldukça  yakındır. 

2- Ahi  Çelebi  Camii

3- Ahi  Çelebi  Camiinin  giriş  kapısı

4- Şeyh  Abdurraif  Şamdani  ve  Bekri  Mustafa'nın  türbesinin  dıştan  görünüsü

5- Türbe  dışında  ''  Hazreti  Bekri  Mustafa  Ruhuna  Ftiha  yazısı

6-  Türbenin  içten  görünüşü  ve  türbedarı.  Girişteki    sanduka  Abdurraif  Efendi'nin,  arkasındaki  sanduka  ise  Bekri  Mustafa'nın  sandukası. 

( Ruhuna Her Gün Yüzlerce, Binlerce Fatiha Okunan Ayyaş Mustafa. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 20.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.