Dingin ve karanlık bir gökyüzü, parlak yıldızlar, hafifçe esen kıyı meltemi, sevişir gibi kumsalı okşayan dalgalar, ıssız sahil, uzaklardan gelen müzik. Karşı kıyıda Midilli ve hemen yakınımızda hissini veren çeşitli renkte ve desenlerde ışıklar. Diğer yanda Dikili’den Altınova’ya kadar uzanan sahil şeridinden süzülen ışıklar. Ara sıra öten gece kuşları, seyrek te olsa yoldan geçen araba sesleri arasında uzayın sonsuzluğuna dalan gözlerimle ne düşündüğümü bile tam olarak tarif edemediğim karmaşık duygular içindeyim.

 

Bir umut, bir heyecan, bir beklenti kalmamışsa yaşanılan hayattan, yarınları düşünmenin ne anlamı olabilir ki? Üstelik birde yaşamı mutsuz kılan geçerli bir neden varsa. Zamanın akışını anlamak, gece ve gündüzü, mevsimleri, yılları sorgulamak bu meyanda anlamsız bir çaba olacaktır. Hızla akan zamanı yakalamak neredeyse mümkün olmuyor. Hele ellili yaşlardan sonra günler neredeyse saat kadar, hatta dakikadan bile kısa geliyor insana. Nerede o gençlik yıllarında okuma, iş hayatına atılma, geleceği planlama gibi zorlu uğraşlar arasında bir türlü geçmek bilmeyen zamanlar?

 

Yaşamın tek ve en acımasız gerçeği ‘’Ölüm’’, ömrün ilerlemiş yıllarında insanın duygu ve düşünceleri arasında kendisini iyiden iyiye hissettirirken, telafisi olmayan zamanlardan geçildiğini bilmek, yaşanılmayan ve yürekte saklı kalan bir yaranın acısı ile boğuşmak, sanırım hayatın belki de en zorlu zamanları, çile ve ıstırap dolu anları olmalıdır.

 

Dünya’dan gidişin geri dönüşünün olmayacağını kabullenirken, yarım kalan aşkın acısı, her an her saniye insafsızca bedenimin her yanına bıcak gibi saplanmaktan geri durmuyor. Duygular karmaşık, karışık ve anlamsız, yürekte derin bir hüzün. Canımın çok yandığını bilsem de, bu durumu düzeltecek ne zamanımın ne de gücümün olmadığının farkındayım. Umutsuz bir aşkın elinde salıncak gibi sallanıp duran yürek için ölüm, içine düşülen açmazlardan, beyhude çırpınışlardan kurtulmayı başaracak bir sığınak, bir liman gibi durur karşımda. Hiç olmazsa o gemi, çok daha fazla acı çektirmeden bir an önce gelip bedenimde demir atsa. Sarsılmış ve umutsuzluğa düşmüş duyguların ıstırabı içinde ‘’O’’ kaçınılmaz sondan başka bir kurtuluş seçeneğimin olmadığının farkında olmak, huzura kavuşmanın belki de en güzel yolu olacaktır.

 

Bir çift gözyaşı yuvalarından çıkıp yüzüme doğru yoculuk yaparken gözlerim tekrar Gökyüzü’nün sonsuzluğunda. Yaşadığım hayatı, aşkı, geçmişi, yarım kalan hayallerimi, bu alemden göçenleri düşündüm. O ayrılış vakti gelince, her canlı gibi bende yok olacaktım elbette. Bu kaçınılmaz gerçek ve sonrasını düşünmek bile ürkütüyor ruhumu. Nice genç, ihtiyar, çocuk, sevgili, aşık zamansız, derin acılarla ve yarım kalan umutlarla göçmüştü bu Alem’den. Uzayın sonsuzluğunda şayet yeniden dirilmek varsa ki, buna inanan biri olarak, benimle aynı acıları yaşayan canlar, büyük bir muhabbet içinde çaresiz kalan ruhumu, huzur içinde bağırlarına basacaklardır. İşte benim tek teselli kaynağım böylesi duyguları ruhumda hissediyor olmamdı.

 

Aşk, cevapsız kalan bir bilmece gibi zamansız ve  mekansız bir anda konuk olur kalplere. Terketmeyi, bırakıp gitmeyi düşünmeyen, kalıcı bir misafir gibidir. Hiç acımadan dayanılmaz çile, ıstırap, mutsuzluk verir insana. Uyuşturucu gibi damarlara yerleşir ve tüm benliğimizi sarar. Kuşatılmış duygular, çıkışı kapalı tünelde kalmış hissi uyandırır insanın ruhunda. Ki bu hisleri uzun yıllar yaşadım ve son ana kadar yaşamaya devam edeceğimi biliyorum.

 

Ah şu mecburiyetler, sorumluluklar ve yaşam şartları yok mu? İçinden çıkılması zor bulanık su girdapları gibi insanı derinlere doğru çekiyor. Kurtuluş sadece bir hayal, mutluluk ve huzur şarkılarda kalan bir güzellik olarak sadece düşlerimde, rüyalarımda bile kendine yer bulmakta zorlanıyor.

 

İşin en can yakan kısmı tüm yaşanılan bu acıları paylaşamamak, birileriyle konuşamamak, aşağılanmaktan, alay edilmekten korkmak, sorumluluk ve mecburiyetlerden kurtulamamak. Yapabildiğim sadece, yaşadıklarımı dilim döndükçe, kalemim yazdıkça beyaz sayfalara aktarabilmek. İçinde bulunduğum şu an hislerimi, hissettiklerimi kelimelere dökmek bile o kadar zor ki, sahip olduğum edebiyat bilgimle ancak bu kadar yazmayı başarabiliyorum. Söylenecek, yazacak o kadar çok şey varki. Lakin ne kelime bulabiliyorum ne de duygularımı yazıya dökmeyi başarabiliyorum.

 

Ölüm denen gerçeğe son hızla yaklaşırken  her gün batımı derin bir hüzün sunar kanayan yüreğime. Yıldızlarla dolu sonsuzluğa bakarken kaçınılmaz sona yaklaşmanın verdiği sızı buruk bir mutluluğa dönüşür. İyi ki aşkı tanımış, o doyumsuz lezzetini tatmıştım. Vuslat gönlümde bir ‘’UKTE’’ olarak kalsa da.

 

Mehmet Macit

22.08.2017

Dikili/İzmir

( Ukte başlıklı yazı mucit55macit tarafından 23.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.