Zamandı yerleşke ve kuru gürültü,
Taşandan ziyade tayiniydi maktulün
O debdebeli hüzne emsal hoyrat
Figanında ölümün,
Ellerimde kanlı ve melun gözlere
yerleşik
Kıyama da duran evrenin atar damarı
Şah damarımdan yakındım maden manen
İlahi Güce, tanıklık eden
Yorgun sözcükleri mi es geçti hüzün
bile bile?
Şatafatlı göğün hizasındayım,
Beylik telaşları arıtırken içimden
hece hece
Kanayan sureleri bellemek dost yerine
Akan yaşa kudretini yüreğin,
Tümseklerde yana yakıla çöküşlerin de
yıl dönümü
Her kazanım bir yok oluş;
Her kayıp mizansen de yeniden doğuş.
Hoş bir reveransla için ukdeleri ile
boyadığım şatafatlı sözcükleri, şairin öznel makasına nazire edercesine
kırpıyorum bir yandan kırpık yıldızlar göz kırpıyor göğün boğumlarından.
Samanyolu’ndayım.
Yol ayrımındayım.
Kıtalar devirdim madem ve mademki
boca ettim içimin aryalarını kuru sıkı bir tebessüm sıkıyorum evrene, asılsız
mesnetlere aldırmadan döşüyorum bucağımı, döksem de gözyaşlarımı Tanrı
kuruluyor merhameti ile.
Bir dosyadan ibaretim.
Adım.
Soysuz hatıralarım.
Ve soylu bir soyadım kimine göre
soykırım kimine göre asılsız bir ihbarım belki de tıynetsiz bir mevsimim hele
ki aklımın kulelerinde ve yeşil darağacıma bakıyorum da.
Sadece bakıyorum ve akıyorum derya
deniz.
Kımıltılarda mevcudum zira kuramsızım
ve iç sızımda anlık bir tebessüm peyda oluyor ve zanlı bir yüz çeviriş.
Akıllı telefonum kadar da aptalım ve
kör bir abdalım.
Zaman ki yeknesak; aşk ki tutsak bir
akıllı hap ve aldıkça ve arttırdıkça dozajını ayrımına geliyorum dünün ve an’ın
ve tüm anılarımın ve haykıramadıklarımın oysaki iç hesaplaşmamda tek mesul yine
sınanan dirayetim ve tek savcı var oysaki evren bir mahkeme ve aklımın
hücrelerinde tutukluyum.
Bağnaz kim varsa.
Laik düzene tepki gösteren hangi ahkâmsa.
Hangi yandaşsa Allah’a uzak iblise
yakın.
Kıblem yanıyor. Meftunum, mecnunum,
kör bir dervişim hem de hamim sadece inancın uzantısında sevdalı bir iç çekiş
iken.
Göstermelik ne çok sevgi masalı ve
yalanlarla derlenmiş aşk hikâyeleri.
Yoksulluğuma aşığım.
Aşka âşık bir sureyim içiminde Leyla
yoksunluğunda yanık bir kelam ve hutbemde ölmekle yaşamak arasındaki o ince
çizgiyi mimlemiş iken aklın feryatlarına tepkisiz kalan hak malikleri, ben
soytarı bir kelamla geçiyorum kendimden; geçiyorum yalnızlığın bendinden ve
geçiriyorum içimin deryalarında hali hazırda kurtarılmayı da beklemediğim bir
kuyruklu yıldıza düşmüşken yolum.
Samanyolu’m.
Yıldız’m.
Çiçek bahçem.
Ve kuru bir gül’üm açmaya dair hiçbir
güncellemenin de olmadığı lakin toprağına ve inancına tutkun bir yazgıyı da es geçemezken
Tanrı.
Göllerin durgun yüzüyüm.
Denizlerin coşku bildiği bir tsunami
kadar da tehlikeden ırak yolculuklardan asla haz etmeyen.
Andım.
Andıkça anılmaktan yana biçare değil
de bihaber iken tüm duyumları Allah’a havale edip sırtımı yasladığım dağlarda
ulaştığım tepelerin en kuru dalıyım, daldıkça hayallere dalga boyu ölümlerin hikâyesinde
ölmeyi biat bildiğim.
Tutanaklarında kıblenin, soytarı
imlerin de tekelinde o bağcıklı kördüğüm.
Bir güldüğüm bir ağlamayı tehir
ettiğim ve dökümlü mizacımda gölge babında özlem duyduğum ölüm.
Sanrıların kuytusundayım, sarmalında
göğün, katıksızım her şiirde beni yok saydığım; her bulutta felek denen
mefhumun izlerine rast geldiğim ölümlü düşlerim kadar düşüşlerimde de bir
rahleye uzanma gayreti ile el pençe divan durduğum sessiz ve sözsüz mealim.
Kutsanandansa kutsayana yürek verdim
ve sırdaşımı yüreğe serdim hele ki anne yarısı yüreklerinde ecel yüklü deyişler
türeten teyze bozuntusu yüzü olmayan Çingene Kadınlardan kehanetler yüklendim.
Adımladıkça adlarını unuttuğum yeri
geldi mi adımı unutanlara gönderme yaptığım beyitleri sırtlandım bu sefer.
Deyişlerin mecazi tınısında rükua vardım, serdim aşkı ayaklarımın altına ve
tapınılası tek gücü kanıksadım tek aşk.
Sevi dilinde manzume tınılar.
Aşklara yüklenen yüzü olmayan insan
benzeri aykırı mizaçlar.
Soludukça nefreti sevgiden bihaber
sırdaş bildikleri kötülüğün neferi karayı da karalayan gece bekçileri.
Teyakkuzdayım madem.
Tevazu gösterdiğim bir ömrü mademki
hibe ettim ahvalime…
Sormadıklarımın cevabını gömdüm bu
gün.
Dün gömdüklerim dirildi ölüm bile
sırtını dönmüşken nifaka ve soytarı kelamların sırdaşı hangi kehanet ise telaffuz
etmekten imtina ettiğim heceleri böldüm bin parçaya, bölündüğümdü mademki
takdiri İlahi, neydi neyden kime kısmet denilen halıda, bir batılda soluklanan
niyazlarım bir de yürekte közlenen ıslah edilmiş fermanlarımda bir dokun bin ah
işit, diyen hezeyanlarım.
Aidiyet duygumdan da muafım ve
ıstırabın ayak izlerini silmekle meşgul çatık kaşlı bir şiirin kapısındayım.
Zaman daraldıkça içimde açan güller; suret soldukça damgalanan terimler yine
biteviye istirahatta ve yeniden doğmayı ertelemek adına ölmeyi meşk edindiğim,
aslında kayıtsızlığımla artık ait olmadığım bir dünyanın çıkış kapısındayım.
Manen öldüğüm, fiziken yürüdüğüm,
ruhen asılı kaldığım gök kubbe ve Hakkın nazarında dirilmekle mükellef sair
heceden oluşan iç fermanım.
Gönül diler’dilerden de muafım belli
ki sıdkı sıyrılmış deyişlerden yorgun düştüm ki tanımlamaktan ziyade yanlış
anlamlar nakşederken sayfa sayfa ve o tınıda ve o yalanda ve nice nice yürekte
saplanmış bir hançerin parmak izlerinden sorumluyum hele ki içimin çocuk neşesi
taşarken dizelerden, yarım yamalak mevta şiirleri gömerken en derine,
edebiyatın tüm imla hatalarından da sorumluyum zira ihlal ettiğimi biliyorum
aklımın dilbilgisinde bir tebessüm konduramamanın acısını yaşıyorum.
Sevdalandığım hangi şiirse ve
yaftalandığım hangi sonu kayıp hikâye…
Bir kuramda serili formülleri nasıl
ki ağıt bildim ve nasıl ki görmezden gelindim gün ve gece…
Hitap edilesi tek diyetim yok zira
dingin olmayan denizlerle hemhal tutturmuşum bir deyiş, gidiyorum şairin
sırrını da yüklendiğim gündüz gece ve varmaktan ümidi kestiğim içimin
isyanlarını da Tanrı’ya ihbar ettiğim her ölümlü cümle ve ölüm tadında
edindiğim izlenimdense sunduğum belli ki bir mükellefi de benim denmediklerin
ki diyenler değil dediğimdir makbul zira gün yüzü görmemiş bir şiir tadındayım
ve ölü şairini rahmetle andığım.