Zan altında onca dokunaklı sure

Yine yüreğin iştigal ettiği şehirlerde

Bir yarım ada tadında adından yoksun hezeyanlarda

Kopup geldiğim dünün hüviyetinde

Yetilerim sırdaş iken onca mağlup cümleye.

 

 

 

Sırra kadem basan bilinmezin aymazında çatı katı yalnızlığa paye vermekle geçti ömür madem ve bir de sarkacını yok saydık ömrün.

 

Dipsizliğin şuasında, yüreğin niyazında, saklı sandıkların sanmadığımız bilindik bir cümle iken kopup da geldiğimiz zaman denen ayraç.

 

Akla zarar hele ki kinayesi bol bir seyir iken imgelerin ışığında nükseden o dokunaklı tebessüme sığdırmışken yaş(s)ları.

 

Suç erbabı kazılı her sakınca; ölüm sebebi belki de sevmelerin bedeli hele ki kursağında takılı bir gölgeyi varlık addedip sunumunda yine ihya edilesi bir reçete iken mutluluğun izdüşümü.

 

Kere’lerin çarptığı; belki’lerden müteşekkil dün öbekli anlık tasvirler bir de makber bellediğimiz ölü şiirler.

 

Doymaksa azınlık ve nüktedan bir fısıltı…

 

Susmaksa dünden yarına tecelli eden göreceli bir sağanak kimine göre ve pekişen bir telaşla hala hayat ırmağı duyguların tahayyülünde eşsiz bir farkındalık yine insana dair.

 

Zan altında onca zamir belki de eklenti mahiyetinde ahir zaman; sırasız gidişlerin gel emri ile ayyuka çıkan bilinçaltının münazarası.

 

Sırsız ise bedeller; ser yüklü iken sebepler; seçmece olmalı belki de şarkılar.

 

Güncellemekse kamberli bir düğün yine medeniyet özürlü doğada bizler iki büklüm doluşurken yüreğin ırmaklarına. Ondalık sayı misali yalnızlık hatta kerrat cetvelinden bölünmez bir sayıya tekabül eden de görgüsüz bir ifşa yüreğin telaşı.

 

Muteber dünyalarımızın tekne kazıntısı aşkları.

 

Aşkların minvalinde somut ötesi saydam gölgeler: hayret doğrusu!

 

Sarnıcın yitiminde sevi mahiyetli bir cümle iken kurma özürlü olduğumuz hele ki pekişen bir hüviyet ise anlamaz gözlerle süzerken satırları… sayfa sayfa hüzün hele ki özlem ve bir tekerleme yine dolandıkça yüreğe dolama olan yürekte kaygıları da bertaraf etmek adına susmaların himayesinde bir bir rötuşlarken boşluğun sakıncalarını. Öyle ya; sevmeye dair bir hayat nakşetmiş atalarımız ve öğürdükçe evren kaybolmuşuz birer bire sanki açılmaz bir kutu iç sesin pekiştiği sarı sayfalar ve bir hutbe tadında bağnaz hikâyelerin sırık gölgelerinde çakıl taşları serptiğimiz yarınlara kavuşma andı içip de her nasılsa dünden öteye gidemediğimiz…

 

Zannımca tekerrür edecek zincir ve halkalar çoğalacak kaybolmanın raconu iken dirayetimizin sınandığı ve kayıp gidecek irdelediğimiz ne varsa üstelik gökkuşağı mahiyetinde benliğin ifşası bir kusur addedilirken, sandık sandık hüznü de mimlemişken evren. Belli ki boyutsuzluğun şarkısına nail oluyoruz her sessiz imgeyi yüreğe koyup da katmerlendikçe ömür denen pekiştireç.

 

Zinhar yalan demek belki de bir gülüşü ısıtıp yer bulmuşken en derinde sonra da taş kesilmişliğim aş bildiğim sevda masallarında figüran rolü güttüğüm son baskısı mecazi fırtınalarımın.

 

Bir izdüşümüne müdahil olmak hani esendense dinene ve direnen sükûtun aceleye yenik düştüğü garip bir mizaç: Aklandığım ya da karalansam da ne çare, demek mi yoksa kayıt dışı üç beş imgeye fısıldayıp da fora, diye haykırmaktan öte gidemezken.

 

Suskun bellediğimi oysa susması imkânsız; yandaş bilip sırdaş edinip de gizimi sunduğum o bakır tepside ve ansızın lehim olmuş duygularımdan arıttığım hasret çekirdekleri hele ki onca çekincem mezar olmuşken gecenin sessizliğine karışan nidaları iç sesin üstelik abartı olmadan hatta müdahale dahi etmemin gereksiz olduğu gerçeği.

 

İzafi bir döküm aslında akılda kalandan tırtıkladığım yeri geldi mi kopya çektiğim sonrasında hezimete uğrayıp sil baştan bir mektubu emir kipi ile doldurduğum.

 

Sever misin demek yerine sevmelerini talep ettiğim şiir özürlü gölgeler mahiyetinde iken, feryat figan bir suretimi bir de kaygılarımı zan altında tuttuğum.

 

Gelip gitmelerle bozmuşken aklını şair, şiar edindiğim en hazin sunum.

 

Kekremsi bir dokunuş mu nedir yoksa boykot etmenin ötesinde hazır ola geçtiğim ve debdebeli bir ölümü evlat edindiğim her şiirde nükseden o derin hüzün ve ne de çok tabu yine beni bana yasak kıldığım oysaki ılımlı olmalı insan doğası ve doğumu müjdeleyen her saniyede hızlıca nefes alıp vermeli şair üstelik derinden en derinden.

 

Kusurlu bir izleğim belki de hatta en arızasından bir görüntü bir de ruhun fotoğrafını ekledim mi yazmakla nirvanaya erdiğim…

 

Bir oyunda kaybeden taraf olmak belki de beni melankoliye sürükleyen ve depresif bir rüyadan uyanıp eğilip bükülmeden evreni sevgiye boyama içgüdüsü üstelik sırdaş bir dostumun yüreğine buse kondurma tanısı iken.

 

Sizlerden üreyen sızılı yalnızlık ve asla biz olmayı başaramadığım ben/cil ve sefil varlığım üstelik sevdiğimden bihaber kaç tabur insan hele ki sevgi oburu bir çocuktan uzanan hayat yolculuğumda hala büyümekten men etmişken kendimi.

 

İçi boş hayatlar sağaltıyor belki de kimsesizliğimi. İçimin fabrika ayarlarına dönmek adına tüm sıfat yoksunu onca muhbir imi tetiklerken iç sesim.

 

Sırların sel olduğu, sellerin kıyamet habercisi ve içimizin kuytularında yalın ayak Tanrı görünümlü doludizgin kayıt silsilesi.

 

Tüketirken tükenene, türerken göçene belki de tüm göçebe zihniyetlere rücu eden.

 

Ötesiz cümleler seğirtirken bir de ötemi berimi toplayıp kaybolma istemime rest çekemezken.

 

Akla muhafaza belki de dile gelmeyenleri kovuşturduğum şunca nemli yoksunluk ve görkemli yalnızlığın da mihrabında; kâh bir güfteye düşmüşken yolum kâh yoldan çıkmamak adına…

 

Makberlerin çağıran fısıltılarına kulak kabarttıkça içimin imgeleri tetikleniyor. Zaruri belki de zararsız ya da zafiyetlerin göstergesi babında edindiğim hiçliğin kozası.

 

Aklı evvel satırlar toparlıyor aslında içimin dağınıklığını ya da sözü, özü bir Tanrı görünümlü iç sesleri. İçlerin büyüyen hiçliğinde; hiçliğimin efkârında ve acının da saltanatında…

 

Şimdi boyutsuz bir seyir izlerken dün; dünde kalmışlığın kaykılmış efsanesi iken büründüğüm tebessüm bir de cüssesi iri nameler düşerken evrenin ırmaklarında boğulma riskini zaten mecazi bir öfkeyle bağrına basan.

 

Safsata kimine göre.

 

Pekişen acıları ihbar eden bir yeti’m belki de.

 

Aslında inkârsız bir sahra; bedelsiz bir aşk bazı bazı ve tufanlarda yok olmayı mesken bilmiş ya da makamsız bir şarkı ve hayli de dokunaklı bir tınısı var istiflediğim h/içliklerimin.

 

Mesafeler sunarken evren ve ben başımı alıp gitme kaygısıyla alaylı bir cümle olmak adına ilk sırada yer alırken oysaki boşa düşen vatandaşların sancısı duyumsadığım ya da memleket aşkına yüreğini koymuş bir fani: gözleri sancakta; yüreği namluda ve bedeni siperin en derininde…

 

Derin mevzu çok derin hem de.

 

Temenni ettiğim değil de tahayyül ettiğim ve tümlerken benliğimi; dışa vurumu olsa olsa bir ömürlük kayıtsızlığa asılı kaldığım o darağacı ve ben en dar açıda kıstırılmışlığın alâmetifarikası iken…

 

Kapıştığım iç sesim üstelik en detone şarkı kıvamında şakıyan gül bahçelerinin garip bülbülü ve aniden peyda olan dış sese tüm kızgınlığım bir de basireti bağlanmış bir tümleç tadında, hala sahip çıkamadığım mı tek maruzatım yoksa sahip çıkılmadığıma kani iken üstelik tüm saflığımla saf tutmak kadar da kaygıların alayına maruz kaldığım?

 

Yalnızlığın ön cephesinde bir buhran ya d onca gel-git mağduru kimliğim ile kinayelerini de görmezden geldiğim ve ansızın sızdığım şu boyutsuzluk makamında sızanları görmeyip ben hala maruzatlarımı sunma kaygısıyla görmezden gelindiğimi tetiklerken gönülsüzlüğüm kadar da en görgüsüz fani iken sevgiyi çarçur edenlere biat.

 

Zaman aşımında belki de kıymet verip kıymete binmediğim ya da selamın geri dönümünde, ben yüzümde kocaman bir gülümseme ile açtığım kollarımda sadece büyüttüğüm umutlarımla hemhal bir yandan da kılıksız bir rötuşa çelme takan o boşboğaz duygularım.

 

Sürüncemede ne varsa; kâh evrenin ikramı kâh yüreğin ifratı ve kondurmakla kalmayıp koltuklarımı kabarttığım her sevgi mağduruna düşmüşken yolum üstelik sevgisizliği makber bilip, mahşere hazırlıksız kim ise Abbas yolcu.

 

Kâhin söylemlerde ne ise terane; boyutsuz sevdalarda ne ise neyin delalet olduğundan bihaber ve gökkuşağında evrenin saklı tuttuğu nice sır ve bizler yine sizlere meftun, deyişlerin de rotasında ansızım yok olmaya aday hangi ölümlü cümle ise bir noktanın esaretinde.

 

( Mutluluğun İzdüşümü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 30.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.