Vahim bir hata yaptığımı bilsem de zamansız ve tınısız bir sesleniş yine andan uzaklaşıp düne yolculuk yaptığım.

 

Gerçekler ve gerekçeleri ya da gerekçeye ihtiyaç duymadan sadece bir önsezi ile sonu aksettirmek. Peki, son dediğimiz ne?

 

Kara kuru bir tanımlama yine gümbür gümbür atan kalbi evrenin sadece bir kıstası atlamadan: Yarın bu günün devamı mı yoksa bağımsız bir var oluş bildirgesi mi?

 

Bu, tabii ki de kimine göre bir yanılsama ve tarihe baktığımızda da adına tekerrür eden batıl bir kazanım hele ki mevta olmuş bir yirmi dört saate hala çakılı kalmak ya da çivi çiviyi söker gibisinden bir bahane ile kim varsa yakınımızda yakasına yapıştığımız.

 

Hep bir ayrıntı ve takılı kaldığımız bunca detaydan nasıl oluyor da tüme varmayı beceremiyorsak belki de üstüme alınmalıyım hele ki çağı açık ara farkla geriden takip eden biri olarak.

 

Ve bunun hiçbir açıklaması yok zira açılım getirebileceğim muteber bir kazanım yok kendi açımdan.

 

Ve empati duyguma yüklenip ben-merkezcil bir sunumu da benimsemişken…

 

Düşe kalka aştığımız aslında on metrelik bir yürüme mesafesini nasıl oluyor da ömürlük bir köprü belliyoruz? Ne de olsa söz konusu insanlarla aramızdaki mesafeyi aşma güdüsü belli ki bir ritüel olmuş yoksa neden dönüp dönüp başa da hala bir nihayete varamadım ve ara sekmelerinde nizamın, kayıtsız bir gölgeye rast gelip de kaptırdığımız umutlarımız.

 

Sandık dolusu eskimiş, eprimiş tutsak duygu sanırsınız ki; silah zoruyla sev ve açılım getir, denmekte. İyi de neye?

 

Ya da kimdir kimliğimizi en derin anlatımıyla izah etme zorunluluğu yüklendiğimiz ve kocaman bir palavra, sevgiden medet umut sevilmekten gaye kendimizi evrene hoş bir sunumla göstermek mi belki de en hazini; durağan bir iklimden kutup soğuğuna nakil olmuş duygu cumhuriyeti ve zamanın çok gerisinde hatta Freuden teoriye göre ta çocukluğunuzda takılıp kalmışsanız.

 

‘’Hadi, anlat.’’

 

Biri bir şey mi dedi?

 

Sanırım şizofrenik bir yanılsama.

 

‘’İçimde biri var.’’

 

Ya, dışımdakiler?

 

‘’Öncesini atladın ama.’’

 

‘’Hayır, atlamadım zira öncemden yoksunum hatta yarınımdan bile.’’

 

‘’Süremiz azaldı. Var mı ekleyeceğin bir şey?’’

 

‘’Ya, siz; en çok hangi günlerinizi özlüyorsunuz? Hem belli mi olur, bir yerlerde oturur dertleşiriz.’’

 

‘’Bir şey mi dedin? Nakit mi kredi kartı mı?’’

 

Randımanı düşük bir seyir belli ki mizacın uzamında biriken hayal kırıklarını rastladığımız güvenilir insanlara yıkmak. Ama yıkılmış bir enkazdan aksi takdirde nasıl kurtuluruz?

 

Yanık sesli şiirlerde, yenmemiş aile yemeklerinde belki de düğün arifesinde hatta bayram ziyaretlerinde bile aralıksız sorgulayan eşrafımız.

 

‘’Hım, kimlerden damat bey?’’

 

Bir Allah’ın kulu da bu denli meraklı olacağına sıvazlasa ya sırtını kız evinin.

 

‘’Ne işle meşgulsünüz hanım kızım?’’

 

‘’Çalışmıyorum.’’

 

‘’Aman, aman Maşallah.’’

 

‘’Ne diyorsun be beton surat Münevver Teyze?’’

 

‘’Efendim, bir şey mi dedin kızım? Malum, kulaklarım ağır işitir. Ama duyduğuma göre hayli zenginmiş ailen. Çalışıp da ne yapacaksın? Allah vere de iyi bir kısmet bulsan. Hem fena mı olur?’’


‘’Nereden duydun be kadın? Madem kulakların işitmiyor da duyduklarını duymadım diye paylaşıyorsun?’’

 

‘’Hey, ne dedim ben?’’

 

‘’Soruyu baştan alayım. Kaç dakikam var?’’

 

‘’Dedim ki… a, deli mi ne? Bak sen şuna anası yaşında kadınla dalga geçiyor.’’

 

‘’Hani, annemden on yaş küçüktün.’’

 

‘’Konuş, konuş, yüksek sesle konuş da duysun yedi âlem.’’

 

‘’Gerek yok, teyzem. Ben konuşmadan da onlar zaten bildiklerini söyleyip ileri geri konuşuyorlar.’’

 

‘’Sen de pek ukalaymışsın. Bu ne, böyle? Dil pabuç kadar.’’

 

‘’El insaf teyzem. Ne dedim ben?’’

 

‘’Neyse ben kalkayım artık. Malum bayram ziyareti kısa olur. A, nerede benim poşetim?’’

 

‘’Ne poşeti?’’

 

‘’Kurban etim ayol. Yoksa masadaki torba mı bana ayırdığınız?’’

 

‘’Biz Mehmetçik Vakfına bağışladık.’’

 

‘’Ne dedin? Duymadım. Malum ağır işitiyorum. Neyse, bir ara uğrarsın kapıdan bırakırsın etimi. Bu arada…’’

 

‘’Buyur teyzem.’’

 

‘’Eh, hadi buyurayım bakim. Nerelisiniz aslen? Kahvemi orta şekerli pişir. Mutfaktan gelirken de unutma kurban etimi.’’

 

Beklentiden ziyade ne ise buyrulan gönül sofranıza ve gönül tezgâhınızı ardına kadar açıp pay ettikleriniz… Bir eksik bir fazla ya da hiçin hiçi mi var olduğuna dair geliştirdiğiniz inanç ile yoksunluğunuzu bölüştüğünüz?

 

Merak etmeyin, sevmekten asla zarar gelmez yeter ki samimi insanlar olsun umut tezgâhı bellediğiniz onca ürünü sunarken çevrenizdekilere belki de çok uzak bilip yine yakınlarda hissettiğiniz.

 

Zor, evet, çok zor kimine göre belki de en zor olan köşeye sıkışan duygularınızı ayıklayıp ve belli bir düzene sokup… hayır, hayır, sadece olduğunuz gibi kalın ya da kaldığınız noktada bir semazen edasıyla nakşedin hem yürekten hem çevreden etkileşim altında kaldığınız ne ise ve kimseyi kimse ile mukayese etmeden özellikle de kendinizi yıpratmadan… tabii ki de kendime yok hayrım lakin gönül gözü bu sadece yeşeren yaprakların tutunduğu dalda yine kardeşlik sergileyen bunca duygu telaffuzunu da asla zan altında bırakmadan telafi etmek geçen zamana da nazire edercesine.

 

Hem ne demişler?

 

Ağaçlar ayakta ölür.

 

 

 

 

( Bayram Ziyareti... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.