4-Totem dönem içinde sadece sağlatan bir kolektif oluş vardı. Bu dönemin sonuna doğru yine kolektif olan ama grupça üreten bir totem meslekli emek ortaklığı da vardı. Artık doğada bulduğunu sağlatma olan çaba, gayret, işbirliği; üreten emek olmuştu. Yine ön ittifaklar da kolektif emek güçleri içinde ortaklığı olan süreçlerdi. Genel sahiplik karakterli olan bu, her bir süreçlerin; emek ve emek güçleri ortaklığı; giderek üzerinde özel mülke dönüşür olmanın yansımalarıyla da doğal bir seyrediş olacaktı. 

Burada doğal bir seyrediş olmayan, emek güçleri ortaklaşmasının gizlenmesiydi. Yapının temeli ve temel harcı olan emek gücü, yerine; bu emek güçleri ortaklaşmasının yerini asla tutmayacak olan ve üretim hareketi içinde olmayan “mal sahipliği hakkı” gibi uydurma ve kandırma bir illüzyonların ortaya konmasıydı. 

Şöyle diyeyim ilk üretim hareketi başladığında üretim yaptıran güç içinde “mal sahipliği hakkı” diyen bir etki durum ile inşa süreci başlamamıştı. Böyle bir zorunluluk, böle bir giriştirme mecburiyeti ilk üretim hareketi içinde hiç oluşmamıştı. Olamazdı da. Üretim hareketi içinde “mal sahibi hakkı” hiç gerekmezdi. Günümüzde bu rant, kira, kar,  finans, komisyon ihale, faiz, enflasyon, ticaret vs. olukla ve sömürü aracı olukla; süreci içinde çıkılmaz gibi kılıp; sistemin yalancı gerçekleri olmakla döner dururlar.

Sistem merkezindeki emek gücünü referans alan odaklanmanın üzerini “mal sahipliği hakkıyla kapladı”. Yani mal sahipliği sürecin esasında olmayıp kaplamaydı.  Üretim gücünün, üretim hareketi içinin temel referans kaynaklardan olduğu gerçeği gizlenmiştir. Yürümeniz için üzerinde girişeceğiniz bir dış çevrenin olması zorunludur. Bu nedenle nasıl yürümek için dış dünyada yürüyeceğiniz yeri kimsenin mal sahipliği hakkı kılmadan yürüyebiliyorsanız; işte emek gücünüzün de üretim hareketi içinde girişe bilmesi için dış dünyanın da doğal olarak hiç kimsenin olmaması gerekmiyordu. 

Bu süreçler şimdilik “savunulan bir bölge alanı içinde” kimsenin mal-mülk hakkı olmamakla, üretim hareketine dönüşmüştü. Yağmur kimsenin mal sahipliği hakkı olmadan yağabiliyorsa ve topladığı bitki, meyve; avladığı hayvan ve üzerinde bitkileri bitiren, hayvanları gezdiren toprak kimsenin mal sahipliği hakkı olmadan ortam içine kendiliğinde varsa; yağmur da dış çevre de kimsenin değildir. Hem cinslerimiz avcılık ve toplama yaparlarken de avladıkları, topladıkları hiç kimsenin değildi! Ancak bunların içine katacağınız çaba ile bağıntı bir girişme ortaya konuyorsa av ya da topladığınız sizindir. 

Avı yakalamakla ortaya konan gayretin meşruiyet ise de meşruiyet garantisi yoktur. Bu meşruiyet daha çok avı yakalayanın gücüne duyulan meşruiyettir. Yakaladığınız bir avın sizin olması için güç kullanmak zorundasınız. Bir tilki, bir sansar, bir çakal bu “gücünüz karşısında” yakaladığınız ile av sahipliğinize saygı (!) duyar. Aksi halde bir aslan bir sırtlan yakaladığınız avı elinizde alır. Bir aslan için yakaladığınız avın sahiplik meşruiyeti yoktur. Güç meşruiyeti vardır.

Oysa ön ittifaklar içinde çaba dediğiniz süreç, bilinçli bir doyma karşılığı EMEK ve değiştirme değeri karşılığı EMEK GÜCÜ ile birlikte ÜRETİM HAREKETİDİR. Her grup bu üretim hareketini kendi içinde zaten kolektif sahipliğe çevirmişti. Ön ittifak hareketi grupların “emek gücü olan kolektif sahipliğini” birbirinin emek gücüne karşılık yüküm olmakla taahhütle sözleştiler. 

Gruplar elindeki kolektif sahiplik bu nedenle ittifak içinde güce dayalı meşruiyet olmaktan çok yüküm olan bir taahhüt anlaşma olmakla AHİTTİ. İttifak hareketinin “sözleşen iman kavliydi”. Totem meslekli kolektif sahiplikler, ön ittifak içinde; anlaşmalarla ittifakı sektörler hareketi gibi bir çevrim sekansları üzerinde karşılıklı taahhüt girişmesine tabii tutulmasını meşruiyet etmişti.

Toprak ve bitkiler, hayvanlar, doğal yasalar sizin dışınızda, sizden ve sizin bilincinizden (iradenizden) bağımsız oluşla varsalar, bunlar hiç kimsenindir. Mal sahipliği hakkı olmayı hiç gerektirmezler. El mana anlayışı hiç kimsenin olanı bir illüzyon içinde sahiplenmişti. El kolektif olana “benim” demişti. El bu “benim” diyen sahiplik içinde, kolektif ittifaka “benim” dediği sahiplik kimliği ile “tanınmak” istiyordu. 

Kolektif içindekilerin de bu “benim diye kimliğin”  kendisini tanımalarını istiyordu. İllüzyon bu “benim”, deyişi ve diyeni tanımaktı. Bu sahiplenmeyi tanıma demek sahipliğin nasip olukla verilmiş olmasını tanımaktı. Takdir edilen bu nasipleri sorgulayamamaktı. Taahhüt yüküm eşmesi olan emek gücü El sahipliği ve El takdirine dönüştü. 

Emek gücünün kişi sahipliğine ve nasip olukla takdirlere dönüşen rızk dağıtımı olması tam bir illüzyon ya da yanıltmaydı. Artık emek gücü kavramı ve çevrimin merkezi olması bu illüzyonla unutturulmuştu. Siz emek te deseniz emek gücü de deseniz hep aklınıza El gelir. El’in sahipliği gelir. Elin rızkları kendisine göre keyfi dağıttığı algısı aklınıza gelir. 

Öznel dünyasında belirleyici olan şey aklınıza gelen bu şeydir. Artık mal sahibi ile köle arasındaki biat anlaşması da, emek güçlerinin değişilmesi taahhütlü değil; El’in takdiriyle olan bir anlaşmaydı. Göz bağı illüzyonu artan bir genişlemeyle sürecekti. Nesneli ve somut girişmeler içinde olan emek gücü sahipli irade gerçekliği, şimdi El’in tanınması karşısında, gözbağı ve akıl tutulmasının yanıltılmasıydı. 

El, inşanın ve üretim hareketinin temel harcı olmayan bir aldatan puttu. Süreci iyice çözümleyemeyen öznel dünyaların; genellik olan kolektif hareketi, beliren zorunluluklarla özel süreçlere dönüştürme istekleri vardı. Kolektif olanın, kolektif olmayanlarını ortaya koyabilmek yanlış değildir. Ortaya konacak olanı nedenli anlatamıyorlardı.  

Nedence çözümlemesi yapılamayanların yerine şimdi ilahın yerini tutmak isteyen ve ondan çok fazla sahiplik gücü olmakla sürecin fitilini ateşleyecek olan El postulatı ortama ihale edilmeğe başlandı. Dönüşmenin gerekliliği karşısında izah edilemeyen dönüşme gerekliliğinin nedeni yerine konan El; “geçiş ritüeli” olukla iyi bir postulat durum olacakken; bu tarz illüzyonlara kayması düzeltilmesi gereken yanlıştı.  

El kişisel sahipliğine üretim hareketi içinde üretim hareketinin bir bölümü olan birikmiş üretim gücünü eline almakla aslan payını almıştı. Bu aslan payının ikinci aşaması içinde El’in olan üretim gücüne kimse dokunamadı (kutsandı). Kimsenin dokunamadığı El sahipli üretim gücü; emek gücü ile girişemeyince üretim gücünden yoksun kalanların emek güçlerinin de teslim alınması demekti. Üretim hareketi içinde olmaması gereken kişi mal sahipliği hakkı, giderek amortisman vs. gibi sömürü araçları, üretimin esası ve amacı oldular (!) 

Üretim hareketi içindeki üretim hareketi bileşenleri tek tek El’in sahiplik hakkı (huzur hakkı) olurken diğer yandan da El olmayanlarından üretim gücü gibi üretim hareketi bileşenlerinden yoksun kalmaları olmuştu. El dışındakiler üretim gücü mülkten yoksunlukla, nasipsizlik kılındı. Mülksüzler, emek güçleri ekseninde mülkü olan kişilere, çalışan köle kılınmakla; soyut yapay bir bağ enerjisi bağlaşması ortaya kondu. Bu kölelik enerji bağlaşmasıydı.

Daha doğrusu toplumsal güce dayalı bağ enerjisi giriştirmesi mülk sahipliğinin bir tasarruf ve girişmesi oldu. Şimdi de bunlar “Sağ olsunlar (!) bize işveren ve iş adamlarıydılar”. Sistemi bir kez muhannet eli üzerinde işler eştirirseniz sonucu “bu müteşebbisler olmasalardı ne yapardık?“ yazıklanması olan bilinçsiz bir hayıflanmaya kadar gidecekti. Süreç bu türle garip bir aldatan put ve illüzyon kılınmıştı. 

Öyle bir meşruiyetsizlik yapılmış olmanın farkına varılmış ki, bu ahlaksızlık karşısında; bu ayıp karşısın da duyulan onur kırıcılığın yeni bir göz boyaması olması için mülksüze denmiştir ki, “mülkü olana, mülke çalışmak ayıp değildir.” Bu ayıbı, bu sömürüyü, bu aldatmayı “çalışmanın kutsallığı olarak söylemek” ancak böylesi bir illüzyonlarla ortaya konabilir bir şeydi.

Emek güçlerinin birbirine bir gerektirme karşılık olmaları nesnel gerçekliği varken; “ne ayıp vardı; ne çalışmanın ayıp olup olmamasının söylenmesi ihtiyacı” vardı. Çalışmak, sadece yürümek gibi bir gereklilikti. Sizin hiç “yürümek ayıp değildir” demek aklınıza geliyor mu? Oysa şimdi çalışma mal mülk sahipliği karşısında boyun bükülen, ayıp ve utanılacak durum olurla; açlığı doymaya dilenecek duruma indirgenmişti.

Durum şuydu. Siz yağmurun nesnel oluşla yağdığını bilseniz de; ya da yağmurun nesnel nedenlerle yağdığını bilemeseniz de; olan biten şuydu. Evde, sokakta, çarşıda, pazarda, tapınakta, siyaset alanı içinde, buluşma yerlerinde, sohbette, aile meclislerinde ikide bir yağan yağmurun suları Red Kit’in atı Düldül’ün sidiğidir derseniz. Çakan şimşek te Red Kit’in sigarasını yakan çakmak, alevidir derseniz. Gök gürültüsü de Red Kit’in Daltonlara doğru attığı nağradır derseniz; siz bu eşleştirmelere inansanız da inanmasanız da; bu eşleşen söylemler her tekrar edişte belleğinize iyice oturacaktır. Eşleşmelerin sizde algısı oluşacaktır. Yağmur dendi mi, Red kit; Red Kit dendi mi yağmur; hep aklınıza gelir.

Artık her yağmur anmasında o yağmur süreciyle, ilgilisi olsun ya da olmasın Red Kit aklınıza gelecektir. Her yağmur söyleşmesinde Red kit anması yağmur sözcüğü ile birlikte belleğinizde ‘çağrışma’ olacak. Her anmayla birlikte bu çağrışımlar su yüzüne çıkacaktır. İşte bu su yüzüne çıkan belirmeler “çağrışım ile öğrenmedir”. Tarihin ilk kolektif yararlanmasını, kimi kişilerin özel sahipliğine dönüştürülmesini akıl eden zekâ içindeki “çağrışımla öğretmenin” sahibi; El’dir. 

Özel mülkiyet, rızk, nasip, kader, takdiri ilahi, sadaka, mal, mülk, malın mülkün rızk olukla dağıtımı vs. dendi mi, bu anmalarla birlikte aklımıza hep EL gelir. O şey el sayesinde olmasa bile, o şeylerle birlikte oluşan EL çağrışımlarıyla biz,  söyleyeceğimiz şeyleri hep El eşletmeli anmasıyla birlikte söyleriz. Biz konuşuyoruz ama El’in adını hiç zikretmesek te, El;  konuştuğumuz sürece hep göz önüne alınışla El beynimizde oturuyordur. 

İşte El böylesi bir zekâ içinde; “çağrışımla öğrenmeyi” illüzyon yapmanın mana algılı çağrışım olmanın, öznel süreciydi. Kendisi olup biten olmadığı halde, olanın bitenin yerine geçendi. Olanı biteni öznel olukla katalizleyendi. Süreçte etkilenmeden çıkandı. El’in özneler dünyasına tanınma olması, belirtme olması ve girişmelere bağlaç olması; bu “çağrışımla öğretme” nedenle, sanal ve öznel meşruiyetti.

Kölelerin emek gücünü sömürme üzerinde, sürdürülebilir yapar. Totem meslekli dönem içinde üretim hareketi, ortak üretme ve ortak tüketme oluşla, beleriyordu. Oysa ittifak içinde üretim hareketi salt ortak üretme ve salt ortak tüketmeden ibaret değildi. İttifakı üretim hareketine iyi bir çözümleme (analiz) yaparsak, üretime katılan kişi ya da grup emeği iki durumla, iki aşamalı yapıldı. 

Birinci aşama durum totem meslekli dönem içinde de vardır. Birinci durumun içinde emek gücünün yaratıcı hünerle olması bilinmez olukla; ortak üretim ve ortak tüketimin, hareketiydi. Yani bunu kişi düzeyinde söylersek kişinin çalışması, kişinin doymasıydı. Bu yapı içinde ortak üretim ve ortak tüketim yapan grubun üretim hareketi içinde sürecin; artı ürün vermesi, sadece grup zenginliğini veren adeta hurda bir birikme durumdu. Birikimler bilinçli değil de kendilikte yansımalara neden oluyordu. Yani hurda birikmelerin o grup içinde ikinci, üçüncü, beşinci vs. olurla farklı kullanım değeri olan ürünleri vermeğe nicele olur tarafları hemen hemen hiç yoktu.

Oysa İttifak içinde üretme ve doyma durumunun içine ek bir durumla yeni bir niceledir durum yansıması katılmıştı. Kişi üretip doyduğu kısımdan daha fazlasını çalışıyordu. Yani totem grup içindeki hurda birikimi çalışıyordu. İşte kişinin ittifak içinde doyduğundan daha fazlasını çalışıp üretmesi; hem kolektif birikimdi. Hem yeni bir niceledir durumdu.

Böylece ittifaklar içinde kişinin (ya da grubun) çalışması içinde; iki parça aşamalı durum oluşuyordu. Kişi ya da grup çalışmasının bir kısmı; kişi ya da grup çalışmasının kendileri karşılık olurken; hurda birikim olan kısım, ittifak bağlacı içinde çok aktif olmağa başlar. 

Demek ki ittifak içinde emek; yine kişinin çalışması içinde kişiye doyma oluyordu. Yani emek kişinin yarın yine çalışacak bir enerji depolamasına karşılık oluyordu. Emeğiniz, doyacağınız kadardı. Burada hesap edilemeyen durum şuydu. Grubu içinde doyacağınızdan çok daha fazlası olmasıyla hurda birikim gibi duran birikmiş emek gücü ürünlerinin aktiflik kazanan takaslarıyla, ittifak içinde karşılıklı ortaya konan emek gücü çevrimlerine dönmesindeki mucizeydi. Doyduğundan fazla olan hurda buğday; ittifakın bağ gücü ile şimdi, kunduraya, dokumaya, yağa bala süte, elmaya vs. dönüşmüştü.


( Köleci Yasa 19 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 1.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.