Eğreti bir gülümseme kondurmak, yüzü asık gökyüzüne aslında seyrinde zafiyetin, kılcal damarlarına ahretin sevaplar sunmak adına.

 

İçten gelen, nüktedan bir kelam ve ardı ardına kinayelerin dokunaklı tezahüründe dokundukları ruhun da tapusunu almak adına yola çıkmışların yoldan çıkmışlıklarının taptığı ve saptığı son rota.

 

Biraz sen gibi olmaya meyledip arşınlamak kurşun sokakları.

 

Biraz benden deyip de sessiz hücrelerini öldürmek beynimin ve gri kayıplarına ömrün salâvat getirip yine öykünmekle övünmek arasında dokumak gergefi.

 

Şimdilerin deyişinden çıkıp da yola, dünlerin bayat cümle misali tekerleme bellediği beyitleri de çakmak gökyüzüne: hani olur da rahmetinden çıkıp yola rahvan eksenlere pelesenk etmek yine duyumsamakla ölüm arasında zig zaglar çizmekle aidiyet duygumuzun da mezarını kazmışken.

 

Tembel aşımda bir pirinç tanesiyim.

Yürek aşkımda eğri bir çizgiyim,

Biraz seni düzelttiğim biraz beni sen yapıp

Seni onlardan biri bellemediğim.

Onlardan kasıt belki bir çiy tanesi,

Bizleri savurduğum gölgelere inat

Bir buseyi kıymetle yâd edip dokunmak yine

Şiirin ellerine.

 

Sandıklarımda kirli şiirler saklı olsa keşke. Keşke sanmadıklarımda mutluluğu eleyen hüznü abat bilip sebat ettiğime dair de bir günce yazmayı sonlandırsam.

 

Kirli vasıflardansa kirli evsaflar. Kanmakla kanamak arasında gidip gelmek belki de el yordamı bir romanı çizikle doldurup olmayan sobamda yakmayı düşleyip sonunda parçalamak üstelik sayfaları ağır üslubunu görmezden gelip yazarın, kıvrak cümlelere de bel bağlayıp yine aksimin yansıdığı bir cenaze arabasının ardından kıymete binen hayatımı her nasılsa sonlandırmak isteğinden bihaber iken Tanrı.

 

Tanrıların, Tanrıçaların gizemli tarihçesinde ve en şuursuz şarkılarda ağır aksak bir notayı sırtlanmış kaplumbağa hüviyeti yine şair ile şiar bildiği ünü bir nebze de olsa ortama gayreti.

 

Sana dönecek olursak… bir ekseninden çıkan safsatalara bakıyorum da ve bir de kalburüstü şifrelerini kontrol ediyorum dün özürlü gündemin de özetini çıkarmakla düşünmek arasında tercih yapan o yapay zeka haber spikeri.

 

Mimikleri olmayan bir tiyatro sanatçısı ya da dar kalçalarında sallamakla mükellef bir podyum mankeni belki de yüz onuncu hastaya da okumadığı prospektüse aldırış etmeden günde beş vakit ilaç/namaz öneren bir doktor ki kininden öte ölümü tehir ettiği; kirinden ötürü her hasta sonrası ellerini dezenfekte ettiği ve takıntılarının girdabında hastası ile göz göze gelmekten kaçınan bir psikiyatr.

 

Dünden yarına seken bir sekme kazan kaldırdıkça ve şair bozuntusu kimliğime rest çektikçe yine beni sen olmakla himaye altına alacağıma inandığım.

 

Küstüğüm.

 

Dağ dağa… bayat bir anonim belki de günün ve yazının şerefine nail olmaktan uzak… lakin küslerimi çocukluğumda bırakmadım ki.

 

Esefle kınandığım hayatın, derme çatma hezeyanlarımın ve yazarların kimliğini kaç adet kitap satılmışlığı ile orantılayan bir istatistik de okuduk mu belki de vergi rekortmeni bir yazarın varlığına nail olan bizler yine dokundukça bam teline edebiyatın.

 

Özün sözü demek istiyorum zira sözün özü az geliyor akıl iklimlerinde esen rüzgârlardan duyduğum bıkkınlığını da teyit edip.

 

Güleç yüzümde aksanı kayıp bir neşe var son zamanlarda.

 

Aslında soyut ruhların somut kini bulaşmış üzerlerine ve ben dokunmak istedikçe bir reçete tutuşturuyor komşu kadın.

 

Haykırışların girdabında ölmek istiyorum aslında eskiye oranla daha dingin bir ruh haline bürünüp de şükrettiğim gölgelerimi bile sattım dün ertesi bir zamanda sevme özürlü üç beş cümleyi de sattığım sahaf benzeri bir mevta iken aklıma çektiğim o kalın yorgan/roman.

 

Şuur kaybı belledim şu üç beş günü.

 

Şiir kabiliyetim var demeye utandığım ve yine şair kimliğini oturtamadığım sefil yorgunluğuma da bir kılıf geçirme özlemi ile yandım tutuştum. Sanırım sevmek yordu.

 

Sanırım serdiğim hüzünlerim boğdu.

 

Bir de sanmadıklarım var.

 

Bir de sardıklarım var nihayetinde.

 

Ve başa sara sara kaydını bozduğum bir yürek bandı var ki Tanrı bile bıkkınken benim yakınmalarımdan.

 

Yalnızlığın batılında bir romancı.

 

Kelamın biri bin para sayın yazar.

 

Neredesin peki ben aklın kıvılcımlarında şuur kaybı yaşayıp da aşkı öldürdüğüm bir güz dönümü.

 

Eylül geldi hüzün bereketi ile.

 

Eylül geldi aşkı kovan rehavetiyle.

 

Aşkı eşik bilen ruhum çökkün sayın yazar. Aşk kimine yarar kimine zarar, deme gafletine düşüp aşka düşen imleçleri bile lanetlemişken…

 

Senin baban kaç kere öldü sayın yazar?

 

Bir diğer yazarın babasını öldüren şair kimliği ile nasıl da nüktedan bir seyre dalmış o üçüncü şahıs.

 

Bir kere öldü benimki sonra da dirildi yirmi sene sonra sanırım ölümü şer bilenlere bir hayır babında yeni ölümleri kendi elimle masaya yatırıp bir türlü sonlanmayan nazlarım niyazlarım.

 

Aslında ölen değil de öldüren duygular yağmalanmakta ve ezkaza aykırı bir söyleme düşsün yolum… korkuyorum aslında.

 

Sen gibi olmayı diler miydim peki?

 

Hem evet hem hayır lakin ağır çekim mutluluğunla pek örtüşmüyor içimin kımıltıları.

 

Geçen gün kasada ödemeyi yapacağım sırada uykudan uyandırdığım o kasiyer nasıl da korktu ve bir de demez mi:’’Bu ne enerji?’’

 

Sihri sanırım burcumun…

 

Bazen ölüm kokan satırlarda yatır misali iken hüzün…

 

Ve ansızın aşkla ve mutlulukla dirildiğim sokaklar…

 

Benliğin eşkâli sanırım çözmekle boğmak arasında gidip geldiğim.

 

Gizem özürlü cümleler bazen bir kıstas olmasa da.

 

Ya, senin mazeretin ne?

 

Denmedik neyin kaldı da ben merak etmiyorum?

 

Sarmalında hezeyan ve mutluluğun tam bir çorba içine attığım onca duygu ve düşünce sonra da devrik bir cümle tayin ediyorum tıpkı ters yoldan sapmış bir vasıta gibi.

 

Üzünçlerim şakıyor ansızın ve kapıldığım rehavet sonlanıyor.

 

Sahi neyi tehir ediyorum sayın yazar?

 

Ya, sen neyi tayin ediyorsun tarihin gömmeyi beceremediği kahramanların kanı bulaşmışken kanına?

 

Bir kinaye bir nazar bir de buse kondurduğum ölümlü düşlerim sonra haykırıp akabinde af dilediğim.

 

Tanrı affetsin seni, diyen aklı evvel zannına da tefekkürlerimi sunuyorum ve inanılmazın serzenişini de boyutsuzluğumla sunuyorum.

 

Öykünmekle ölmek arasındayım.

 

Aşkı kaçırdım yine satır aralarında sanırım aşka layık bir şiar bilmiştim belli ki zihnimde büyütmüşüm, belli ki zikrimde beyan etmişim yine de şükür yüklüyüm.

 

Bir gizemden bir imleç çaldığım; bir beyandan fermana düşmüşken yolum bir de beni benle bırakmayanlara duyduğum öfke.

 

Şimdilerin koruk üzümüyüm ve dünlerin yangını henüz sönmezken yeni kıvılcımlar buyur ediyor mevsim ve ölü bir yaprağı milat bilip dirilmeye aday tohumlar ekiyorum boşluğun eksen bildiği gönül bahçesine şiirlerin… hani yazılmayan… hani yazılmayacak…

 

Hanidir uzağında olduğum.

 

Hanidir yakın bilip de gözüm dolmuşken ve doymuşken.

 

Biz zamanlar şiir yazdığını biliyorum. Hani nerede?

 

Bir zamanlar aşka düştüğünü de hiç sanmıyorum zira o kadar ruhsuz ki beyanatların yine zamana yenik düşmese de belli ki metazori bir üslupla biçimlendiriyorsun belki el yordamı ama büyük ihtimalle kalp gözün pek de aralık değil.

 

Senle kalmayı çok isterdim lakin çok denk düşmüyor hem bir akdimiz de yok sen zaten varla yok arası bir coğrafyasın belki de ülkesine âşık olmaktan çok kendi ülkülerinin peşine düşmüş.

 

Zafiyetlerimi seviyorum ben belki de en büyük zafiyetim iken aşk.

 

Önce Allah sonra vatan, demeyi şiar bildiğim sanırım ayrıştığımız temel nokta bu.

 

Kim bilir ne zaman yazarım yeniden?

 

Kendine dikkat et sayın yazar.

 

( Sayın Yazar-3- başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 10.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.