İklimleri sıyırmalıyım düşlerimden ve sere serpe uzanmalıyım karanlığa. Alt eden hangi kâbussa, içimin yaralarında o durgun akşam ve gölgelerin şerrine boykot ettiğim kötülük ve kin.

 

Darmaduman imgelerim, kayıtsız bedeller yine ödemekle yükümlü bir de sır tutan geceye verip veriştirdiğim.

 

Laneti aşkın hiç mi boykot etmez sevgiyi?

 

Kusurları boca ettiğim şiirler hiç mi merhem olmaz yaralarına hüküm yüklü benlik kırıldıkça parçalara ve çöreklendikçe için için?

 

Uzuvlarına neşter vurduğum, gölgeleri çarçur ettiğim hele ki o çengi yok mu? Aklın pervazlarında, sükûna davet eden bir yönerge adeta.

 

Sevgi çiçeklerinden polenlere dokunmak isteyen bir balarısı ve yüreğin kanepesinde sere serpe oturmayı meşk edinen sarı lale ve kovuşturdukça dünü, hangi rahle ise üzerine kenetlendiğim ve az sonra kopacak kıyametin ayak sesleri…

 

Mücbir sebepler mademki felaket tellağı ve mademki iz bilmez, yol bilmez bir deli fişeğim üstelik hor görülen mevtasında lal şiirlerin, en dokunaklı aksansa serzenişin aşkla yürek birlikteliği.

 

Maruzatım sadece doğrudan yana.

 

İşkillendiğim ise yine doğru bildiğim sayısız yanlış ve merdanede dizili boykot zerrecikleri.

 

Aşkın hülasa tayfununda hele ki üstün körü bir edimse adına özlem denen ve gecenin sürmeli gözlerindeki o temaşa.

 

Aksanlarından kopan heceler yine dumura uğrayan bir hikâye kahramanından aşırdığım ve bir hutbe tadında hangi dostun yüreği ise sokulma isteğim.

 

Yaşsız bir kelam ama hayli dokunaklı.

 

Kemale eren ise sadece hüznün odağında biriken toz zerrecikleri.

 

Dillerin bağı, yüreklerin de otağı ve kenevir misali sakıncalarından arındığım kötülük ve erbabı müşkül zihniyetler.

 

Teyelledikçe dünü yarınla aradaki o kesişim bölgesi sadece eşrafın darmaduman ettiği sevgi özürlü methiyeler ya da koşullu sevda masalları.

 

Bir kadından türeyen sevginin bağbozumu.

 

Bir erkeğin laneti belki de öngörü vesilesi çoluk çocuk huzuru ve aileyi yâd ediyorsa durağan güncesinde hayatın sonra da dinden imandan çıkıyorsa boyutsuzluk nasıl ki göreceli.

 

Teneşir paklayan zehrin budandığı ve lanetini doya doya taşıyan hükümranlığı nice beyhude kelamı zehir zemberek etrafa yayan ve doyumsuzluğu da teyit etmişken bir yetim’in başak saçlarında, hangi metanet ise bir kareden diğerine aktarılan ama hoşgörü ve sevginin eksikliğini yürekte arz edip boşluğunu da duvarlara vura vura çıkaran o kekremsi acı.

 

Kıyılarında çer çöp; enginliklerinde hazan; yüreğinde karaçalı misali bir sevgiyi bir de umudu pelesenk etmişken.

 

Karalar bağlayan hangi kadın değil ki ya da yüzü kara çalan hangi adamdan özür borçlu olabilirsin?

 

Zimmetli belli ki yüreğin kibri; boca ettikçe hüznü katmanlı fısıltılar yine bilindik bir kelamdan sessizliğe el yordamı dokunma istemi…

 

Vuku bulan ama az sonra sönecek bir yangının da ilk kıvılcımı yine kayıtsızlığın da dik alası üstelik üstüne başına bulaşan kini ve kiri yok etme arzusu hele ki en çok beyazı ve masumiyetin tınısını konuk etmişken.

 

Bir temenni ödünç alıyorum bir de hayal yarımadası. Aklımın kıtaları arasında kurmak istediğim o kümülatif bağlantıyı irdeliyorum ilk etapta.

 

Kırık kemiklerini Tanrıların bir de ve…

 

Kaynakça belirtmeden kötülüğe minnet edenlerin de ödeyecekleri bedeller.

 

Çocuksu yakınmalarım ile basiretini bağladığım insanlık dürtülerimin hem de yanılsama ihtimalinin asla teğet geçmeyeceği.

 

Sakıncaları hayatın belli ki sayısız badire atlatmanın da bir gerekçe olduğu gerçeği.

 

Tüm hezeyanları sandığa kilitleyip geliyorum başucuma yarım kalmış sayısız kitap ile kesişen iç sesimin de az sonra bir uzantısı olacak olan o kekremsi acıyı da sırtlanıp hele ki kesif sessizliğe rahmet okuyup bir deryada boğulma istemi.

 

Hoyrat insanoğlunun makber bellediği küfür yüklü söylemleri ve de kayıtsızlıkları sonra da raptiyeler ile kendimi astığım boş bir duvar tıpkı öğrencilik yıllarında yaptığımın özlemini duyduğum o yapıştırıcı ile üstelik annem sayısız kere beni uyarmış olsa da…

 

Gülümseme kondurduğum ve afalladığım şu zaman dilimi. Elimde kocaman bir sele bant ve ben ders notlarımla dans ettiğim o uzun ve dar koridorları evimizin.

 

Akla zarar. Üstelik metazori bir edim de değil/di. Lise yıllarında edindiğim bir alışkanlık ve üniversite yıllarıma da sirayet eden. Artık aklıma nereden geldiyse sanırım bir ayrık otu ile sağacaktım günlük özetini hayatın bir de yorgun iklimlerin bağrında konaklamaya asla yadsıyamadığım.

 

İşin kötüsü, bitimsiz bir bilgilendirme çağı lakin görsel hafızanın kaydettiği üç beş kısa cümle ve resimle doğru orantılı ve unutulmaya mahkûm ne de olsa bilinçli bir bilgilendirme hiçbir şeyin yerini tutamaz.

 

Fıtratında âlemin gizeme yolculuğum. Gizemin yüksündüğü satırlarda ihlal edilen aşk masalları. Masallar hepten yangın, hepten yorgun bir de nasır tutan ellerinde kaderin dokunaklı bir tebessüm.

 

Aşkın balyalarında yoksun kıyamlar. Kıyamların dilinde kıyıma duran yürek sonra da naçar gölgemle saklandığım o duvar dibi.

 

Nükseden yalpalayan nidalar ansızın bir ıslığa dönüşüyor; aklın hürmet ettiği vicdan ise yorgunluğunu saklıyor Tanrı’dan ve kırık kemiklerini özlemin tortusuyla sakınıyorum berrak gözlerinden evrenin.

 

Hulasa bir tedirginlik, zaman gergef gibi işlenirken, naşında ise hayat kokan çiçeklerle olan yolculuğu kara sevdanın ve punduna getirip kaderin, el yordamı ile aradığım o çıkış noktası. Güzergâh hayli kaygan ve girizgâhında tek kişiye inanıp güvenmiştim, ellerimle sükûtu çizdiğim; gözlerimle ırmak olup aktığım şanlı şiirlerde yolum kesişti ansızın sair imge tadında şair yüreğinde sevdanın kıblemde doğdum yeniden oysaki bilemedim hüsran olacağını doğumumu müjdeleyen melekler muştulanırken iblisi siyah ruhuyla.

 

Ruhunla özdeş bildiğim.

 

Ruhumla ölümden ayrı kalmak adına.

 

Belli ki ruhsuz bir iklime rast gelmişim yaz sonrası ve eylül öncesi.

 

Motiflerde hep hüzün saklı.

 

Elyaf dolduruşlarında kaderin yeknesak bir telaş yine rahmetin indinde rahvan bir paye vermişken aşka ve tadı kaçan bir yemek, sofrayı süsleyen çiçeklerden etrafa saçılan o büyülü kokuda evrilen masallar.

 

Masallarla büyüdük madem.

 

Elem ikram edildi madem çocukluğa son bakışında masum gözlerimizin.

 

Mademki masumiyet bile yaftalanacaktı…

 

Söyle o zaman; hangi akla hizmetle dondum yaz akşamı?

 

Hangi akla hizmet dondurulmuş bir kareye tekabül etti hüzün?

 

Sonra da aşkı kutsayan Tanrı yüz çevirdi zalime ama bendim zulüm batağında kayıp bir şiiri yüklenip de denizler aştığım coğrafyada bir hüviyetten bir zürriyete terfi eden.

 

Dokunuşlar hep ıslaktı çünkü gök hep ağlamakta.

 

Bense sona kurdum saati bu yüzden uyanmamı bekleme ne de sorgu sual ne de hal hatır soran üç beş satır hem dememişler miydi: ya kırk katır ya kırk satır.

 

Aslıma ihanet edemem.

 

Aşka ise nasıl yüz çevirmeli?

 

Bu yüzden nefretten uzak zihniyetim varsın adımın baş harfi elem olsun, varsın kanayan satırlarda eli yüzü düzgün acılar büyüteyim zaten çoktan çekip gittim ben hem de dönmemek üzere.

 

Bir aklın izafi tutulması tıpkı ışığını güneşin her akşamlık çalmayı görev bellemiş dolunaydan bile alacaklı iken yıldızlar.

 

Yıldızların tahtında solgun yüzümün de teamülü şunca zaman bunca yalandan sakındığım iç dünyam: çocukların kucağında kocaman bir güneş; güneşin bendi ise her nasılsa siyaha çalan bir kıble yine nakşeden istilasında zulmün ben arakladığım hüznü pay ederken satırlara.

 

Korunaklı dünyamdan selam olsun cihana.

 

Ama satılmış bir cürüm değil bu; bilakis hicabın ayak sesi zira metazori bir tufan değildi bilakis bile bile seğirttim yarına bilmeden dünümün tekerrür edeceğini… bile bile yanmaksa çoktan küllerimi serptim satırlara sadece hazanın çağrısıdır seslendiğim şarkı, sadece yazın solduğu mevsimdir Eylül’den sakındığım.

 

Sancağım aynı yerde.

 

Ama ben çok farklı bir boyuttayım hem ıslak kaldırımlarda da bulamazsın izimi ne de olsa nefsime duyduğum hınçtır hele ki aşkın asaletinde azabı layık gören kadere de boyun eğmişliğimdir.

 

Hıçkırıklarım duyulmazın sitemi ve istem dışı bir yorgunluk benimki ve tek kişilik hücremde tavana astığım yıldızlardan ibaret dünyam ve solmaya aday tek gül yine istimlâk edilen bahçemin sundurmasında yalanları azat ettiğim hayatımın da son durağı.

 

İflah olmasam da ıslah ettim madem benliğimi, konuşlandığım şu bendi de yok say, varlık katsayımda dokunaklı bir hiçlikle iştigal ettiğime kani ve yörüngemde yalnızlığın tadını çıkardığım şu güz dönümü ve yüzüm hep dönük Tanrı’ya zira içimdeki kıblede saklı tuttuklarım sadece O’nun nazarında kıymete binmekte.

 

Sevgiden bihaber yalınayak seyrine kinayeli evrenin de çoktan restimi çektim ve ıslak satırlara da hibe ettim ölü benliğimi hem de huzuruna çıkmaya çoktan niyetlendiğim randevudan asla geri durmuyorum.

 

Zaman ötesi kaygılarım vardı öncesinde şimdi aşk özürlü belleklerin sıradanlığı var ruhumun derinlerinde yüzen o can simitlerine nasıl ki ihtiyacım yoksa ne de olsa en baştan kaybettim ben.

 

Tanrım beni affet, demeyi dilime pelesenk yaptığım ömrün kıyısında gölgeli aşklara da nutkumu atarken sadece huzur odaklı yarınların hayalini kuruyorum: unuttuğum ve unutulduğum hangi hikâye ise yine kan damlayan kalemde metruk bir bilmeceye gömmüşken başımı…

 

 

( Motiflerde Hep Hüzün Saklı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 18.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.