BUDANAN SARMAŞIKLAR

 

 

Şifresi sadece şairlerde olan anlaşılmaz bir başkaldırıdır şiir.

Her şiir bir eylem, bir manifesto barındırır insanın ruhunu harekete geçiren…

 

 

TİYATRO OYUNU

 

DRAM

 

 

MEHMET DEMİR

2016



 1.            SAHNE


Şair çalışma masasında uyuyakalmış, perişan ve pejmürde bir haldedir. Masanın üzerinde ve yerlerde boş içki şişeleri ve yerlerde buruşturulup atılmış kâğıtlar nedeniyle oda oldukça dağınıktır. Çöp kovasının içi atık kâğıtlarla dolup taşmış, çalışma masasının üzeri de aynı görüntüyü vermektedir. Masanın üzerindeki sigara tablası izmaritlerle dolmuş, odayı içilmiş sigaralar nedeniyle duman sarmış vaziyettedir. Odayı tamamen bir sarmaşık sarmalamış, araz uzantılarıyla kötü bir görüntü vermektedir.

Odada renkli takım elbiseli, boynunda fuları, kılığı kıyafeti ve tıraşı düzgün bir adam (İlham Perisi) belirir. Odayı gözleriyle bir süzer ve yavaş hareketlerle önce camı açıp odayı havalandırır ve sonra raftan bir çöp torbası alıp, dolmuş çöp kovasını torbaya aktarır ve yerdeki atık kâğıtlar ile boş şişeleri torbaya doldurup, masanın üzerindeki dolu kül tablasını da torbaya boşalttıktan sonra torbanın ağzını bağlayıp dış kapının önüne koyar. Yerlere savrulmuş kıyafet ve çorapları birer birer toplar, özenle katlar ve bir yere düzgün bir şekilde yerleştirir. Oda yeteri kadar havalandıktan sonra camı örter ve masanın başında uyuyakalmış şairin başına dikilir. Onu bir süre süzdükten sonra:


İlham Perisi        : Yeter uyuduğun. Doymadın mı uykuya. Uyan artık!


Şair                     : (Yattığı yerden hiç kafasını kaldırmadan, uykulu bir sesle) Rahat bırak beni, çok uykum var.


İlham Perisi        : Böyle uyu uyu nereye kadar? Aylardır uyuyorsun, yetmedi mi uyuduğun?


Şair                     : Git başımdan. Uyuyorum şurda...


İlham Perisi        : Perişan haldesin. Şu odanın haline bak, şu senin haline bak. Sen ne lanet bir adama dönmüşsün öyle.


Şair                      : (Kafasını masadan hiç kaldırmadan, esneyerek) Aylardır yoktun. Şimdi mi aklına geldim. Bırak uyuyacağım.


İlham Perisi        : Dökülüyorsun. Kalk da topla kendini.


Şair                      : Benden ne istiyorsun? Başımın belası mısın?


İlham Perisi        : Zehirleneceksin şu kokudan, ne hale çevirmişsin odayı… Pislikten geçilmiyor…


Şair                        : Zehirleneceksem ben zehirleneceğim. Sana ne?


İlham Perisi        : Kalk artık kalk! Hiç sana yakışıyor mu böyle yaşamak?


Şair                        : Ne varmış yaşantımda?


İlham Perisi        : (Şefkat dolu bir tebessümden sonra şiir okumaya başlar)


  İhanetin umarsız kulakları

  Dikilmiş dinler yüreğini.

  Acının şiddetli gözyaşları

  Yağıyor sağanak sağanak.

  Kanında ihtilaller var sürekli

  Sevdana darbe vurulu

  Görmüyor etrafı gözlerin, her yanın sis

  Diline lal inmiş, yüreğin hapis

  Kangren etmiş her yerini

  Bedenini saran bir habis…

  Bütün değerlerin yerlerde sürünmekte.

  Bedenini sarmak için üzerine

  Kapkara bir bulut inmekte…

  Bir rüzgâr gerek sana,

  Bir ışık tutan gerek.

  Yeni bir yürek lazım ya da yeni bir soluk

  Bu gidişte çok kan akacak yüreğinden

  Oluk oluk…


Şiir okunurken şair isteksiz isteksiz yerinden kalkar. Lavovaya gider. Yüzünü gözünü yıkar, aynaya bakar. Aynadaki görüntüsünde perişan haldedir.


Şair        :              (Havluyla yüzünü kurularken) Ne rüzgârı, ne ışığı… Ben ışığımı kaybedeli aylar oldu. Hem neredeydin sen bugüne kadar?


İlham Perisi        : (Şiire devam eder)


Bükülmez ideallerimiz vardı önceleri

Geceleri bir ülkünün hülyasıyla geçirir

Sabahları sevdamızın sancısıyla uyanırdık


Şair                        : (Tuvaletin sifonunu çekip, fermuarını kapatırken) İdealler ve ben!… (Abartarak) Büyük ve iddialı laflar…


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


  Yitik zamanlarda değişti her şey

  Bir bağ bozumunda yıkıldı idealler

  Yıldızlara astığımız hayaller söndü

  Ezildik bir cenderenin içinde

  Şavkı karardı mehtabın

 

Şair                        : İdeallerin peşinde koşmayı çoktan bıraktım ben. (Bir sigara yakar) Hepsi boş hayal. Her idealin ardından yaşadığım hayal kırıklıklarından usandım artık.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


  Rekabet sancısındayız şimdi

  Ekmeğin kaygısında…

  Yürekler sevdalara değil artık

  Global ihtiraslara akıyor.


Şair        :       (Masadaki içki şişelerini arar, bulamayınca çöpe atıldığını fark eder) Hayatla rekabet mi edilebilir? Sevdalar, yalanlar üzerine kurulmuş. Çıkar ilişkileri, sahtelikler…


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Behey! Közüne yandığımın sevdası

Hey, hüznünde ıslandığımın hasreti

Nice acılarda bükülmezken belim

Nice ıstıraplarda ah etmezken dilim

Yokluğun ölüm!


Şair        :              (Sigarasını kül tablasına basarak söndürür) Sevdalanmak, özlem duymak… Değerini yitirmiş, vazgeçilmiş kavramlar bunlar.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Behey! Özlemine yandığımın ayrılığı

Hey, korunda harlandığımın yalnızlığı

Nice ateşleri tutuyorken elim

Narımı söndürmeye yetmezken külüm

Yaptığın zulüm!


Şair        :              (Sigaradan bir nefes çeker) İnsan inanmadığı bir şeyi kaybettiğinde üzüntü ve acı duyar mı, yüreği yanar mı?


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder) 


Ayrıldık işte! 

Önemi var mı artık, kim haksızdı, kim haklı

Yüreğim ateşte,

Gözlerim ağlamaklı…


Şair        :        (Buzdolabından bir içki şişesi daha çıkarır, masanın üzerine koyar) Ağlamak… Gözpınarlarım kuruyalı çok oldu. Tükettim gözyaşlarımı ben. Dökecek tek damla bile gözyaşım yok artık.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Dinmez bir yürek ağrısıdır mazi

Eyer kabul etmeyen atın sağrısı

Unutulmaya çalışılanların

Kulak tırmalayan çağrısıdır


Şair·       :·       (Elleriyle masada bardak arar, bulamayınca mutfak tezgâhından bir bardak alır) Mazi öyle mi? Geçmiş, yüreğimin üzerini kaplamış tozlardı sadece. Üfledim, dağıldı hepsi.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Pişmanlıkların susmayan haykırışları

Uçup giden sevdaların

Kanat vuruşlarıdır.


Şair        :              (Mutfak rafında poşet içindeki çerezlerden biraz tabağa koyar) Geçmişimi yargılıyorsun. Artık orada değilim ki ben.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Keşkelerle dolu bir hayatın

Yüreğe dokunuşları

Beyhude geçen zamanın

Hesap soruşlarıdır.


Şair        :              (Sigarasınan derin bir nefes çeker. Bardağa içki doldurur) 


Zaman… 

Ömür öğütücüsü…

Beyhude geçtiği tartışılır bence. 

Bırakmışız kendimizi zamanın akıntısına.

Sürüklenip gidiyoruz.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Ardı ardına yakılan sigaraların külleridir dökülen

Bir defter arasında sıkışıp kalmış hatıraların

Dikenleri hala batıp duran

Solmuş gülleri

Her pişmanlığın

Diğeriyle kesişen yolları…


Şair        :              (Elindeki içki dolu bardakla masasına gelir oturur, bir sigara daha yakar) 


Kal! Derdim elbet

Kalabilecek kadar yürekli olduğunu görebilseydim.

Benle gelenler mutluluğum – ki hiç olmadı,

Gelmeyenler pişmanlıklarım…

Bir yerlerde kesişmez artık onlarla yollarım…


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Ne unutabilir

Ne yok sayabilirsin

Ne de yüreğini yerinden çıkarıp

Bir yerlere koyabilirsin

En küçük bir hatanı kollar durur hayat boyu

Ya da en zayıf anını…


Şair        :       (Bardaktaki içkiyi bir dikişte içer)


Bir zamanlar en sert fırtınalara bile meydan okuyan zavallı ben.

Şimdi meltem rüzgârlarında bile savrulup uçuşan yaprak gibiyim.

Güçlü olduğumu zannetmişim sadece.  

Kollamasına gerek yok zayıf anlarımı.


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Hiçbir zaman

Yüreğinden silinmeyecek izi

Hatalarınla büyüyüp beslenecek

Ve her gözyaşı döktüğünde

Sana seslenecektir mazi


Şair        :     Benim yanılgılarımdan beslenip bana ahkâm mı kesecek? Gözyaşlarımı yitirdim ben, mazinin benle işi yok artık. (Bir bardak içki daha doldurur)                                

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


 Zamanla her şeye alışıyorsun da

Can kırıklıklarının yüreğine batışına alışamıyorsun.

Ne zaman yüreğin acısa, daha bir batıyor

Ne kadar bilsen de

Kırık bir bardaktan su içilemeyeceğini,

Kolay vazgeçemiyorsun en sevdiğin bardağından,

Bir daha onaramayacağını

Kabullenemiyorsun bir türlü.


Şair        :              Bardak kırıldı diye su içmekten vaz geçecek değilim elbet. Ancak kırık bardaktan su içecek kadar da aptal değilim (içkisini bir dikişte içer). Kırılmış bardakları çöpe atıyorum. (Sinirli) Hala kırılmamış olanları da ben kırıyorum (Elindeki bardağı yere çarpıp kırar). 

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Hayat nazıdır aşığın kiminde

Bazen iki satır yazı

Ozanın elinden düşmeyen sazı

Ve yürekleri kavuran közüdür sevdaların.

Ebemkuşağındaki renklerdir hayat

Bir kuşun kanat çırpışları

Özlemlerin yürek atışlarıdır.

 

Şair        :              


Hep mi masumdu özlediklerimiz?

Hep mi suç sadece bizdeydi?

İnsan geride bıraktıklarını özlüyor nedense

Hâlbuki elinin altındayken kıymeti yok!

Sonra aşk ulaşılamaz oluyor

Sonra sevgi imkânsız diyorlar…

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Kimi dipsiz kuyudan çekilen boş bir kova

Kimi özlemi duyulan sıcacık bir yuva

Kimi içerini daraltan boğuk bir hava…

Köz köz olmuş yürek yanıkları

Sevdaya mahkûm aşka sanıkları

Maziye düşmüş iç kırıklarıdır.

 

Şair        :              (Yeni bir bardak alır tezgâhtan)


Kalpler birlikteyken yollar niye ayrılır?

Yürekte sevda varken dil neden ayrılık şarkısı söyler?

Anlaşılır gibi değil.

                              

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Bazen koca bir ömrü

Bir bilinmez uğruna adamak

Bazen birbirine dolanmış sarmaşıkları

Acımadan budamaktır hayat.

(Ellerini sarmaşıklar üzerinde gezdirir, uzamış olanları eliyle kontrol eder)          

 

Şair        :              (Bardağa yine içki doldurur) Ben budamam, kökünden koparırım? Cezası nedir hâkim bey? İdam mı?


İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Bir öğrenemedik kanamadan, kanatmadan sevebilmeyi

Bir öğrenemedik üzülmeden, üzmeden anlaşabilmeyi

Bir öğrenebilsek kırmadan, dökmeden korumayı ilişkileri

Ah! Bir öğrenebilsek…

 

Şair        :              Demek elimde ne varsa yakıp yıkıyorum öyle mi? Elimde ne vardı? Hayat bana ne verdi ki yakıp yıktım? (İçkisini içer)

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Ölümden öte ne yol var

Ne de yaşamdan öte umut.

Bütün çirkinlikleri unut

Ve güzel anlarını ellerinde tut.

Yüreğinde tükenmemiş sevdalar

Ve dopdolu yaşadım dediğin

Tek bir günün olmuşsa, o kar…

 

Vuslattan öte ne yol var

Ne de özlemden öte acı.

Aşklara hasret kırbacı

Ve yüreklere umut ilacı

İçerini kavurmayan sevdalar

Ve huzura erdim dediğin

Tek bir günün olmuşsa o kar…

 

Şair        :              (Acı acı gülümseyerek) 


Mutluluk, güzel anlar, tükenmemiş sevdalar…

Tüketmeyeceksek neden sunulur ki bize?

Dolu dolu yaşamakmış…

Tüketemeyeceksek ne diye doldururuz içini

Kumbara mı bu ömür dediğin?

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Kimi zaman gereklidir ayrılık

Bazen tartısıdır bağlılıkların

Bazen ölçüsüdür sabrın

Bazen gem vuruluşudur isyanın

Çoğunlukla olgunlaşmasıdır insanın

Kıymet bilmezliğe pişmanlık aşısı

Kaybedilenleri

Yeniden kazanma uğraşısıdır.

Neyi istediğini anlamanın öğretisi

Kazanılan, insanı tanıma yetisidir.

Bazen de ayrılıklar

Yeni buluşmaların davetçisidir

Kim bilir?...

 

Şair        :              Hala umut mu var diyorsun? Umut uyanıkken görülen bir rüyaymış. Umutlarımızla kandırılıyoruz. Umutlarla sokuluyoruz cendereler içine. Bu yüzde uyuyordum. Boşuna uyandırdın beni.

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Buzlar da erir sıcağı gördüğünde.

Taş bile dayanmaz, çatlar günün birinde

Yeri geldiğinde insan buz da kesilir, taş da

Zamanla bütün keskinlikler törpülenir, ovalleşir…

Ne kadar keskin olsan da

Zaman köreltir bütün keskinlikleri.

 

Şair        :              (Sesini biraz yükselterek şiir okumaya başlar)


Yılların hoyratça geçip gidişine isyan etmek var

Beyhude geçen zamana “Dur!” demek

Yüreğimin içine akıttığım yaşlara “Yeter!” demek var

Kapamak var, akıp duran gönül çeşmesinin musluğunu…

 

Çirkinliklerini silip atmak var geçmişin

Gönül kırıklıklarımı bir bir onarmak

Bir bir kırmak var zincirlerini yüreğimin

 

Bilekçesini koparmak var mazinin

Söküp atmak gerekirse, yüreğimi yerinden

Tüm yüreksizlere/yüreksizliklere haykırmak var avaz avaz

Sevgisizlerin/sevgisizliklerin yüzüne tükürmek

Canına okumak var vefasızların/vefasızlıkların

Sonra eline bırakmak var kendini kaderin/kederin…

 

Bakiye ömrü bir yudum su gibi içmek

Geçmek var yılları ışık hızıyla, yitirmek zamanı

Ulaşmak var sonsuzluğa, zamansızlığa…

 

İlham Perisi        : Hep böyle öfkeli mi olman gerekiyor hayata? Biraz sert değil mi serzenişlerin?

 

Şair        :              Neyim var ki dünyada? Bak! Heybem bomboş.

 

İlham Perisi        : Neresi boş? Anıların?

 

Şair        :              (Bir sigara daha yakar) Yitip giden zamana ait onlar.

 

İlham Perisi        : Hayallerin?

 

Şair        :              Gerçekleştirilememiş hayaller. Uçup gitti hepsi.

 

İlham Perisi        : Ya yeteneklerin?

 

Şair        :              Koşullara ait. Bir gün var, bir gün yok. Bak! Bir boka yaramıyor şimdi.

 

İlham Perisi        : Peki, çevren?

 

Şair        :              Onlar yürüdüğüm, geçtiğim yollara aitti. Hepsi geride kaldı.

 

İlham Perisi        : Bedenin? Sağlığın?

 

Şair        :              Toprağa ait. En son oraya girecek sonuçta.

 

İlham Perisi        : Ruhun?

 

Şair        :              Tanrıya ait. Bedenim toprağa girince onu da alacak elimden.

 

İlham Perisi        : Peki ya aşk?

 

Şair        :              Aşk! (Sigarasından derin bir nefes çeker) (Acı acı gülümser) Yüreklerdeki tüm duyguları özgür bırakan esaret hali…

 

İlham Perisi        : Anlar senin. Her geçen günün her dakikası senindi. Şu an da sana ait, yarın da sana ait…

 

Şair        :              (Sesini yükseltir) Boş boş konuşuyorsun. Geçmiş de bir zamanlar gelecekti. Sözde hepsi bana aitti. Ama nasıl oluyorsa, bana ait olanı her defasında biri gelip alıyor benden. Bu bir avuntudan başka bir şey değil. 

 

İlham Perisi        : Verme o zaman.

 

Şair        :              Ne yapayım? Cenge mi çıkayım? Kiminle cenk edeceğim ki hem? Yel değirmenleriyle mi?

 

İlham Perisi        : Sahip çık. 

 

Şair        :              Senin olana sahip çıkarsın. Daha sana gelmeden senden alınana nasıl sahip olabilirsin ki?

Bu boktan hayatı sen yaşamadığın için söylemek ne kadar kolay geliyor değil mi? Gel bir yer değiştirelim de sen yaşa bakalım bu hayatı. Gör bakalım, dediğin kadar kolay mı?

 

İlham Perisi        : Bu hayat senin hayatın, ben senin için varım. Yer değiştirmek de nereden çıktı?

 

Şair        :              Hayatı ben yaşıyorum, sen ahkâm kesiyorsun. Söylemesi kolay…

 

İlham Perisi        : Hayat senin hayatın. Tabi ki sen yaşayacaksın. Sana hayatın güzel yönlerini söylemek, yeni ufuklar açmak, hayallerini canlı tutmaksa benim işim. Sen bunun kolay olduğunu mu sanıyorsun?

 

Şair        :              Yaptığın bütün iş laf. Hayatı yaşayansa benim.

 

İlham Perisi        : Altı aydır ortalıkta görülmedim, düştüğün şu hale bak. Hani nerde yeteneklerin? Hani duyguların? Nereye gitti hayallerin, ideallerin?

 

Şair        :              Sen yokken de yaşıyordum ben. Hem ortalıkta olmayan sendin. Bana laf söylemeye hakkın yok.

 

İlham Perisi        : Gördük nasıl yaşadığını. Bir kere beni uzaklaştıran sensin. Bana kabahat bulma.

 

Şair        :              Ne oldu? Çektir git mi dedim de kayboldun ortalıktan?  

 

İlham Perisi        : Seni yalnız bırakalı ağzın da bayağı bir bozulmuş.

 

Şair        :              Sen mi topluyordun ağzımı?

 

İlham Perisi        : Evet.

 

Şair        :              (Dalga geçerek) Niye gittin o zaman?

 

İlham Perisi        : Sen yüreğinle bakma, yüreğinle işitme, yüreğe dokunma yetilerini yitirdin. Kaleminin büyüsü bitmiş, kulağının melodisi gitmiş, ritmini kaybetmişsin. Sözlerin tükenmiş ya da söylemini tüketmişsin. Umudun sönmüş, yüreğindeki fırtınalar dinmiş…

Şair        :              Bunların nedeni, senin olmayışın değil mi? Ortalıktan kaybolup faturayı bana çıkarıyorsun. Hem yüreğimde fırtınalar esmediğini nerden biliyorsun?

 

İlham Perisi        : Sen âşık olmadan, tutkuların olmadan sana nasıl hayal kurdurabilirim ki? Sen yüreğini kapatmışsın bir kere. Senin kapattığın yere ben sesimi duyuramam ki… Yüreğine duvarlar örmüşsün. Yüreğinde fırtınalar koparsan ne yazar.


Şair        :              Yeteneğim niye işe yaramıyor?

 

İlham Perisi        : Açlığa doymuşsan, susuzluğun dinmişse, vuslata ermişsen, hedefine ulaşmış, beklentilerine kavuşmuşsan, önceliklerin değişmiş, arzuların tatmin bulmuş, Heyecanın durulmuşsa yeteneğin ne işe yarar ki?

 

Şair        :              (Başını sağa sola sallayarak söylenene itiraz eder) Bu anlattığın adam ben değilim. 


İlham Perisi        : Öyleymiş gibi davranıyorsun. O melodiyi duymuyorsun artık. Ritmini yüreğinin çarpıntılarına vermiyorsun.

 

Şair        :              Aşk mı bütün bunları harekete geçiren?  Âşık mı olmalıyım yeniden? (Yüzünü ekşitir) Aşk deyince kusmak geliyor içimden. Ne olur bana aşk deme.

 

İlham Perisi        : Sen aşkın ne olduğunu da unutmuşsun.

 

Şair        :              Aşkın ne olduğunu senden mi öğreneceğim? Biliyorum elbet…

 

İlham Perisi        : (Şiirle yanıt verir)


                               Aşkı ayakta kılan

                               Sanma düşler, hevesler

                               Özlemler hayat verir

                               Aşkı acılar besler

 

Şair        :              Tüketme nefesini, biliyorum ne olduğunu.

 

İlham Perisi        : Tarif et öyleyse.

 

Şair        :              (Alaycı bir sesle) Aşk bir sudur / İç iç kudur

 

İlham Perisi        : Aşkla dalga geçme.

 

Şair        :              (Ciddileşir, şiir okumaya başlar)


Gökyüzü her zaman maviydi aslında

Her zaman beyazdı bulutlar

Hayal kurmak güzeldi, bilirim

Bu yüzden pembe renge bürünmüş umutlar

 

Benim gözlerim mi kapanmış

Yüreğim mi kararmış nedir

Kara görüyorum her şeyi

Her yer kapkaranlık…

 

Hayat sevince güzel, sevene özel diyorken

Bir taş oturmuş ki yüreğimin tam orta yerine

Şimdi ne sevinçlere açılır yüreğim

Ne özlemleri hoş görür…

 

Kan beynime sıçrıyor, şimdi güzel bir haber duysam

Mutlaka bir bela vardır diyorum arkasından…

Yüzüme biri gülümsese

Ardında alaycı bir bakış arıyorum nedense…

 

Yüreğim çöller kadar kuru

Güneş gibi kavurmakta yüreğimi sevgisizlik…

Bir dokunsalar, bin ağlayacakmış gibi dolu gözlerim

Küçük bir suda fırtınalar koparmaya hazırım her an.

Feryadımı avaz avaz bağırmak istiyorum.

Öyle bir şey bağlıyor ki elimi kolumu

Nedir? Ben de bilmiyorum.

 

İlham Perisi        : Biliyorsun aslında. Ancak dilin varmıyor.

 

Şair        :              Ben dilimi daldan budaktan esirgemem. Ağzıma ne geldiyse söylerim. 

 

İlham Perisi        : Ağzına gelmiyor ki söyleyesin. Yüreğinde takılmış sözlerin. Yüreğin sansür koymuş diline.

 

Şair        :              (Şiir okumaya başlar)


Söylesem mi diyorum bazen,

Vursam mı içerimi kavuran alevi dışarı?

Döksem mi şimdi yüreğimdekileri ortalık yere?

 

Öyle zor ki ağlıyorken gülümseyebilmek mısralar içinde

Acıyı bir hayalin içine gizlemek…

Köz köz olmuş bir yürekten sevgi çığlıkları atmak

Kırık dökük bir yürekte taze sevgiler beslemek

İçine kan akıtırken, gönül yarası sarmak öyle kolay mı?

 

Söylesem dilim kirlenir

Yüreğimden uçar gider sevdalar

Nefret bulaşır dilime…

Döktüğüm an lekelenir sevgiler

Hakikat acıdır oysa acıtır…

Kırılır yürekler, kanatır sözlerim

Oysa gizem ne tatlı gelir insana

Yüreğini okşar, umut saçar, mutlu kılar herkesi.

Hakkım yok paralamaya yürekleri

Ortalığı kırıp dökmek hoş değil.

 

Sen yine yan yüreğim

Acıtma yürekleri

Mutluluk saç, umut saç!

Varsın gönlünde dursun milyonlarca aç

Binlerce muhtaç…

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya başlar)


Kalemin, yazabildiği kadar ağır

Yazabildiklerin kadar özgürsün.

Hele bir serbest bırak kalemini ki

Nefretini püskürsün!

 

Dilin, söyleyebildikleri kadar keskin

Nefret edebildiğin kadar ancak

Yüreğindeki kin.

Nefesin nefret kokuyor lakin,

Çıkarabildiğin ses kadar gürsün!

 

Başın, diyebildiklerin ölçüsünde dik.

Yazdıkların, yazabildiklerin kadar sivri…

Söylediklerin, söyleyebileceklerin kadar tesirli…

Dilin, söylemedikleri ölçüsünde kirli

Elin titriyorsa yazarken, dilin tedbirli

Yaşadığın yıllar kadar ömürsün.

 

Şair        :              (Kahkaha atar) Vallahi ömürsün! (Gülerek) Sen hangi ülkede yaşadığımızı sanıyorsun?

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Omuzların, taşıyabildikleri kadar güçlü

Gözlerin, göremedikleri kadar suçlu

Yürüyebildiğin yere kadar cesursun

Yürüyebileceğin yer kadar

Cesaretin hüküm sürsün.

 

Şair        :              Valla ben senin kadar cesur değilim. Hem kime kanıtlayacağım ki kendimi?

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Yüreğin, katlanabileceğin acılar kadar nâr

Yüreğine katlanabileceğin acılar sığar

Duymak istemediklerine kulağın duvar

Görmek istemediklerine sansürsün!

 

Şair        :              Lafı vurması kolay. Bir yaz da görelim, neler oluyor?

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Sabrın, sabredebildiğin ölçüde var.

Yüreğindeki dar, sabredemediğin noktada başlar.

Acı, canını acıttığı vakit acıdır

Canının acımadığı yere kadar nankörsün!

 

Şair        :              Şimdi bir de nankör olduk iyi mi. Benim canım acımıyor mu sanıyorsun.

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Can, sanırsın ki yaşadığın sürece candır

Seni vurmadı diye acı, kendini kandır.

Demek ki acı, ancak seni bulduğu zamandır.

Sen o vakte kadar dur!

Aç yüreğini ki yüreğin acı görsün

O vakte kadar belli ki körsün!

 

Şair        :              Kör değilim elbet, farkındayım her şeyin. Ancak her şeyin bir bedeli var.

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


 Vatan, verebileceğin can kadar vatan!

Bayrak, dökebileceğin kan kadar kırmızı.

Özgürlük, o bayrağın yıldızı…

Ancak, düşündüğünü yazabildiğin ölçüde hürsün

Yırt at o yazdığın saçmalıkları, çöpçüler süpürsün.

 

Şair        :              Çok ağır olmadı mı? Hakaret olarak mı algılamalıyım bunu?

 

İlham Perisi        : Her şeyin bedeli var diyen sensin.  Bedel ödemeden özgürlük mü bekliyorsun?

 

Şair        :              Şimdi Nazım gibi konuştun:       

                               “Sen yanmasan

                               Ben yanmasam

                               Biz yanmasak….”

 

İlham Perisi        : İnsanı hayvandan farklı kılan nedir sence?

 

Şair        :              Düşünen hayvan olması mı?

 

İlham Perisi        : Hayır. Onuru.

 

Şair        :              Şimdi de onursuz mu olduk? Susuyoruz diye her şeyi kabul mü ettik sanıyorsun?

 

İlham Perisi        : Haksızlıklar karşısında susmak, en büyük vicdansızlıktır.

 

Şair        :              Oh!  Oh! Bugün bana etmediğin hakaret kalmadı. Onursuz, vicdansız, ruhsuz…

 

İlham Perisi        : Ben hakaret etmiyorum. Üzerine alan sensin.

 

Şair        :              (Şiir okumaya başlar)


Sustuğum gün

Sen konuşma

Bozulmasın büyüsü sessizliğin…

 

Sustuğum gün

Suskunluğumdan sanma

Hele dil bilmezliğimden hiç değil.

Konuşmak neye yarar kimi zaman…

 

Sustuğum gün

Konuşacak sözüm olmadığı,

Ya da kalmadığı

Ya da sözlerin hiçbir anlam taşımadığı demek değil…

Kimi zaman konuşmamak,

Susmak,

Hele de konuşmaya susayacak kadar susmak gerek.

 

Sustuğum gün

Sen konuşma,

Sakın konuşma!

Bir susmak, bin konuşmaktan

Daha çok şeyler söyler yerinde.

 

Sustuğum gün bil ki

Suskunluğum konuşmaktadır

Hatta bağırmaktadır avaz avaz

Öyle bir sus, öyle bir sus ki

Duysun herkes sessizliğinin sesini

Duysun herkes suskunluğunun avazını

 

İlham Perisi        : (Alaycı bir şekilde) Şimdi konuşmazsan, nasıl konuşacaksın sıktıklarında boğazını?

 

Şair        :              (Şiir okumaya devam eder)


Bir sus ki duyulsun suskunluğun

Öyle bir susalım ki hep birden

Suskunluğumuzun nidası yükselsin gökyüzüne

Sarsın yeryüzünü sessizliğimiz

İşitsin duymayan kulaklar sessizliğimizi

Öyle bir işitsin ki

Yürekleri hoplasın suskunluğumuzdan

 Sanmasınlar suskunluğumuz duyarsızlığımızdan

Aman bir sus!

 Binlerce sus!

Sus!

 

İlham Perisi        : Sustum. Sustum… Artık bir şey demiyorum sana.

 

Şair        :              Neden? Susmak da bir karşı koyma biçimi değil mi?

 

İlham Perisi        : Susarak kime duyurabilirsin ki sesini? Bilakis konuşacaksın?  Kulaklarını patlatana kadar. Gözlerinin içine baka baka…

 

Şair        :              (Sinirli) Bak da gözünü çıkarsınlar.

 

İlham Perisi        : (Kızgın) Sen ne kadar sindirilmişsin öyle? Pısırık biri olmuşsun.

 

Şair        :              Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar bilmiyor musun? Onuncu köyü bul deme sakın. Onuncu köyde de ayağına sıkıyorlar adamın…

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya başlar)


  Kimseye dokunmadan yürümek mümkün mü kalabalık yollardan?

  Kimseye dokundurmadan iki laf edebilmek?

 Bir şiirin dizelerinde

Şişi kebabı yakmadan,

Ardında ayak izi bırakmadan

Değdirmeden hayatın bozuk düzenine

Yaşamak mümkün mü?

Yüreğini kimseye dokundurmaksızın,

Sevdalanmaksızın

Özlem duymaksızın el ele yürümeye,

Yaslanmaksızın omuzuna bir dostunun,

Sırt sırta vermeksizin bir arkadaşınla,

Bulaşmaksızın bir mahalle dedikodusuna

Yaşanır mı?

 

Şair        :              O zaman da aykırı insan diyorlar.

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Bir grip mikrobuna bile bulaşmadan

Yüreğin dolup taşmadan

Bir iç dökmeden birisine

Çok seviyorum be abi demeksizin kankalarına

Ve karışmaksızın etliye, sütlüye

Anlamı olur mu hayatın?

 

Şair        :              Ne yapayım? Her boka maydanoz mu olalım?

 

İlham Perisi        : (Şiir okumaya devam eder)


Bulaşmalı,

Dokunmalı ve dokundurmalı bozuk düzene

Verip veriştirmeli ve karıştırmalı ortalığı

Feryat figan etmeli ki

Dokunsun birilerine ve bulaşsınlar sana

 

Şair        :              Yok ya! Âlemin kahramanı ben miyim? Dokunsunlarmış… Dokunmuyorlar beyim, hayat söndürüyorlar!

 

İlham Perisi:       (Şiir okumaya devam eder)


Bulaştırsınlar çamurlarını

Bir yerlerimiz kirlenmeli mutlaka.

Kirlenmeli ki arınmak gereksin

Ve temizlensin toplum.

 

Şair        :              Kimi temizliyorsun Allah’ını seversen? Gökten yıllarca durmaksızın rahmet yağsa bu kir yine arınmaz.

 

İlham Perisi        : Her bedel ödeyen senin gibi düşünseydi, dünyada hiçbir gelişme olmazdı.

 

Şair        :              Ne değişti ki? Sömüren daha modern araçlarla sömürüyor, ezen daha teknolojik imkânlarla eziyor şimdi. Medeniyet geldi diye her şey değişti mi sanıyorsun? Ortaçağ köleliği gitti, modern çağın köleliği başladı.

 

İlham Perisi        : Sen bir harekette bulunmazsan, bin yıl geçse de ezen seni yine ezecektir.

 

Şair        :              Ne hareketi göstereceğim? Benim hareketimle binlerce yıllık sömürü düzeni mi değişecek? Yüzyıllarca bu çarkı çevirenler, bu çarktan beslenenler sana izin verirler mi?

 

İlham Perisi        : Vermeyecekler elbet. Ama sen de sömürülmene izin vermeyeceksin. 

 

Şair        :              Ben vermesem ne yazar. Kendini sömürten milyarlarca insan var. 

 

İlham Perisi        : Şiir de zaten bunun için var. Söylemini şiirle ulaştırabilirsin o milyarlara. 

 

Şair        :              (Alaycı) Milyarlara mı?

Şaka yapıyorsun herhalde.

Benim şiirlerimi bin kişi okusun öpüp alnıma koyarım.

 

İlham Perisi        : Şiiri yüzyıllardır okunanlara ne demeli?

 

Şair        :              Kaç kişi okuyor ona bakarım ben.

Bırak şiiri, memlekette kitap yüzü açmayan bir yığın insan var.

 

İlham Perisi        : Senin şiirini bugün kaç kişinin okuduğu önemli değil, Hangi çağlara kadar sesini duyurabileceğin önemli.

 

Şair        :              Ben öldükten sonra sesimi duysalar ne yazar. Bugün sesimi kesenler, sesimi yarına mı ulaştırır sanıyorsun.

 

İlham Perisi        : Eğer şairsen, adanmış kişisin demektir. Şair duyarlılığı, çağının sorumlu bir bireyi olarak zorluk ve haksızlıklara karşı durmanı gerektirmez mi? Sesini yarına ulaştıracak olan sensin; senin sesinin büyüsü ve tınısı… 

 

Şair        :              Bu tınıyı benim şiirimde duyuyor musun?

 

İlham Perisi        : (Duymazdan gelir) Şair hayata biraz da tersinden bakabilmeli, hayatın zehirli balını önce kendi tatmalıdır. 

 

Şair        :              Boktan bir hayatı tadarsan, sadece ağzında bok kokusu kalır. 

 

İlham Perisi        Şifresi sadece şairlerde olan anlaşılmaz bir başkaldırıdır şiir. Her şiir bir eylem, bir manifesto barındırır insanın ruhunu harekete geçiren…


Şair        :              Kelebek etkisi gibi mi? Bu sadece bir teori. Olasılıklar dâhilinde olması, gerçekleşeceği anlamına gelmez.

 

İlham Perisi        : (Elinde masada duran makası alır, yavaş yavaş sarmaşıkları budamaya başlar) 


Duyarlılık bir heybede, bir bilekte veya sükûtta da taşınabilir elbette.

Lakin duyarlılığı mısralarında taşıyacaksan eğer, bBulunduğun çağı ve zemini incitmeden, büyük iddialar gütmeden, sadece insana hissetme hassası vererek, özgün bir anlatımla taşımalı, çağının tanıklığını yapmalısın.


Şair:                       (Esneyerek) Tanıklık mı?

 

İlham Perisi:       Sözcükler her sabah kendi anlamlarının dışında yeniden işbaşı yapmalı dizelerinde. Sözlerin birkaç hafta etkisini sürdürüp, sonra hiç söylenmemiş kadar eskiyiveren pop şarkıları gibi havada uçmamalı. Sözcükler, kalbine ve ruhuna çarpa çarpa düşmeli mısralarına. Küskün kelimeleri uykusundan uyandırıp, sözcüklerin yazılmamış halindeki o mahcubiyet ve yalnızlığı görerek, onlara kimlik ve kişilik kazandırmalı, onlara bir çocuk saflığıyla yaklaşmalı ve kutsal bir davaya davet eder gibi davet edilmelisin dizelerine. O büyülü sesi önce kendin duymalı, söylediğinde akılları darmadağın etmelisin, mısraların büyüsüne kapılmalı herkes.

 

Şair        :              (Dinlerken çalışma masasının başında uyuyakalmıştır, horlama sesi gelir)

 

İlham Perisi        : Çok mu ağır geldi? Uyumuşsun yine…

 

 

2. SAHNE

 

Şair çalışma masasının başında, elleri masanın üzerinde, elleri yüzüne yastık olmuş şekilde uyumaktadır. Masanın üzerinde cep telefonu titreşimle çalmaktadır. Uyku haliyle gözleri kapanık el yordamıyla cep telefonunu arar. Gözlerini açmadan telefonu kulağına getirir

 

Şair        :              (Uykulu bir sesle) Efendim.  (Karşıdaki sesi tanır) Buyur Hakkı abi.

 

Yayımcı : Ne yaptın kitabı bitirebildin mi?

 

Şair        :              Hakkı abi kargalar daha kahvaltısını yapmadı, bunun için mi aradın sabahın köründe?

 

Yayımcı : Oğlum saat bir oldu ne sabahı.

 

Şair        :              Bir mi olmuş. (Esneyerek saatine bakar) Ne bilim Hakkı abi gece içkiyi fazla kaçırdım herhalde. Değişik değişik rüyalar gördüm.

 

Yayımcı : Oğlum sen bu kafayla kitap mitap yazamazsın. Altı ay oldu lan kitaba başlayalı. Bana bir mısra bile gösteremedin.  

 

Şair        :              Hakkı abi kitap dediğin şiir kitabı. İlham perileri kuyruğa dizilip çağırmamızı beklemiyor. Makale yazmıyoruz burada. İlham ne zaman gelirse o zaman yazıyoruz. (Uyanmıştır artık sinirlenip bir sigara yakar)

 

Yayımcı : (Sesini yükselterek) Sıçarım lan senin ilham perilerine. Bu işi bitiremeyeceksen aldığın avansı geri ver. Seninle mi uğraşacağım. 

 

Şair        :              (Sinirlenir) Abi yatmadık avansın üzerine, yazamazsak geri öderiz.

 

Telefonla tartışırken gözü masada yazıcıdan çıkmış bir dokümana ilişir. Daha dikkatle bakar üzerinde “Budanan Sarmaşıklar” yazılı bir şiir kitabı çıktısıdır.

 

Şair        :              (Hayret içinde, kendi kendine) Rüya değilmiş… 

 

Yayımcı : Öyle avansla mavansla yırtamazsın bu işten, canına okurum lan senin. Ağzına sıç…

 

Şair        :              (Şaşkın) Hakkı abi bitmiş kitap. Bitirmişim…  (Kendi kendine) Nasıl yani? Rüya mıydı şimdi bu? Değil miydi yoksa? Yok yok rüya değildi. Yoksa?...

                              

3.            SAHNE


Şair çalışma masasına başını koymuş uyumaktadır. Artık yaşlanmış olduğu ağaran saçları ve kırışmış yüz hatlarından anlaşılmaktadır. İlham perisi odada belirir. Odayı şöyle bir süzdükten sonra şairin başucunda gelir.

 

İlham perisi:       Yine mi uyuyorsun? Uyan artık zamanı geldi...

 

Şair:                       (Başını masadan kaldırmadan, uykulu bir sesle) Neyin zamanı geldi? Şiir yazalım diyorsan şimdi pek havanda değilim.

 

İlham perisi:       Yok, şiir yazmayacaksın. Final yapacağız.

 

Şair bir süre gerindikten sonra masadan kalkar lavaboda yüzünü yıkarken

 

Şair:                       Neyin finali bu? Beni yine terk mi edeceksin yoksa? Terk edince ne hale geldiğimi biliyorsun…

 

İlham perisi:       Terk etmiyorum. Birlikte yolculuğa çıkacağız senle.

 

Şair:                       Ne yolculuğuymuş bu? (Ellerini kurulurken) Şiir yazmak için farklı bir yere mi gideceğiz? Buranın nesi varmış?

 

İlham perisi:       Yok, bu sefer ben yazacağım şiiri.

 

Şair:                       (Şaşkın) Sen mi yazacaksın? (Gülerek) Ben niye geliyorum o zaman. (Dalga geçercesine) Yoksa sana ilhamı ben mi vereceğim bu sefer? (Sitemli) Hem sen ne diye şiir yazacaksın ki, senin görevin şiir yazmak mı?


İlham perisi:       Ben şiir yazamaz mıyım yani?

 

Şair:                       Yazar mısın?

 

İlham perisi:       Ne sandın ya. Hem de günde binlerce kez.

 

Şair:                       (Şaşkınlıkla) Binlerce mi? (Dudağını büker) Yazabilirsin tabi, sonuçta bana ilham verip yazdırabildiğine göre…

 

İlham perisi:       Ancak ben şiirlerimde farklı bir dil kullanırım.

 

Şair:                       Hangi dili?

 

İlham perisi:       Tanrının dilini.

 

Şair:                       (Gülerek) Kim okuyor yazdıklarını? Yoksa Tanrı'ya mı okuyorsun?

 

İlham perisi:       Finale gelmiş olanlar.

 

Şair:                       (Alaycı bir şekilde) Demek bana okuyacaksın. Çok meraklandım şimdi… Tanrının dili demiştin değil mi? Anlayabilecek miyim ki bu dilde yazılanı?

               

İlham perisi:       Herkes bilir bu dili.

 

Şair:                       (Şaşkınlıkla) Bu nasıl bir dil ki herkes biliyor?

 

İlham perisi:       Okuyunca anlarsın.

 

Şair:                       Şu finali anlayamadım yalnız. Neyin finali bu? Neden artık şiir yazmayacak mışım?  

 

İlham perisi:       Şairlerin son şiirlerini ben yazarım.

 

Şair:                       Bilmece gibi konuşuma, hiç bir şey anlamadım. Artık neden yazmıyorum onu söyle?

 

İlham perisi:       Vakit geldi de ondan.

 

Şair:                       (Endişeli) Neyin vakti? Ne diyorsun sen Allah aşkına?

 

İlham perisi:       Şiirlerini insanlığa duyurmanın vakti.

 

Şair:                       Yine bulmaca gibisin. Kitaplarım yayınlanıyor, insanlar okuyor zaten şiirlerimi.

 

İlham perisi:       Kaç kişi okuyor?

 

Şair:                       Bir kaç bin vardır...

 

İlham perisi:       Bu kadara razısın demek?

 

Şair:                       Değilim tabi. Ama gerçek bu…

 

İlham perisi:       Hayattayken şiiri milyonlar tarafından okunan kaç şair tanıyorsun?

 

Şair:                       Pek tanımıyorum. (Endişelenir) Hem ne demeye çalışıyorsun sen?

 

İlham perisi:       Şiirini milyonlar okuyacak diyorum.

 

Şair:                       (Heyecanla) Yani... Yoksa… Öleceğini mi söylemek istiyorsun?

 

İlham perisi:       Korkar mısın ölümden?

 

Şair:                       (Anlamazlığa verip şakaya vurmaya çalışır) Bilmiyorum. Daha önce hiç ölmedim. Canım çok acır mı?

 

İlham perisi:       Yok, anlamazsın bile…

 

Şair:                       Eeee! Kim alacak canımı?

 

İlham perisi:       Ben!     

 

Şair:                       Sen mi? (Endişeyle) Bu iş... Yani can alma işi... Başka birinin görevi değil mi bu?

 

İlham perisi:       Azrail mi demek istiyorsun.

 

Şair:                       Evet! Niye o değil de sen?

 

İlham perisi:       Ben O'yum zaten.

 

Şair:                       Ne yani, sen Azrail misin? Yok canım, sen ilham perimsin.

 

İlham perisi:       İlham perisi diye bir şey yok. O senin beyninde yarattığın bir şey.

 

Şair:                       Ama her şiir yazdığımda sen geliyordun. Her an senle birlikteydim. Sen ilham perimsin. Bak karşımdasın işte.

 

İlham perisi:       Korkma diye bu kılığa büründüm.

 

Şair:                       (Biraz duraklar, işin ciddiyetinin farkına varır. Düşünceli bir şekilde) Sahi şiirlerimi milyonlar okuyacak mı?

 

İlham perisi:       Okurlar. İnsanlar ölü şairleri pek bir sever.

 

Şair:                       (Bir süre düşündükten sonra) Şiirimi milyonlar okuyacaksa ben hazırım. Ama ne yalan söyleyeyim, canım acır diye de tırsıyorum.

 

İlham perisi:       Korkma, sadece yürüyüp gideceğiz.

 

Şair:                       Ne bileyim, Azrail dediler mi elinde çengeli, kapkara bir şey tasvir edilir de…

 

İlham perisi:       Görmek ister misin o halimi?

 

Şair:                       (Ürpererek geri çekilir) Aman aman kalsın.

 

İlham perisi:       Şaka yapıyorum. Öyle bir şey yok. Her anlatılana inanma öyle.

 

Şair:                       (Düşüncelere dalar) Sarmaşıklarımı kim budayarak şimdi?

 

İlham perisi:       Sarmaşıkların budanmaya ihtiyacı yok artık.

 

Şair:                       Sarmaşığın gövdesi sağlam öyle mi?

 

İlham perisi:       Dinle bak! Duyuyor musun o büyülü melodiyi?

 

Şair:                       (Gülümser, yüzünü bir huzur kaplar) Duyuyorum… Duyuyorum.

 

İlham perisi:       Artık yürüyelim mi? Ne dersin?

 

Şair:                       Yürüyelim.

 

Bir parlaklık belirir, ikisi yan yana parlaklığa doğru yürürler ve parlaklıkla birlikte ortadan kaybolurlar.




 

 

 

 

 

( Budanan Sarmaşıklar - Tek Perdelik Şiir Tiyatrosu başlıklı yazı Mehmet DEMİR tarafından 22.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.