Çığlık atmadan geçen zamanımız mı var! Müjdeli bir haber duysak, sevinçten çığlık atarız… Arkadaşımız arkamızdan aniden gelse, çığlığı basar, ürpeririz, belki de düşer bayılırız. Uyusak bile kâbus görür, çığlık atarak uyanırız. Çığlık nedir, nasıl bir tepkidir. Hastalık mıdır? Neden çığlık atana tepkiliyiz, eleştiririz… Ayıp gibidir sanki!  

 

Bilinmeyene karşı biz zaafımız var. Bilmediklerimizi yaşasak yahut birinden dinlesek şaşar, ani tepki gösteririz. Bu tepkide çığlık şeklinde ortaya çıkar. Çığlık, ilk defa yaşanılan bir olayın, bilinmeyen alfabesini ilk defa okumaktır. Bilmediğimiz, yaşamadığımız bir olaya tepkidir. Sanki tepki vermek zorundaymışız gibi…

 

İnsan her dehşeti, her güzelliği yaşamı içinde görüp yaşaması mümkün değildir. Ancak her deneyim ile bilinmezlik perdesi aniden açılacaktır. Bu bilinmezlik karşısında çocukluktan beri verilen ceza ve mükâfat eğitimi, ya güleceksin yahut ağlayacaksın psikozu ile olgunlaştığında, kendisinin bile saçma dediklerine tepki göstermektir çığlık.

 

Çocuklar neden korkutulur ki… Aman zehirler, aman canavar seni yer, aman öcüdür… Sonra da, bak oyuncak, oynama hediyesi verilir. Çocuğun her hareketini kısıtlayan, özgüvenini yok eden, acı çekse de kendisinin anlaması yerine, bizim anladığımız pencereden olaylara sevk edilmesi nedendir! Bir koruyuculuk eğitimi dayatılır, her şeyde sanki garanti aranır durur.  Doğuştan Allah vergisi fıtrat, bilinmeyen bir ölçü… Bu yüzden Dede Korkut masallarında, doğar doğmaz çocuğa ad verilmez, yaptığı ya da başardığı özel duruma göre isim alırdı. Kim bilir adı yetişkin yaşlarından sonra verilirdi belki de… Atalarımız çocuk yetiştirirken bu kadar özgürlük ve sabrı çocuklara verirlermiş… Doğanın içinde istediği gibi oynar, acıktığında her hangi bir evden yer içer, nereye giderse, her yer onun büyümesi için özgüvenine sebep olurmuş. Bu yüzden de çığlık nedir bir şey bilmezlermiş. Her olay bir doğal sürecin sonucu olduğunu ve olabilirliğini kabul ederlermiş! Savaştan kaçmaz, ölümden korkmaz, mal biriktirmez, her şeyini paylaşır ve anını yaşarlarmış!

 

Çığlığın temelinde, korku vardır. Bir işi başarmak, zorluk doludur derler, buna inandırılmıştır birey. Öyle şartlandırılmıştır ki, her yüksek hedef, her kişinin harcı değildir diye inandırılmış, inanmıştır. Haddini bilmelidir de! Ulaşamayacağı hedefi başardığını görse hemen çığlık atar, vay be! Der… Demek ki ulaşılabiliyormuş diye inanan bir keşifin, herkese bunu anlatan çığlığı ortalığı çınlatır! Korkuyu yenmiş, verdiği yorgunluk gevşemeye dönüşmüştür. Korkunun bu ölümü, değişimin ilk sesidir, doğduğunda çığlık… Önünü kapatan, nereye dönse ötesini göremeyen dağ önlerinde haklı sesin yankılanmasıdır. Sanki o ses ötelerin ötesine gider, başka insanların kulaklarında alev olur… Bu inancı yayar, bu görüntüye bakan, hep bir ağızdan çıkan çığlıkta…

 

Toplum bu kadar baskıcı olunca, bağıran ve çığlık atanı da görmek çok şaşırtmıyor. O çığlık atandan korkmayın, niçin çığlık attığını öğrenin ve içinizde baskı uyguladığınız yaşanmayan duyguları ortaya çıkartacak bir fırsat sayın bunu… Sizde atın çığlığı, doğuşun ilk adımı olsun bu!

 

Öcüyle böcüyle yetişmiş bir eğitim siteminde, hep çığlık atmaya devam edeceğiz, maalesef. Bağırdığımızda dağlar dan gelen çığ gibi, akacak sönmüş yanardağın biriken enerjisi ve lavı da olacak kar… Çığlığı duyana korku, atana gevşeme verecek! 


Bir tek ölürken çığlık atamayacağız belki de…

 

Saffet Kuramaz

( Çığ Gibidir Her Anımızı Saran Çığlıklarımız başlıklı yazı safdeha tarafından 23.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.