Sağduyumu esir ettiğim yanılgısına
düştüm ansızın. Şaibeli hayatlardan oldum olası haz etmem ya da şaşalı
hayatların uzvunda yaşanmışlık ihtimali değil de yaşama şansının es geçtiği.
Aklıma ne zaman ki bir roman düşse ya
baygınlığın kisvesinde kütüphanemin raflarını karıştırıyorum ya da başlayıp
onuncu sayfaya gelmeden vedalaşma ihtimalini unutup gözlerim ilk sayfaya çakılı
kalıyor.
Betimlemelere dokunan romancının
çatık kaşlarını hissediyorum üzerimde sanırsın ki; ruhu etrafımda romana ve
huzursuzluğuma eşlik etmekte. Sanırım seçici olma lüksünü bana çok gören bir
zihniyetle çatallaşan yollarda romanın bana ikramı değil de ben kıskanç bir
nazarla, daha iyisini yazma ihtimalim olup olmadığı sorgulama içgüdüsüyle
romanın asıl sahibinin kim olduğu düşüncesi yine benliğimi esir almışken.
Detaylar biriktirdiğinden
bahsettiğini hatırlıyorum da ve hatırlıyorum da ta çocukluğumdan beri hep
detayların ekseninde bilinmeze pervane olup da asla pervasız olmayı
beceremediğim gerçeği; üstelik konu ne olursa olsun ve muhatabım kim olursa
olsun demenin bile eksik kaldığı, muhatabım olmayanları bile kendimle
özdeşleştirme ihtiyacımın galip geldiği.
Karşılıklı konuşma fırsatı bulduğum
kim ise keza iç sesim ve bayat bir ferman sunup aklımın korunaklı haznesinde
ben bilinç ötesi bir farkındalık ile bilincimin yetip yetmediği sorgulaması.
Detaylar, değil mi sayın yazar?
Peki, genelleme yapma ihtiyacı
hissettiğinde, yaşadığın muhitin dışında bir hayat olduğu bilincine vakıf olsan
da ve romanlarında yine farklı kültürleri baz alsan da zor değil mi aklından
çıkmayan kökenlerinde İstanbul sırtlarının bu denli mağfiretten yoksun kılınma
ihtimali?
Yargı değil, yergi hiç değil sadece
özellikle denemelerinde kendini tekrarlayıp ve ağdalı bir dil kullanıp yine
kökünle övünmen tıpkı vatan aşkının kutsallığında duyumsadığımıza eş değer
belki de bir basamak ötesi.
Bunun bir kıstas olduğu gerçeği ve
yine özünde barınanla öznelliğin ayak sesinde çarpışan haleti ruhiden yine de
saygıyla karşılarım, karşılarız sonuçta kaleme hitap eden iç sesin ne diyorsa o:
sadece okuyucu gözüyle bu ayrıntıyı vurgulamak istedim hele ki romancı kimliğini
bilfiil giyinmiş şahsına ne bir eleştiri ne de metazori bir sunum belki de yazan
kişinin kendini tekrarlama yanlışına düşüp okuduklarını da bu minvalden
değerlendirme ihtiyacı hissetmesi.
Gereksiz uzadı bu anlamda başka bir
konuya geçip kapatıyorum bu bahsi ne de olsa eline su dökemem yine de feyiz
aldığım kaleminde çokça benzerlikle karşılaşıyorum hele ki konu, yazmak ve
İstanbul ise.
Kalemin fıtratı ya da zihniyet tabir
edeceğimiz ve detayları kanıksayıp genele sunmak.
Her ne kadar romanlarında çatışan
fikirlerin olması kıstasını vurgulasan da zannımca genel kabul görmüş bir
eksende gitmeli kitap ve yine yazan kişi de bir şekilde teyit etmeli
doğrularını görünen o ki; yemem gereken kırk fırın buharı üstünde kitap kokusu
var yine içime çekip doğal yollardan sarhoş olmanın yolunu bulduğum.
Hayat belki de bir martaval.
Kimine göre ise festival.
Bazen boyunduruk.
Bazen egemen kıldığımız.
Genelde basiretimizin bağlanıp bir
çıkış noktasının da peşine düştüğümüz ve evet, bir arkadaşımın dediğini yapıp
kalemi özgür bıraktım bu anlamda hayat daha yaşanılır ve duygularım inanılmaz
doğurgan aslında herkes gibi sabitlenmeyi çok isterdim:
Kâh bir konuda kâh bir tutumda kâh
felsefi anlamda belki de tinsel bir dokunuşu şiar edinip kimliğimi oturtmak
adına.
Sıfatları sevmek ya da sevmemek.
Aslında özne olmayı becermek bile bir
başarı hele ki birincil tekil şahısta sabitlenip üstüne üstük birincil çoğul
şahısta bir kisveye büründüğün.
Hayatın şah damarı.
Ve şah damarımızdan bile bize yakın
iken.
Bu anlamda hayat o kadar da korkutucu
değil ve ölümün zuhur edeceği mekân ve zaman her ne kadar uzağımızda kalması
şartıyla bizi korkutsa da-yoksa korkutmasa mı demeliydim?
Külliyen gerçek.
Zannımca yanlış.
Ama kabul edinilmesi gereken en son
gerçek.
Bir de gerekçelerini sunduk mu?
Bayat esprilerden çıkıp da yola, taze
bir acıya rast geldiğimiz hatta bize uzak ama yakinen tanık olduğumuz geçmiş
zamanın bilmem kaç yılında şu tarihinde şu vukuat ile iştigal iken… sözün özü
ölümün hayatımızın tam da ortasından geçip bizi iki yarım küreye böldüğü.
Hele ki beklenmedik bir ziyaret ise.
Çok basit bir örnek vermem gerekirse;
sokakta sakin sakin yürürken canhıraş yanımızdan geçen bir ambulans ve
tüylerimi diken diken eden o sireni.
Kabul gören.
Kabul etmek zorunda kaldığımız.
Yine de düşünmemeye çalışıyorum ölümü
her ne kadar cennette sonsuzluğu kucaklama ihtimalinin kulağa hoş gelen o
tınısında hele ki konu huzura ebediyen kavuşmak ise…
Ne yapalım biz de kısa yolculuklar
yaparsız dünya gerçeğinde huzuru bulmak adına.
Belki de sineriz ansızın.
Belki sindiririz içimizdeki kızgın ve
öfkeli ikinci beni sonra da düşeriz yollara bir akşam vakti ve turuncu güneşi
kucaklarız tam da ufku delip gözden kaybolurken.
Ne de olsa fıtratımızda hep umut ve
neşe saklı. Neşe… hoş bir terennüm hele ki peşi sıra sıcak bir de gülümseme
takılırsa yüreğin isini dağıtan…
‘’Kendimi roman sanatının sadık bir
kölesi gibi hissediyorum.’’(Alıntı)
Altını çizdiğim yine senden bir
cümle. Belki uzak belki yakın kimine göre hele ki kitaplar insanın hayatında
önemli bir yer tutuyorsa.
Ben bu terim’i okuyucu kimliğim ile
benimsedim hele ki lise yıllarında ve o, uzun, sıkıcı yaz tatillerinde elime
aldığım romanı öğle saatlerinde okumaya başlar ve akşam olduğunda son sayfasına
da hızla erişirdim hele ki sevdiğim bir yazara ve yine onun romanlarına denk
düşmüşken.
Bu alışkanlığım ve aldırış etmediğim
hayatın sıkıcılıkları bu yüzden hep derim; hala aşamadığım hayatın zorluklarına
vurgu yaparım yaparım da büyümeyi de ertelerim bu anlamda ve ne yazık ki;
insanların nazarında pek de alışagelmiş bir tutum değil zaten yaşsız kimliğimi
hep yaşımın insanı olma vasfına tercih ettim belki de yaşımı göstermediğim
kadar yasıma sahip çıkıp ağlamaktan da asla utanmadığım gel gör ki; gözyaşlarım
çoğu insanın mutluluk kaynağı olmaya da aday oldu hatta sayısız kez tescillendi
bu yüzden yaşlarımı sadece O’nun huzurunda döküyorum. Aklıma gelmişken, değerli
yazar; kitaplarında değil de anılarında ve denemelerinde pek rast gelmediğim
tasavvufun ruhuna yansımadığı sanırım uyuşmadığımız bir nokta ya da çok
sevdiğim bir diğer yazarla oldukça tezat düştüğün yine de her romanını okuyup
belirtmeliydim fikrimi bu anlamda sürç-ü lisan ettimse affola.
Keşke sevdiğimiz hangi yazarsa tüm
kitapları eş oranda ilgimizi çekse ve tek tek okuyup hatmetsek yine kaleminin
tüm ürünlerini. Bu hipotezi sayısız kez çürüttüğümü söyleyebilirim hele ki
korku ve gerilim türünde kitapların müptelası olduğum yirmili yaşlarımda o
korku hissinin girdabında ve üstüne üstük korka korka gece yarılarında kadar
elimden düşmezdi romanı favori yazarımın sonra da alırdım payımı kâbuslardan.
Sanırım çok da edebi bir seçim değilmiş o zamanki aşka düşmüşlüğüm. Yine de
ufkumda hoş yolculuklar yapmama da vesile olmuştur okuduğum tüm kitaplar.
Kanıtlar, deliller, sunumlar.
Kabul gören, görmesi dilenen.
Ve dilenci gözlerinde ruhun, bizlerin
sevgiye ve dostluğa açlığı.
Bu anlamda senle sohbet etmek iyi
geliyor gerçi bana acıyanlar da yok değil hani hele ki muhatabım olup
olmadığını sorgulamayı bırak, bu yazdıklarımın muhatabının okumadığını yüzüme
haykırıp benim de yüzümün düşmesini bekledikleri… lakin nice insanla bir ömür
paylaşıp ortak paydada buluşmadığımız gibi bir acı gerçek var iken seninle
ortak paydada buluştuğumuz ya da buluşmadığımız bu sunumlar ne gibi bir zarar
verebilir ki bana hatta sana da?
Hele ki öykündüğüm bunca güzelliği
seninle paylaşıp bir yandan da iç sesimi susturamazken.
Sanırım bir ayraç koyma vakti geldi.
Okumam gereken çokça sayfan var ve
İnşallah bir gün bir romanını alıp baştan sona okuyacağım: belki yazdıkların
belki de yazacakların… zaman gösterecek.
Kalemini ihmal etme sayın yazar ve
bizleri de.