Kurban Bayramı’ndan üç gün önce iki bayramlık aldım. Biri yerli, öbürü yabancı. Yerlinin adı: Susacak Var. 49. Baskı. Yazarı, epey okuyucusu olduğu söylenen Kahraman Tazeoğlu. Yabancının adı Kabil. 15. Basım. Yazarı da, Nobel ödüllü Portekizli Jose Saramago.

Bayram süresince bayramlıklara el atamadım. El emeği, göz nuru sanatsal bir  çalışmaya öncelik verdiğim için bayramlıklara ancak bayram sonrası bakmak kısmet oldu. Önce, yerliye göre daha ince olan yabancı bayramlığın sayfalarını çevirmeye başladım. Başlardaki bir bilgilendirme notu ve romanın yazımı, beni eleştiriye yöneltti. Bu konuda kendimi de sınamak istedim.  Birileri; “Nobel ödüllü bir yazarı eleştirmek senin ne haddine?” der mi? Elbette diyebilir. Romanı hakkında yorum yapacağım sayın Kahraman Tazeoğlu için de benzer şekilde söz eden olabilir. Okuduğum kitabı-yazarını- eleştiri hakkını kendimde görüyorsam bir başkası da beni eleştirme hakkını kendine görebilir. Tabi, tutarlı ifadelerle olmak kaydıyla…Bana göre eleştiri, aynı zamanda iyi bir öğreti yolu. Bir araştırma gibi. Eleştirmekle ben de bir şeyler öğreniyorum…Kitapları, biraz da bu yönden eleştirmek istedim.

           Konusu ne olursa olsun, tarihi ve dini kitapları daha bir istekle okurum. Yabancı yazara ait kitaba öncelik vermemin bir nedeni de bu olsa gerek.  

Roman formatında olmayışı bazen okuma aksaklığı yaratsa da –bunlar ilerde belirtilecek- kendini okutuyor Kabil adlı roman.  Anlatım, akıcı. Yazar, özgürce yazmış. Nalına da, mıhına da iyi dokundurmuş. Sanki konferans veriyormuşcasına anlatıyor olayları. Geçmişe, bugünleri de kattığı oluyor.  Olayları aktarırken alaycı yaklaşım da sergiliyor. Haliyle okuru gülümsetiyor. Ayrıca insanı, bazı dini olayları sorgulamaya yöneltiyor.

Romandan bazı aktarımlar.

Yasak elmayı yedikleri için yeryüzündeki cennet bahçesinden kovulan Adem ve Havva, çölde aç kalıyorlar. Havva, yiyecek getirmesi için Adem’i, cennet bahçesine göndermek istiyor. Adem, orada bekçi olarak kerubi Azrail’in olduğunu, ateş kılıcıyla kendisini öldüreceğini ileri sürerek gitmek istemiyor. Havva, gidiyor. Kerubi ‘yle konuşmaları sırasında göğsünün ellenmesine ses etmiyor. Bir hayvanın derisi dolusunda meyveyle dönen Havva’ya Adem, “Bunları neyin karşılığında aldın?” diye sorarak erkek kıskançlığını mayalıyor. Havva da, “O bir melek” diyerek kadın ağzı sıkılığının öncülüğünü yapıyor. Adem ve Havva,  kervancılara (!) katılarak bir yerleşim yerinde aş ve iş buluyorlar. Kabil ve Habil dünyaya geliyor.  Kabil, çiftçilik; Habil de çobanlık yapıyor. İlk ürünlerini tanrıya, -Kabil’e göre efendiye-  sunuluyorlar. Tanrı, Kabil’in sunumunu kabul etmiyor. Habil, Kabil’le dalga geçiyor, onu  aşağılıyor. Bir süre sonra Kabil, tilki avlama bahanesiyle kardeşini bir vadiye götürüyor. Önceden sakladığı ölmüş bir eşek çene kemiğiyle kardeşi Habil’i öldürüyor. Tanrı, ortaya çıkıyor ve Kabil’i suçluyor. Kabil de, asıl suçu efendiye yüklüyor. “Her şeyi yapan bir tanrı olarak kemiği kaybeder, kardeşimin ölmesini engellerdin,” gibi suçlamalarda bulunuyor. Efendi, “Seni sınamak istedim,” deyince Kabil, “Kardeşimi öldürmemi isteyen sendin. Kol benim, hüküm senindi,” diyerek tanrıya bir bakıma isyan ediyor. Sonuçta efendi, suçluluk payını kabul ediyor. Buna rağmen Kabil’i, “yeryüzünde kaçak ve serseri olarak dolaşmakla” cezalandırıyor. Alnını da parmağıyla lekeliyor.

Kabil, Tanrı Yehova- efendiye- müthiş öfkeleniyor.

Kabil, anne ve babasına veda etmeden “zaman kaynaklı” yolculuğuna başlıyor. Bir şehirde, kerpiç tuğla yapımı için ayaklarıyla çamur karmada çalışıyor. Nuh adında kocası olan, şehrin sahibi ve kraliçesi Lilith, bu kil yoğurucusunu saraya davet ediyor ve sonrasında da yatağına alıyor. (Romanda, Nuh’un Nuh peygamber olup olmadığı anlaşılmıyor. Ayrıca Lilith adı da, ilginç. Yazar, Adem peygamberin ilk karısı olan Lilith’i –Yahudi kaynaklarına göre- bu bölüme farklı şekilde taşımış olabilir.) Kabil için, yepyeni bir hayat başlıyor. Yediği önünde yemediği ardında. Lilith’le yatak keyfinde. Sonuçta, çocuk da peydahlıyor. Nuh’un, öldürmek için üzerine adam salmasıyla, “zamanda” birlikte yolculuk yapacağı adeta arkadaşı niteliğindeki bir eşekle şehirden ayrılıyor.

Kabil, zamanda yolculuğun bir bölümünde, İbrahim peygamberin (Yazara göre İbrahim) oğlu İshak’ı (İslam inancına göre İsmail.) yaptığı sunakta kurban ederken ortaya çıkıyor. İbrahim peygamber, tanrısının buyruğunu yerine getirmek üzere oğlu İshak’ın boynuna bıçağı çalacakken Kabil, elini tutuyor. Çocuğun boğazlanmasını engelleyip, İbrahim peygamberi sözleriyle haşlıyor. Bu sırada, gecikmeli gelen ve kurbanlık koç getiren meleğe de sitem ediyor.  Oğlanın boğazlanmasını isteyen efendiye de kızgınlığını aleni olarak ortaya döküyor.

Zaman yolculuğunda Kabil, tanrıya ulaşmaya yönelik yapılan Babil Kulesi’nin efendi tarafından yıkılmasına, Lut Peygamber (Yazara göre hiç birinde  peygamber ifadesi geçmez.) ve iki kızının kurtarılarak sapıklaşan Sodom ve Gomore ahalisinin yok edilişine tanıklık ediyor. Sözünde durmayan tanrıyı, masum çocuklarla kadınları da yok etmekle suçluyor.  Lut peygamberin kızlarıyla mağarada kalışını duyuyor ve değişik yorumlarda bulunuyor. Bunlardan birisi de,  “sapıklık sebebiyle epey insanı yok ederken, Lut peygamberle kızlarına ses etmiyorsun,” diyerek tanrıya yükleniyor. Bu olaydaki kuşkusunu da dile getiriyor. Sarhoş bir erkeğin uzvunda aktiflik olamayacağını ileri sürerek, bu cinsel işlevde Lut peygamberin de parmağı olduğunu ima ediyor.

Kabil, zaman yolculuklarında, Musa peygamberin Sina Çölü’ndeki ve Kenan elindeki vahşetlerine tanık oluyor. Yahudi ordusunun komutanı Yeşu (Yuşa.- Peygamber olduğu ileri sürülüyor.) ile tanrının ganimet pazarlıklarını öğreniyor. Musa ve Yeşu’nun savaşlarında elde edilen her cins ganimetin (Bekar kadınlar dahil.) ellide biri efendiye ayrılıyor. Ayrıca efendi, savaşlarda öldürmediği için savaşan askerlerden de vergi alıyor. Kabil, efendiyi, ganimetçi ve orduların efendisi olarak da suçluyor.

Zaman yolculuğundaki Kabil, çok zengin olan Eyüp (Yazara göre Eyup.) peygamberin hizmetinde çalışıyor. Efendinin, şeytanla bahse girip, Eyüp peygamberi, çok büyük işkencelerle ve acılarla sınadığını görüyor. Bütün bu olup bitenlerden efendiyi suçluyor.

Kabil, son olarak Nuh peygamberin gemi yapımına katılıyor. Burada, Nuh peygamberin oğlu Ham’ın babasına karşı çok çirkin davranışına şahit oluyor. (Ne yazık ki bu çirkinlik Tevrat’ta biraz üstü kapalı yazıyor.) Kabil, tanrıyla karşılaşıyor. Geminin yüzdürülmesi konusunu tartıştıklarında Arşimet prensibi (!) bile dile getiriliyor.  Tanrının isteğiyle Kabil’de gemiye alınıyor. Yazarın kurgusuna göre Kabil, Nuh’un karısını, üç oğlunu, üç gelinini öldürüyor. Nuh da intihar ediyor. Böylelikle Kabil, “yeni iyi nesil” yaratacak insanları öldürerek tanrıdan intikamını alıyor…

Romanda, yazarın felsefi yaklaşımları da var. (Yazımlar aynen aktarıldı.)

İyiliği ve kötülüğü öğrenen insan tanrıya benzedi.

İnsanların tarihi, tanrı’yla anlaşmazlıklarının tarihidir; o bizi anlamaz biz de onu anlamayız.

Belirsizliğin yolu başlangıçta dardır ama onu genişletmeye hazır biri elbette olacaktır;

(Melek) Sana yaşam veren o, (Kabil) Yaşam bana babam ve annem tarafından verildi, ikisi de tenlerini bir araya getirdiler ve ben doğdum, bildiğim kadarıyla bu edim sırasında tanrı orada değildi.(Parantezler bana ait.)

(Tanrı. Nuh tufanı öncesi.) insanı yarattığıma pişmanım, çünkü onun yüzünden benim kalbim acıyla ıstırap çekti, 

                            ***

Yazar, romanının ana temasını, Kitabı Mukaddes (Tevrat, Zebur ve İncil.) kaynaklı bazı dinsel olaylara oturtmuş. Zamanda yolculuk yaptırdığı Kabil’i, bu olayların tanığı yapmış. Daha çok olmak üzere Tevrat’ın ipliğini pazara çıkarmış da denilebilir. Ya da yazar, yaşamını sonlandırmadan önce Kabil ayağıyla tanrısıyla hesaplaşmak istemiş de olabilir…

İnanç yönünden bende hiçbir etki uyandırmadı roman. Az çok bildiğim konuları, kaynağına inerek daha iyi öğrenmiş oldum. Ayrıca; “Yeryüzünün en tehlikeli kitabı (Kitab-ı Mukaddes’i) kilit ve anahtar altında muhafaza edilmeli,” diyen felsefi görüşlü ünlü yazar  George Bernard Shaw’a hak verdim. Şu da bir gerçek. Müslüman dünyasında,  Tevrat bozulmuştur, değiştirilmiştir. Batıldır denilmesi oradaki yazılanları ne yazık ki değiştirmiyor. Hele bu iletişim çağında, değişik kalıplarda karşınıza çıkıyor.

Kim ne derse desin, tek tanrılı dinlerde bile her dinin tanrısı ayrı. Yeşu bile askerlerine yaptığı söylevde; “Ey göğün, yerin ve İsrail’in tanrısı,” diye sesleniyor.

Romandaki yazımla ilgili olumsuzluklar.

Yorumlama niyetim olmasaydı bu romanı beş altı sayfa sonra bırakırdım. Romanın baş sayfalarının birinde; Bu kitapta, yazarın kendine özgü yazım şekline sadık kalınmıştır. tanıtımı mevcut. Bunu, merak ederek başladım romana. Anladım ki; yazım şeklini aynen aktararak romanın yazarına saygı duyulmuş ama okur hiç dikkate alınmamış. Yazar romanında, nokta, virgül, ayraç ve şapka kullanmış. Bir de nokta ve diyalog sonrası büyük harf. Öyle konuşma çizgisi ya da çift tırnak işareti hak getire. Özel isimler küçük harfli. Bazı yerlerde diyalogları kimin yaptığı belirsiz. Bir okur olarak, romandaki konuşmaları kim yaptı diye sorgulamaya mecbur değilim. (Noktasına virgülüne dokunulmadan romandan alınan bir örnek. Sayfa:70-71)  Melek homurdandı, al sana bir rasyonalist daha, ve görevlendirildiği işi henüz tamamlamamış olduğundan, mesajın geri kalanını iletti, İşte efendi’nin söylediği şey, Mademki bunu yaptın ve öz oğlunu esirgemedin, ben de seni kutsayacağım ve gökteki yıldızlar kadar ya da kumsaldaki kum taneleri kadar bol bir soy vereceğim ve (Diyalog devam ediyor.) Buradaki diyalog, melek söylüyor gibi algılanıyor. İşte efendi’nin söylediği şey, diyalogu Kabil ait.

Noktalama işaretleri, edebi bir metnin  notalarıdır. Edebiyat sitelerinde de noktalama işaretlerine uymadan yazı yazanlar oluyor bazen. Sanki marifet işlediklerini sanıyorlar. Öyle yazıları hayatta okumam. Bu romanı yayına hazırlayan editörün, yazara duyduğu kadar okura da saygı duymalıydı. Diyalogları bir satır içine hapsetmemeliydi. Konuşma çizgisi ya da çift tırnakla ayırmalıydı. Hatta, alt alta yazarak, okuma sırasındaki göz yorgunluğunu az da olsa gidermeliydi.  Bir okur olarak, bir soru cümlesinde soru işareti görmeliydim. Bir duygu ifadesinde üç nokta. Ünlem işaretiyle isyan edildiğini anlamalıydım.

Romanda, göz yorgunluğunu giderecek ya da soluk aldırıcı kısa cümleli paragraflara yer verilmediği gibi, bu konuda özensizlik gösterilmiştir. Bir satırda iki ayrı konunun mevcut olduğu yerler var. (Örnek: Sayfa: 72 25. Satır.)

Romandaki; Kerubi, (Cennet bekçisi baş melek. –Romanda cennet bahçesini bekleyen Azrail-) Baal, (Romanda, çocuklarını yiyen baba-koca.) Lucifer (Şeytan.) Serafim (Baş meleklerden.) gibi Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı sözcüklerin anlamları, dip notta gösterilmeliydi.

Romanda, okuyucunun bildiği bazı sözler ve konular, başkalarına da anlatılarak tekrarlanıyor.

Son olarak; genel bir olumsuzluk bu romanda da var. Konuştu, söz etti, sordu, cevap verdi deniliyor. Konuşmalar, söz etmeler, sorular ve cevap vermeler geriden geliyor.

Sonuç: Bir romanı yazmak kadar, analiz etmek de zor işmiş…

 

Veysel Başer

 

( Okur Eleştirisi 1 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 29.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.