Yanılsamaların kuytusundayım, yarım adaların da iç dökümü.

 

Dolumunda dolunay menşeli ömrün.

 

Kıtalar arası bir yolculuk, dünün pervazında yarın sandığım; yarının gölgesinde mücbir sebeplerle uyuttuğum günüm.

 

Güdümlüyüm: Aşk gibi şaibeli.

 

Ölümlüyüm belki de belirsizliğin rotasında ölümsüz olduğuma dair bir inanç geliştirip de ölgün siluetimde raks eden kinayelerin de kanattığı yaralarım; kesilen hesaplarda ödemekle yükümlü olduğum bedelleri dost bildiklerimin yine de arayışımın sonlanmadığı utkularım: kâh dirayetimin sınandığı kâh kapaklandığım ama aklamaktan da geri duramadığım kaderin zifiri.

 

Sonsuzluk mademki müridi yanılgılarımın, soğuk saçaklarında aklın aryalarına takılı o sayaç kadar yadsıyamadığım gerçekleri bile ihlal eden bir neferiyim gök kubbenin ve sayılı dikitlerin ucube feneri, içimin ışıldağı ve hoyrat bir zafer nidası atan varlıktan da haylice muzdarip.

 

Kaygılar kurcalarken lahzalarını belirgin zafiyetlerin ve sorumlu tutulmaksa bir eş güdüm yine sevi dilinde en aykırı nefesi alıp da vermemek arasında ihlal edilesi o huzur yine katsayısı engebeli yine tescili arızalı ve sükûtun deviniminde bir huzme kadar da donuk belki de fazlasıyla titrek.

 

Aklın mıntıkalarında soykırım.

 

Aşkın rabıtasında yeknesak sessizlik.

 

Kuvvet kollarından arakladığım bir ara name belki de deryaların hücumunda saf tutmak bir gölgeyi sahiplenmekle kaybetmek arasında gidip geldiğim…

 

İçimin hıçkırığında tutuklu hele ki ansızın peyda olan yansımalarında, kırık ayna parçalarına mal ettiğim dokunulmazlık ki soytarı bir gözyaşında nükseden devinime rest çekip de korunaklı dünyaların ihlal edildiği ve gümbürtülü bir konçerto oysaki sessizliktir musikinin sesinde titreşen ve yine göllerin durgunluğundan çaldığınız med-cezirdir yankının sonsuzluğunda kucaklanmak bir rahlede ve dokunmak ansızın asılı kalmışlığına hoyrat bir söylence tadında makberi yuva bellediğiniz.

 

Zanların ritmi, temposu ölümün, kâfir gözyaşı ve derya kuzuları bunlar, diyen bir titreşim yine hayatın çarşısında gölgelik misali sığındığınız bir yabancıdan içinizin tılsımında kayıp bir dosya kadar da korunaklı veballerin sözsüz hükümleri hatta arşı alaya çıkan seferberliği duygu cumhuriyetinin ve telaşı yenik bir süzgeçte arıttığınız kadar arınmakla muhtelif kirlerden derken tozu dumana kattığınız.

 

Yolsuzluksa iz sürdüğünüz.

 

Yanmaksa işin özü.

 

Erimekse balyaların güdümünde ve kaçıncı dalyası ise hükümlerde sivrilen, yürekte kof bir tat bırakan bir de kalayladığımız göreceli tanılara sus işareti verdiğimiz o hegemonya ve köleliğin en randımansız çığlığı.

 

Tık tık tık… Nakşedende sihirli bir dokunuş belki de yoksunluğun varlığına hükmeden.

 

Sandıkça aymazlığında gölgelerin; sevdikçe yanıldığınız kareler ve dokunaklı iç çekişler yine ölümlü mihrabın ölümsüz zevcesi olmak adına, kaderle tokalaştığınız aslında tok sesinde fısıltı babında bir terennüm ise karalanan beyazlığın asla sönmeyecek masumiyeti.

 

Döngüde nasıl bir mahiyetse artık.

 

Durgun benliğimde de nasıl bir rivayetse konuşlu olduğum.

 

Salkım saçak özürlerimi ifşa ederken ölümlü düşmanlarıma sevdiğim bir aksanda sözü özü bir yükümler saçıyorum el yordamı. Aklın peşrevinde yitik ve cahil bir imge tadında perdeliyorum aklımın üryan sahnelerini sonra da kopup gidiyorum mekânsız bir rahlede zamanı da özümsemeden kardıkça karıyorum belki de kanmaya meyyal yalanlarına özeniyorum ahvalimin.

 

Düşümde düşüşler.

 

Düşüşlerimde yeni ataklar.

 

Pervazında olmaksa hele ki o kuş bakışı ihlalleri yok mu evren denen dolayların; eksen bildiğim muhitlerin bir de muhasebesini yaptığım binlerce asrın…

 

Pervasız olduğum kadar peltek bir de dil konduruyorum sükûtun özründe ve sunumunda hangi bal kovanı ise aklımın aryalarında fink atan bal arılarından bihaber, bir düzlemde battıkça iğneleri kâh sözcüklerin yaraladığı kâh örselendiğim ara nameleri yine bilindik bir tevafuktan göreceli bir enstantanede yanılsama yüklü bir kinayeyi de araklamışken dünden.

 

Sabrın farkındalığı aslında yetmezliğimin uzamında ara bir durak belki de güncellemekten kendimi alamayıp öteleme azmi yine kasvetin bir kat daha yükseğinde.

 

Görkemli olmalı sunumlarım ve aşka nifak sokanlara nazire eden beyitlerimde ve öldürdüğüm düşlerimi yeniden doğurmalıyım şafak öncesi ki yeniden öldürmeye cesaret edeyim. Ölerek serpildiğim aşikâr ve serpilip ölüme yattığım gece.

 

Gece iken sırdaşım.

 

Sırdaş bilip de ihanetine uğradığım.

 

Ve ihanetin kebirinde asil bir huzuru duyumsayıp içimin naşına bir kelam borcum var iken.

 

Sünepe olmayan bir görsellik ki mahiyetini çözümleyemediğim bir sanrı belki de dolduruşa gelip içselleşen hazanda bir yaz rüyasına denk düşme ihtimalim ve kerelerin senelere tekabül ettiği; senelerin ise saniye kısalığındaki transferi yine göreceli sakıncalarını bertaraf etmekle görmekten imtina etmek arasında nice gel-git.

 

Münafık bir sancıdan doğan cürüm. Yükümlü kıtalarda bilindik bir teamülden çıkıp da yola tevafuk edindiğim onca miras yine günümü şenlikli kılan ve içimi de muzip bir coşku ile taarruza geçmesi adına itekleyen o sakıncalı dürtü.

 

Kurallar saf tutarken kuralsız yaşamanın ahenginde büklüm büklüm aklımın d/evreleri. Ben ki; kanıksamak adına hezeyanlarımı bir bir öldürüp gün yüzü görmekle eş değer iken her cinayetim ve içimin matruşkalarında asla izah edemeyeceğim iç çatışmalarım üstelik alı al moru mor bir gölgeden araklayıp vücuda geçen o şaibeli dokusu gel-geç hükümlerin.

 

 

 

 

 

 

( Yanmaksa İşin Özü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.