İki kişi lokantaya gitse. Birinin cebi para dolu. Birinin cebinde metelik yok. Sesi çıkan, ısmarlayan iradesi olan kimdir? Boynu bükük olmakla ram olup, parası olanın iradi tercihli seçimlerine katılan kimdir? Seçip te kurtulacak değildir! Sadakalara, inayetlere ram olup “soyuyorsa beni soyuyor sana ne? Deyip genel olarak poşetlere eğilim olan iradesiyle seçecektir.


Böylece güya seçimler kazanmakla; cehaleti, yoksulluğu, sömürüyü; hukuksuzluğun hukukuyla süreci yönetirler. Bu minval üzerine muhtaçlığı olanın iradesi olmadığını iyi bilirler. Cehalete seçtirirler. Buna sömürü de demezler. Diller ve anlamlar başkadır. Cehaleti milli irade diye kutsarlar. Cehaletiler milli iradeyi alkışlarken; sistem dışı olanlar milli irade olanla olacak olanlara el ovuştururlar. Seçme ve seçilir olmanın daha çok kısmının sömürü olduğunu bildikle içten içe sevinirler.


Sembolik olarak her sektör bir kişiydi. Bin sektör de bin kişidir. Daha önce bin kişinin en az bin kişilik fazla üretim yapabileceğini söylemiştik. Bunu gören kişilerden, yüzde onluk yüz kişi; üretim yapmadan bedavadan geçinmeyi fark etmekle, sistem dışına çıkıp; üretim yapmayacaktı. Birinci kandırılışınız. Kâr dediği o beş yüz birimlik sanal değeri size, yani paranın “değiştirme değeri ve paranın saymaca olan” yanını size sanki gerçek bir üretim gücüymüş gibi kandırışla para adamlığını vaz geçilmezle sunacaklar.


Bu ikinci kandırılışınızdı. Siz böylece “parasız hayatın olmayacağını” söyleme afyonuyla parayı kutsar. Parayı; üreten kolektif emek gücü yerine korsunuz.


Para tarlaya gidip üretim yapmayacağına göre para, üreten güç değildi. Ki zaten de öyledir. Bu durum muhaceresi ile bin sektör, yine bin kişi için üretir. Yüz kişi üretime katılmazken sektör yine bin tanedir. Ama sektörlerde çalışan kişilerin sayısı 100 kişi azalmıştır. Yani üreten kişi sayısı 900 kişiye düşmüştür.


Bin sektörde bin kişi çalışırken şimdi bin sektörde 900 kişi çalışmaya başlamıştır. Bu kez 900 kişi 1000 kişi için üretmeye başlamıştır. Üretilen ürün 900 kişi üzerinde yine 1000 birimdir. Yani önceden sektör başına her bir sektör bir birim üretirken, şimdi de sektörler yine bir birim üretiyorlardı. Ama sektör içinde olması ve üretmesi gerekirken; sektörler içinde olmazla üretmeyip te; “sanki onlar da üreten bir tüketici gibi tüketmeye devam ediyorlardı”.


Bu durumda sektör yine bin tane olacak. Ama sektörlerde çalışan kişi dokuz yüz kişi olacak. Bin sektörde 900 kişi olması çeşitlenen tüketim ihtiyacının üretim yapan tüketicilerden daha fazlası olmakla süreç üretime yoğunlaşma olukla karşımıza çıkar.


Kişi kendi üretimi içinde tüketim yaparken kolektif toplum bağıntısı olmuyordu. Aksine kişi (sektör) kendi üretimi içinde tüketeceğinden fazlası olanı karşısındaki 999 kişiye tükettiren olmakla ve her bir tüketeni; kendi dışındaki diğer 999 kişinin üreteni yapmakla süreç toplumsal polar bağ enerjisi ortaya koyuyordu.


Başlangıç ta kolektif (sektör) içinde üretenlerin kendisi, aynı zamanda tüketenlerdi. Böyle olunca üreten sektörler kadar olan tüketen sektör sayıları da denkti. Sektör içindeki (totem meslekli grup içindeki) kişi sayıları denk değildi. Üretim karşı sektörün sağlamasına göre olukla, eşitlik sektörün ihtiyacını sağlamakla bir birimdi. Farklı kullanım değeri üreten sektörler kadar bir sayı, tüketen sektörlerin de sayısı olmakla denklikler bu denge üzerinde itibariydiler. Sorun karmaşık.


Üretim-tüketim; üreten ve tüketen aynı sayıdaki sektörler sayısı denkliğiyle dengedeydi. Bir sektör içi; totem grup sayısı kadar kişiler organizesi olmakla sektör hareketiydi. Sistem dışı hukuksuz kişiler oluşması ile üretim tüketim dengesi sarsılır. Bir sektör içinde üretim araçlarında bir yenilik olmadan üretenlerin sayısı azalır. Oysaki artan sektör sayısı nedenle büyüyen üretim sahası nedenle, sektör içinde üretenlerin sayısını artırması gerekirdi.


Sistem dışı hukuksuz oluşlar nedeniyle daha az sayıda üretici, daha çok sayıda tüketici için uğraşmakla sistem dengesizleşir. Üretimin hızı yüz kişilik kayıp nedenle, yüz kişi yerin yapılacak üretim yüzünden yapılacak üretimle; üreticilik sıfatıyla tüketici olanların denge koşulları önüne geçecektir. Üretenler yüz kişi azalır iken tüketici olanlar yine bin kişi kalacaktır. Sistem dışı olanlar üretmeden tüketenlerdi.


Üretmeden tüketmeye bir kılıf bulacaklardı. İlk başlarda para olmadığı için kılıf, para adamlığı değildi.  Tarla, bağ, bahçe, koyun sürüsü, araç gereç gibi mal mülk sahipliği ile maldan mülkten yoksun kişiler bağıntılı girişmeye döndürülen süreç; El mana anlayışıydı.


Her sektörde hukuksuz olarak bir kişi sektör dışına çıkmakla bin sektörde, bin kişi sektör dışına çıkar. Sektörler “n” kadar olan değişken kişi sayısında oluşurlar. Sektörler içinde azalan üretici sayısı kadar kişi sayısı üretimde el çekmekle üretimde el çekenlerin sayısı kadar eksiklik; diğer yandan sırf tüketici olmaları nedenle, tüketicilerin çalışma ve tüketecek olmaları yükü sırf sektörler üzerinde ters etki olarak üretim yapanlar üzerinde yoğunlaşacaktı.


Eğer sektörler eşit sayıda onar kişiden oluşuyorsa; bin sektörde on bin kişi var demektir.  On bin kişi içinde, bin kişi sistem dışı hukuksuz olmakla; bin kişi, on bin kişinin yüzde onudur. Şu halde bin sektörümüz olmakla bin sektörün yüzde onu da yüz kişi olur. Şu halde yüz kişi sistem dışına çıkmakla üretim hareketine katılmayacak olan kişidir. Sistem kişilere göre değil sektöre göre bin birim denklikle üretir. Böyle olunca hukuksuzların bire alıp beşe sattım dediği süreç te oluşamaz.


Bire alıp beşe satmak ta olmaz. Zaten siz bin sektör içinde üreten ve ürettiği karşılığında kişisi yaşamlı karşılanmaları yapanlarsınız. Her sektör kendi üretimini kendisi tüketmek için kendi içine ulaştırır. Bu nedenle A sektörüne ait malı B sektörüne; B sektöründe üretilen bir malı A sektörüne ulaştırırken sektörler zaten birbirleri için ekmek, kundura vs. üretirler.


Ve zaten ulaştırmanın karşılığı sektör karşılanması içinde size verilir. Bunun dışında ulaştırma üzerinde “kazanan” bir bağıntınız yoktur. Yani “ulaştırma üzerinde kazanmak için üretim yapılmaz”. Aksine “üretim yapılmakla ulaştırma sorunu, üretim ve tüketme bağlı bir zorunluluktur”. 


Ulaştırma üretimin bir organizasyon şeklidir. Yani ulaştırma kâr yapma için organizasyon değildir. Bu illüzyondur. Sektör sel bağıntı içinde a sektörü malını B ye ulaştırır. B de malını a’ ya ulaştırır. Değil se ulaştırma salt başına üreten bir hareket olmamakla biri iki yapıp çoğalmaz yani kazanamaz. Sektörler bağıntılı toplam değerin durduk yerde kâr diye bin beş yüz birim olması yoktur. Kazanç diye; kâr diye “sanal bir beş yüz birim değiştirme değerinin” size çalışmadan bedava hayat sunması da yoktur. Olanı da başlangıç koşullarına göre hukuksuzluktur. İnsanın kendisine toplumuna emeğine yabancılaşmadır. Sömürüdür.


Para durduk yerde üretim yapmadan; üretimi artırmada saymaca değeri ile faiz, kira, kâr, komisyon, rüşvet vs. adı altında artar. Ama beş kundura üretmişseniz kundura durduk yerde sabaha kadar altı kundura olmaz. Altı kundura altı lira ise ve altı kundura sabaha kadar on iki lira olmaz. Siz altı lira olan altı kundura ile altı kişiyi giydirirsiniz.


Sabaha kadar sanal ve illüzyonla on iki lira olan kundurayla siz, yine altı kişi giydirirsiniz. Sabaha kadar hiç bir emek gücü üretilmemiştir. Kunduranın saklanması, ulaşım ya da nakliyesi zaten kundura üretimi içinde ya da sektör hareketi olukla karşılığı olan bir üretim hareketi formasyon kılınmasıdır.


Altı liralık gerçek değiştirme değeri olan kundura illüzyonla kâr kazanç ile on iki yirmi iki lira oluyorsa dokuz liralık fındık 69 lira oluyorsa 9 ile atmış dokuz arasındaki asalak yaşamları bir düşünün. Bu asalak lığın adı da “onlar taş mı yiyecek” oluyor. Üretim hareketi içinde taş yiyip yememe gibi bir başlangıç yok ve olamazda.


Taş yememek için de üretim hareketi yapılmıyor. Zorunluluk üretimi kapsar. Ama taş, yiyip yememe mazereti nedeniyle; insanın insanı sömürmesini haklı kılmaz. Zaten de insan taş yememek için toplum içinde kazanç, kâr adı altında sömürme hukuku olmamakla istisnasız organizedir. İlk üretim hareketi başladığında sebebi ne olursa olsun hareket grup (sektör) hareketi olukla; zorunlu bir grup (sektör) mesleklidir. Hiçbir kişinin de aklında ”bunlar taş mı yiyecekler” diye bir sorun sal söylem geçmemişti. Bu sömürüyü haklı kılma mantığıdır.

( Denge Ve Dengesizlik Süreçleri 15 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 10.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.