Sevgili Nilgün Marmara’ya ithafen…
Öykündüğüm soytarı imlerle olan
diyalogumu sonlandırmalıyım ölüm öncesi aslında öykündüğüm ölü yazarların iç
dünyalarını özümsemek adına kendimi öylesine sorumlu hissediyorum ki.
Yola çıkıp çıkıp varmayı
beceremediğim bir güzergâh sonra da kayıplarımı ayıp belleyen insanlara cevabım
tüm yazdıklarımın sunumu.
Gölgeler kadar hissiz olabilseydim
keşke ya da bana ait olmayan bir gölgeyi sorumlu tutsaydım mutsuzluğun
diyalektiğinde, ben mutlu rolü oynamaya mecbur kılınmışken.
Gök delindi yine bu gece ve rahmeti
kucaklayan benim gibilerin varlığına tüm ihtiyacım. Akmayan ırmağın; su dolu
olmayan kanalların ve ötelenmiş varlığımın da girizgâhında, büyülü bir çiçek
olma özlemi güdüyorum oysaki solmaya aday bir gülden başka hiçbir şey değilim.
Rotamda bir sorun var hem de kendimi
bildim bileli ve güncel tabiriyle fabrika ayarlarımla oynanmasından hiç mi hiç
haz etmiyorum.
Azap verense hayatın ta kendisi ve
kaybettiğim özgürlüğüm acaba nerelerde saklı, hesabıyla, sayısız toplama ve
çıkarma yapıyorum aklımın merdivenlerinde gidip geldiğim ve asansör hızıyla tüm
katlarını dolaşıyorum benliğim belli ki kör noktasıyım hayatın ve asil bir
yalnızlığı giyinmiş olsam bile içimdeki sevgi pınarı pek de kuruyacak gibi
değil.
Sevda masallarına kandığım günleri
hatırlıyorum da sanki yaşanmamış aşkların esareti saklı yüreğimde ve yaşatmaya
doyamadığım zavallı ve mutsuz küçük kız çocuğu.
Kadın olmayı başaranlara duyduğum
hayranlık kimse bir ölçüt olarak görmesin zira ben alacağımı aldım
insanlığımdan ve geride kalan ne ise evren fazlasıyla çaldı benden.
Hemcinslerim diyorum demesine de hala
kadın imajından nasiplenmemiş bir kız çocuğunu kim ne yapsın?
Veremediklerimden sorumluyum.
Verdiklerim ise nasıl da değersiz.
Değerlerimi korumak adına mesuliyetim…
demem bile itibar görmezken kim hangi değerinden bahsediyor?
Bazen bir şiir solumak istiyorum gel
gör ki; şiir de soluyor ben de zaten hicap yüklü varlıklarına insanların atıfta
bulunmak değil amacım sadece içimdeki sesin salımında, kayıtsızlığa şerh düşmek
sonra da sevgimi sunmak evrene.
Çok oldu yalıtıldığımdan bu yana
kaybettiğim zaman ve kazanım adına sadece yazıya döktüklerim belli ki Tanrı’nın
bir ikramı içimin buklelerine parmağımı dolayıp da şiir ve yazı adına şakıdığım
oysaki kuramlara pek de itibar etmiyorum kim bilir psikanalizin sunumunda üç
beş teoriyi göz ardı etmeden kendime sahip çıkmak adına elden çıkardıklarım da
başımı zaman zaman ağrıtsa da.
Gözden çıkarılan ise hep ben oldum
belki de beni bana yakın tutan gerçekleri görmezden gelip benlik işgaliyle bir
yerlere varmak adına varamadığım o üçüncü yakası İstanbul’un.
Özdeş deyimler türüyor gecenin
yorganında üstelik yakmak adına tüm umudu ve gecenin örtüsünü üstelik tek pire
için de değil bilakis pireyi deve yapanların istilasına uğramış iken bir ömür
boyu.
Suçlu aramıyorum lakin aykırı olan
ben/cil bir taarruz hani kıyımda iken varlık, her nasılsa kıyama durmaktan
kendimi alamadığım.
İnsanlar bariz mutlu.
Sanırım eğlence anlayışlarına yakın
bir tahmin değil içimin parçalı bulutlu aksanı oysaki dünya hava tahmine
kaynaklarına göre aralıksız güneş ve aydınlık kabul görmüştü yine hava
tahmincileri 365 günü bulutsuz, diye beyan ederken.
Askıya aldığım mutluluk bile ihbar
edilmişken ve ben çamaşırlarımı bu nemli havada kurutamazken.
Küflü odalardan düşen payıma bir o
kadar ağrılı ve sancılı zaman teyakkuzu, şimdilerimi son belleme ihtiyacım ile
hala mevcut kaynaklarımı kullanmak adına düşmüşken insanların peşine oysaki
bihaber/mişim peşim sıra gelenleri görememe gibi bir hata yapıp da hala başım
nasıl da dik ve vakur iken hem de geriye bakmadığım yetmezmiş gibi görüş
alanıma girmeyi beceren onca kayıtsızlık ya da varlığımı çok gören sancılı bir
evren, sunumumu haksız çıkarma arayışında ve ben sadece nokta olma özrümle
yanıp tutuşurken cümlelerin bağrında.
Dipnot…
Aynı okulun sıralarını paylaştığımız
ve yine aynı semtin çocukları olduğumuzu öğrendiğim günden beri kendime yakın
hissettiğim ve toplumu toplama kampı gören bir deyiş belki de yalnızlığın türküsü.
Mekânın cennet olsun sevgili Nilgün.