Her şey dün gece başladı, deme
hakkımı es geçiyor ve listemde asılı her ismin yanına tek tek çentik atıyorum
hem de usulca.
Zaten aklımı da usulca kaybettim
mademki aklı evvel bir çocuktum pek de sorun teşkil etmedi ötekileştirilen
mağduriyetime çizik atanlara da atıfta bulunmama gerek kalmadan üstelik.
Günü torbaya sokma kaygımı da
barındırıp, bir gecenin koynuna giriyorum bir de beyaz sayfanın iffetine tek
laf etmeden, yazacaklarımın protesto edileceğini bile bile ben artık hangi
muteber duyguyu kollamaktayken.
Sevgi denen mefhumun gazabına uğrayan
zatıâlim sonra da gamın ve zannın rotası yok iken, bir t-cetveline sığdırmak istediklerim.
Sakıncalarını yeni fark ettiğim ne
çok şey sonra da sırtımı kollarken göğsüme saplanan söz kümecikleri…
istifledikçe ömrün dertlerini katmanlara ayrılan bağrımda nöbete duran mert ve
pervasız şafak mahkumları.
Ah’ları kümeledikçe; vah’ları yok saydıkça
sonra da yok sayılmanın mahzuru ne olabilir dedikçe…
Atıfta bulunduğum sadece kendim ve
zihniyetimde kalburüstü yalanlara geçit vermeyen mermerlerde biriken kan misali
yine yorgun bir tebessümle ben hala varlığıma ve saflığıma katık yaptığım maruzatlarımla
bir başına pineklediğim hayat teknem ve davetsiz misafirlerle tıkış tıkış
yolculuğuma devam etmek mecburiyetinde kalıp bir of çekme hakkı bile
tanınmazken.
Sıkıldım ama en çok kendimden, deme hakkımı
mademki Tanrı elimden aldı ve kulaklarım pompalanırken tavan yapmış bir
anksiyetede ben tıknefes yine benliğimin propagandasına yönelik devrik bir acı
ile sancılı böğrümde kol kanat germek adına hayatıma ve tüm sıkıntılarıma.
Zaman mı kollayan yoksa aman vermeyen
toplum kuralları mı?
‘’Hadi, bakalım, dizilin ve soldan
sağa teker teker…’’hükmeden mi hüküm verme yetkisine sahip olanların kuluçkaya
yattığı o göreceli küme mi?
Ben- merkezcil bir yâdsıma sonra da
her kafadan çıkan binlerce ses ve evet, aklımı kaçırdım sayenizde, demenin
boşluğunda hükmen yenildiğiniz sonra da kayıp düzeneğin görünmeyen
kahramanlarına atıfta bulunmak adına kayıtsızlığın can sıkan acayip ritmi.
Gözden ırak olanın mahsulü de mi
sıradanlık kisvesi altında gönülden ırak tutulmakla eş değer?
Konuşmaya çalıştığım sayısız insan
belki yabancı belki dost belki de bizden bihaber belki de biz iken dünya
ahvalinden yana çok da kaygılı ve işveli nidalarla börek açtığımız şantiyedeki
masa. Ne alaka, değil mi? Ne de olsa imge tuzağına düşen bir kalemden sızan
irin gibi zaman zaman imge batağında ölmek bu denli zevkli ve arzulanır iken…
Az evvel bir kitabın sayfalarında
dolaşırken-aman ha ismini zikretmeyeyim ne de olsa RTÜK benzeri kanallarla ben
de kendimi deşifre ederim kaygılarıma da yenik düşüp.
Of, deme hakkımı kullanıyorum yeniden
ve orta şekerli kahvemi yudumlarken bir de sigara yakmak istiyorum. Aman ha! Ne
de olsa ölümün bin bir hali var: kimi köprüden atar kendini kimi dost
bildiğinin omzunda arkasından vurulur kimini tütün öldürür kimi de
boşboğazlıktan ölür.
Belki de kendimi yeteri kadar ifade
edemediğimdendir bunca yaşadığım sıkıntı ya da aşırı boşboğaz denemelerinde
kinaye yüklü iken lakin ilk önce kendime ve yine nokta atışı yapanlara da
duyurulur hani.
Yorgan gitti madem yeni bir yorgan mı
almalı, deme bahaneme sığınıp bu sefer üşütmektense ölümü tercih edenlere de duyurulur
ne de olsa gazabı yine akıl yitiminde her nedense herkes kendini en akıllı
zannedip bir de vicdandan dem vuruyorsa.
Dün gece ya da dün hafta… iyi de
dünden gayri bir gerçek yok mu’nun meali belki de gün öbekli seyrinde ömrün biz
yıllara binaen yaş alıp da sırıtırken pişmiş kelle gibi ya da birbirimizin
ayıbını değil örtmek bilfiil ifşa etmekle nasıl da böbürleniriz hani.
Düşük cümle kurma istemimle
savaşıyorum ne de olsa sayısız düşük yapmış bir kalemin daha başka ne gibi
ıstırabı olabilir ki?
Kel alaka, diyenleri de kutlarım ve
gani gani rahmet dilerim: önce örtülü ödenek gibi kitaba yatırım yapanların
alnını öpüp sonra da tezgah altından sayısız kitaba da rötuş yapan fosforlu
kalem misali bir yanıp bir söndüğüm ve hala nasıl oluyor da aşktan yana yüzümün
güleceğine inandığımı da es geçerken Tanrı.
Hangi mektepten mezun olduğum değil
de hayat okulunda geçen yıllarım… misali bir öneri cümlesinden ise asla ve asla
haz etmiyorum hele ki dirseklerimi çürütüp çürütüp sonra da limon kabuğuyla
ovaladığım yetmezmiş gibi haftanın yedi günü ders çalıştığım sonra da adına
diploma denen o sarı benizli kağıda da rahmet okumamak adına bir de adım
çıkmışken dokuza inmez sekize, diyenleri de görmezden gelip.
Mademki bu güne kadar kimseyi
kırmamakla iştigaldim hodri meydan şimdi: ne yani, yalan mı söyleyeyim?
Kimi ufacık yaşında kocaya kaçar kimi
kazık kadar olur da bilmeden bilginin doyumsuzluğunu kim ise kinaye eden, okur
da okur, deme hakkım bile yok neden diye sorarsanız: bir kitapçıda kasada rast
geldiğim o adam: hani neredeyse beni kaçık olarak addetti kendince ve suçum da
aynı hafta içinde iki kez dükkânlarına uğramak/mış.
Sinek avlayan bir işletme-aslında 20
metrekarelik bir dükkân-ve müşteri velinimet demeyi bırakın neredeyse linç
edilecektim.
Sayısız ayrıntı bozguna uğratırken ve
ben hala kaybettiğim dostumun yasını tutarken canın cehenneme deme hakkım bile
yok ne de olsa genel kabul görmüş kurallar çerçevesinde ben bir İstanbul
kızıyım ve asla da terbiyemi bozmamalıyım iyi de hakkaniyet peşinde kim
koşacak? Ben değilsem ya da sen ya da o ya da pekişen hiçlik duygumuzla neden
bunca var oluş sancısı çekenleri hezimete uğratıp da kınıyoruz ve serzenişi
asla esirgemiyoruz?
Geceleri çuvala soktuğum koca bir
hafta ve özümü kaybettiğim ve kozama girdiğim sonra da tırtıl bozuntusu bir
yürek işçiliğine de son noktayı koymak adına hiç de muhatap olmadığım boş
sayfanın bana karalar bağlatan hafif meşrep tınısı.
Zorlukların hasını kim çekiyorsa iyi
de leb demeden leblebiyi anlayacak kaç kişi kaldık şunun şurasında?
Sevginin dokunduğu ve teyellediği
yürek sesimi kaybetmenin üzüntüsü ile neredeyse canlı cenaze misali gidip
geldim aklımın koridorlarında sonra da kırıntılar bıraktım ardımda dostlarım
gelsin de bulsunlar diye beni.
Bu kelimenin sihrine hayranım aslında
yanılmışlığım da cabası ve ben hala dostluk zincirine yeni ya da eski isimlerle
olan gönül birlikteliğimde bir şeyler sunuyorum ve ummuyorum da artık ne de
olsa sıkıntı verdiğimi çok yeni fark ettim.
Adı mühim değil ya da cismi ya da
cinsiyeti ya da konumu ya da yakınlık derecesi belki de uzak bildiğim ama
yakınımda; yakınımda sanıp da asla hayatıma müdahil olmamış… ve kaygılarımla
örtüştüğüm sonra da sanrılarımı büyütüp iyice zıvanadan çıktığım.
Edebi ya de ebedi iyi de ben hala
neyin derdindeyim de durmaksızın sekizinci notayı arıyorum ve rotamı kaybetme
korkusu ile nasıl da salındım hem de merkez-kaç etkisi yaratan o ruhani
devinimde aklıma mukayyet olmasının ötesinde bana yaşama sevinci vermeye devam et,
Tanrım, demenin getirdiği buhranla sayacım takılmışken.
Sayısız tefrika.
Sayısız boyunduruk.
Ayan beyan isyanları yine
insanoğlunun hem de öyle böyle değil: nokta atışı yapıp kendimi dünyanın en
azılı katili ya da sapığı hissetmeme vesile olan nicesi ve ben bir dostun
kalbine konup ürkek varlığımla şakıdığım sonra suçlandığım sonra yok sayıldığım
ve terslendiğim belki demenin ötesinde emin olmanın getirdiği sıkıntı ile
anbean kendime yüklendiğim ve tüm sevdiklerimi zan altında bırakıp gelişen o
paranoya.
Zemzem suyuyla yıkanmamış tek
benmişim, demenin ötesinde hayattan ebediyen kopmak isteğimin de ağır bastığı.
Zamirlerden çıkıp yola dolan
boşluklarda bir emir kipinden nasiplenmek nasıl olur, gelin de bana sorun,
dercesine.
Şimdilerin dün bildiğim yanı belki de
dün özrümü yarına taşıyıp hala nasıl oluyor da bunca savaştan sağ çıktım,
demenin bedeli mi yoksa?
Sağ gösterip solumdan eksik
etmediklerim hem de tereddütsüz belki de sol yakamda ismime eşlik eden bir
çiçekten nemalanıp da hala nasıl oluyorsa çiçeklerden ve insanlardan bir işaret
bekliyorum?
Gel-git aklın ritminde kayıp bir
nüans ve şatafatlı ölüm isteğimde ölümüne bağlanmışken sevgiye ve nefrete inat
hala sevdiklerimi gözümden sakındığım.
Ne çok insan adını bilmediğim.
Ne çok isim aslında şahsından ayrı
düşmüş daha doğrusu ceberut bir temenni ile insanlar gerçek kimliklerini sahte
isimlerle boyarken ve bendeniz hala nasıl oluyor da adıyla sanıyla, mecnun
misali sevdalı iken hem hayata hem satırlara hem de karşılık beklemeden
sevdiğim ve bir şeyler bekleme cüretime de yenik düştüğüm insanlara hatta
cisimlere hatta mekanlara hatta şehirlere hatta kendime ihanet edip kendimden
çok önem ve değer verdiğim artık aklınıza ne gelirse…
Yaşamak hiç bu kadar zor olmamıştı ve
sevmek bu kadar yıpratmamıştı bu güne değin, deme hakkımı kullanıp ben hala
sevgiyle bakarken yarınlara ve dostlarım da ta gözünün içine üstelik bir an
kaçırmadan bakışlarımı ve biraz ayrı düşsem de gerçeklerden asla yalan
söylemeden içimin reklamını yaptığım şu beynamaz satırlarda arafta kalmanın
hüznüyle bir dokunmanızı isteyip bin ah demeye mecalim de yok iken…
Sonrası mı?
Az sonra.
Sevgilerimle ve kim ise gereksiz yere
sıkıntı yarattığım binlerce özrümle ama öncelikle Allah’tan başka dostumun
olmadığı yanılgısına düşüp Allah dostu olan herkese de en içten
teşekkürlerimle…