O gün, üzerime bir ağırlık çöktü, uyudukça uyudum. Gazeteyi almaya gitmeyi de unuttum. Öğlene doğru Kenan Baba'nın sesi ile uyandım:

-Badi arkadaşım, bugün gazete almadın mı? Deyince aklım başıma geldi, hemen fırladım, benim telaşlı halimi görünce Kenan Baba gevrek gevrek güldü. Kapının altından süzülüp petrol istasyonuna doğru koştum. Oraya geldiğimde her zamankinden çok farklı bir görüntü ile karşılaştım, etraf giden gelen, konuşan insanlarla doluydu. Bunların çoğu köyün içine doğru gidiyordu, gazeteyi bir an önce götürmem gerektiğini unutup ben de onları takip ettim.

Recep Dayı'nın evi önünde insan kalabalığı ve polis ile jandarma arabaları, bir de ambulans vardı. Konuşmaları dinleyince meseleyi anladım. Seksen yaşını aşmış, alzheimer hastası olan Recep Dayı büyük bir ihtimalle o seri katil tarafından öldürülmüştü. Vali, Emniyet Müdürü'ne bundan sonra gerçekleşecek cinayet vakalarında polis ve jandarmanın olay yeri inceleme dahil bütün araştırmaları birlikte yapmaları emrini vermiş olduğundan polis ve jandarma birlikte gelmiş. Bu emir seri katil yakalanana kadar geçerliymiş.

Gazete almaya geldikçe birkaç kere Recep Dayı'yı ben de görmüştüm. İlk karşılaşmamızda elinden hiç bırakmadığı bastonunu havaya kaldırmış, kötü kötü bana bakmıştı. Ona bir zarar vereceğimi sanmış olabilir. Bu tehditkar davranış karşısında ben geri çekilince bastonunu aşağı indirip az öncekinin tam tersi, güler bir yüzle:

-Ha, şimdi tanıdım seni. Sen bizim Karabaşsın. Gel bakim, gel sana et verecem, dedi. Belki de hatırladığı Karabaş yıllar önce ölmüştü... Tabii onun yanına gitmedim, ne olur ne olmaz! Daha sonraki karşılaşmalarımızda bana ne iyi ne de kötü davrandı; sanki beni görmüyordu.

Köylüler Recep Dayı'nın alzheimer hastalığı hakkında bilgi sahibi olmadıklarından onun bu halini açıklamak için “Bunadı!” deyip geçiyorlardı. Hatta götürdükleri doktor koyduğu teşhisi söylediği halde, kendi çocukları da babalarının hastalığını etraflarındakilere kestirmeden “Bunamış” diyerek anlatıyorlardı. Doktor hastalığı tedavi etmek amacıyla ilâç da yazmıştı, ama çocukları bir müddet sonra “faydası yok!” diyerek babalarına ilâç vermekten vazgeçmişlerdi.

Recep Dayı'nın kendisinden yirmi yaş küçük karısı, dört oğlu bir de kızı var. Herkes ona neden Recep dayı, diyordu? Çünkü soyadı nüfus kağıdında “Dayı” diye yazıyormuş. Recep Dayı, son zamanlarda her şeyi birbirine karıştırmaya başlamış; oğluna baba, kızına ana, karısına kızım deyip etrafındakileri güldürüyormuş. Çok da inatmış. Bir şeyi tutturdu mu gerçekleşene kadar ısrar ediyormuş. Sık sık evden kaçıyormuş. Oğulları her defasında saatlerce onu arayıp sonunda bulup eve getiriyorlarmış. Bir ara bu kaçışları önlemek için eve kilitlemeyi düşünmüşler, köylülerin kendilerini ayıplayacağından korktukları için bunu uygulamamışlar.

Son kaçtığının üzerinden bir günden fazla zaman geçtikten sonra tarlasına giden bir köylü tarafından sulama kanalında cesedi görülmüş. Köylü hemen çocuklarına ve muhtara haber vermiş. Muhtar cesedi almaya onlarla birlikte gitmiş, kanlar içindeki ölüyü görünce bunun bir cinayet olduğunu anlamış, çocuklarına cesede el sürmemelerini, jandarmaya haber vermek gerektiğini söylemiş. Köye dönüp jandarmayı olaydan haberdar etmiş. Kısa zamanda hem jandarma hem de polis ekipleri köyde olmuş.

Köyün neredeyse tamamı cesedin bulunduğu yere gitmiş, ama güvenlik güçleri cesedin olduğu yerin etrafını “olay yeri inceleme bandı” ile çevirerek kimseyi oraya yaklaştırmamış. Herkesi olay mahallini terk ederek köye dönmeleri konusunda uyaran güvenlik güçleri, emre uymayanlara şiddet uygulanacağını da söyleyince köylülerin hepsi evlerine gitmişler. Olay yerinde bulunmalarına izin verilenler sadece maktülün oğullarıymış.

Cesedin eve gelmesini bekleyen köylüler ambulansta bekletildiğini birazdan adli tıpa götürüleceğini duyunca şaşırmışlar ve buna bir anlam verememişler.

Köylülerin ifadesine başvurulmuş, ama olay hakkında işe yarayacak bilgi veren olmamış. Sadece köyün çobanı Sadık, bir gün önce yaşlı adamı bastonuna dayanarak sulama göletine doğru giderken gördüğünü, daha önce de defalarca oraya giderken gördüğü için önemsemediğini, ihtiyar adamdan sonra da bir beyaz otomobilin geçtiğini söylemiş. Bunların dışında insan ya da otomobil görmediğini de ifadesine eklemiş.

Cinayet haberi, ertesi günkü gazetede gene büyük puntolarla manşetten şöyle verilmişti: Seri katil kurban olarak ihtiyar bir adamı seçti. Detayda ise bunun beşinci faili meçhul cinayet olduğu ve güvenlik güçlerinin katili yakalamak için yoğun bir şekilde çalıştığı yazıyordu. Kenan Baba, haberi okudu, herhangi bir tepki vermedi. Diğer haberlere göz attı.

(Devam edecek...)
( Köpeğin Adı Badi-56 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 9.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.