Gönül gözümde anlık bir tufan,
Demediklerime mal etmediğim ıslak
yangın.
Mahşer öncesi kelamda saklı aslında
Dirlik, düzen bir de sönmeyecek
Meşalesi aşkın.
Rabıtası yorgun bir telaffuz,
Kaygıları da çıkmışken arş-ı alaya
Sinemde koyu geceye yataklık yaptığım
da tek kanıtı
Yanına çentik attığım her vazgeçiş:
Önce kendimden geçmişim de
geçemediğim yollarda
Peşine düştüğüm metruk geçmişim.
Ne asılsız ne de soysuz;
Ne yalan ne de lafı doladığım
kapanmaz yaram.
Sicilimde yetim bir günce:
İç güveysinden hallice ne ise
biriktirdiğim,
Seyyahı şu yorgun kelamın hele ki bir
de
Tetikledi mi sair gece yine
inhisarında
Babadan miras solgun yürekli o diri
lehçe:
Nasıl bir ihlal?
Nasıl bir soykırım?
Ya, sen kayıp zaman?
Ya, sen masumiyetin bekçisi
Başımın belası sessiz sevdam?
Umarları yığmaksa
yüreğin sükûtuna sonra da depreşen sessizliği soluksuz içmekse…
Zamanın menfi müspet
açılımı: bazen bir kuyunun açık yüzünde bazense akça pakça bir hatun tadındaysa
kaderin seyri.
Tutuklu kaldığım
sanrısıyla kuşatıldığım haddinden fazla bir ağırlık ve zamansız gidip
gelişlerin döngü mahiyetinde bana kattıkları ama daha çok da çaldıkları.
Tufanlar da zamansız
belki de mecalsizim çoğu insan gibi ve keşke kayıtsız olabilseydim de ama
onlara benzeme kaygım olmadığı gibi kendimden de bıkkınım ve üreyen her yeni
gün, ölen hangi hücremse beyan etmek istiyorum: Önce duyguların karnaval
bellediği heybetli susuşlar sonra da zakkum çiçeklerine özenen sevgi bahçem ki
çok bayat bir cümle kurduğumun da farkındayım lakin bitimsiz olduğu kadar
eksilenlere de rahmet okuyup yeni mecralar bulmalıyım… Buldurmalıyım da ya da…
Kambersiz düğün misali,
sevdiceğim hangi cümle ise ısıtan içimi ve hangi katman ise yine içinde
evrildiğim sonra kâinat kutsandıkça her şafakta… Israrcı olmalıyım belki de ya
da mütevazı kimliğimden taviz verip cazgır bir hükümle, kayıtlarını ifşa
etmeliyim hüzün tefrikamın.
Zaman mahkûmu ama asla
zaman fakiri olmadığım hele ki yaşsız varlığımı da altın tepside sunduğum ama
sunulana hürmet etmeyip daha çok istediğim.
Bir veryansın mı?
Belki de.
Bir eksiliş mi?
Büyük ihtimalle.
Peki, ne mi istiyorum?
Aslında hiçbir şey ya
da her şeyi içselleştirip varlığımı da hikmet bilip, bir pervazda konakladığım
yetmezmiş gibi az evvel yavrusunu gagasıyla besleyen o anne serçe gibi kaygılı
olma gerekçem. Tahammülsüz değil asla ama çok da hicap yüklü hele ki zanların
metazori akımına tanık olup duraksadığım her satır başında, yâd ettiğim dün
iken kalıbıma sığamadığım ve teğet geçen an iken yine yarına pelesenk… İşin
aslı, üç bilinmeyenli bir denklem üstelik tek sabit veri ben olma ihtimalimi de
yadsıdığım zira değişken bir kimliğin neresi sabit bir gösterge olabilir ki
sonra da içinden çıkamadığım o kaosu baş tacı belleyip her yazıma ana fikir
yüklediğim belki de babayiğit bir şiiri aşk belleyip tasavvur etmeyi bırakınız
dünde takılı benliğin hayal-i sukuta uğrayan o cebelleşen minvali.
Örülü kimlikler ama
örtüsü sadece hidayet.
Karmaşaların hükmünde
de pervaz belleyip bir ara durağı sonlandırma gayretindense kısa molalarla
montajlamak yine hayatı.
Ritmi kayıp aslında
çoğu şeyin aslında peyder pey azalıp çoğalıyoruz sonra da asılı kaldığımız
yetmezmiş gibi ikilem yüklü kimliklerimizi güncelleme gayretiyle sığınıyoruz:
Önce birilerine sonra hiçliğin meşakkatli kollarına ve derken kendi
kollarımızla boğuyoruz ömürlük mutluluk arayışımızı. Soyutlandığımız kadar
soyutladığımız ki somut veriler sunma gayretine yenilip mağrur bir eda ile
nüksediyoruz ansızın ve sızıların bitimsiz coşkusunu teyelliyoruz ara
duraklarda nakşeden bir örtü kadar kapalı kimliklerimizi farklı farklı
sunumlarla içselleştirip, biz bile inanırken kendi yalanlarımıza.
Sonra ne mi oluyor?
Kuytuda gergin bir yay
ve sırdaş bir ok yine yüreğimizi hedef alıp aslında evreni bölerken tam da
ortadan, bir elma misali belki de aradığımız o ruh ikizine peşkeş çekiyoruz
acılarımızı üstelik bilip bilmeden içimizin coğrafyasına ektiğimiz tohumlarla
üstelik sulamadan, peyda olacağını beklediğimiz umutlar ve asla
gerçekleşmeyeceğini ummadan sadece yarılıyoruz yolu üstelik yaralanıp ama
sevmeden de sevilmeyi bekliyoruz o metazori tınıda ve kayıtlar düşüyoruz
günbegün.
Sınırların ihlal edildiği bir
paradigma öyküsü belki de öykünmekle yetinmeyip kurgulama ihtimalini de göz
ardı edemediğimiz.
Çürükleri de bir torbaya doldurup…
inceden kalına bir nota aslında hezeyan yüklü derken not alıp da defterini
dürdüğümüz bir yankıya meyyal için sessiz coşkusu. Kıvrımlar nakşeden,
gönüllerde buse tadında ve harcandıkça gün ve gün.
Edimler belli ki bir reçete yine
doğurgan kinin nefrete bulanmış yüzü.
Katsayılar da birer rabıta her rakımı
çap; her yüreği kendimiz gibi bellediğimiz ve sayısız açılım gün bazında.
Korudukça.
Kardıkça.
Kösteklendikçe.
Ne çok yanılgı ne çok badire ve
hiçliğin tok sesinde aç bir kurt uluyan.
Bizler ki evrenin asılı sahipleri;
bizler ki sahipsizliğimize lime lime sükûtu derlediğimiz sonra derleyip
toplayıp kırıkları bir göle nazire eden kuytu ve usullarda acılarımızı
dindirmek adına.
Yoksul sevdalarda tırtıl benzeri
nameler.
Yoksun yüreklerde çağ atlayan
deyişler.
Ömür kadar noksan bir de kayıtsız
kalmakla kendimizi ödüllendirdiğimize kani lakin yüce Yaratıcıyı
kandıramadığımız.
Bir dolduruş babında hani olur da
azıcı dudak payı kalır bardağın kenarında; hani olur da sırıtık bir yürek
sesine nakşeder evren üstelik satılmış imge tadında hikâyeler derlerken bir o
kadar içten pazarlıklı deyişler tüketip de demediklerimize hemhal.
Koyu çok koyu göğün rengi.
Açık olansa bakir bir ruhu biçen
fırtınada hazır ola geçen üç beş beyhude sancı.
Kanıksadıkça ritüel bellediğimiz onca
hayal kırıklığı…
Hayal kurdukça yaftalanmayı meziyet
bildiğimiz bir tebessümden çıkıp da yola, el yordamı yönümüzü tayin ettiğimiz
üstelik buhranlar yüklenmiş şimşeklerde tozutan insan ırkına da gönderme yapan
şeytanvari bir kuple tadında ve her ne kadar rencide edilsek de reservesi yine
gökte asılı hatta benlikte tapulu.
Zamandan da yorgun aslında zamansız
vazgeçişlerin mealine dair bir şifre yine hicvi yürekte; sunumu ruhta bir de o
derin iç çekişler…
Meziyetlerin sonu vurduğu, aşkın
istilasında nazenin bir çiçekte biriken polen dolusu imgeler hele ki yok mu o
yok mu aşkın fıtratına gizlenen teamülde bir de kaygan asfaltlarda düşüşe geçen
sevda masalları…
İmrendiğiniz kadar imrendin o zaman
ve kanıksamakla paylamak arasında gidip gelen o sarkacı da varsın ihlal etsin
evren.
Dökümünde mi sebebiyet veren
yüzsüzlüğünde mi saklı yoksa aşk?
Ve her nadide yüreği kutsayan evrenin
salkım söğüt o durağan gel-git yüklü ikilemleri yok mu…
Beyhude olduğunu bilseniz de.
Bilinmese de yüreğin iksiri ve ruhun
teberrüzünde nakşeden o sancı…
Sadece haykırın ama duyulmasına da
izin vermeden.
Nasıl mı olacak?
Siz sevin gerisi Allah kerim.
Gerisin geri kaçışan haytalarını
sağın solun kale almadan sevindirin üç beş yetimi hem belli mi olur yetim
başınıza uzanır da dokunur evrenin naşında saklı o masumiyet yüklü hutbeler ve
aklanırken yürek her ne kadar bir ömür ihlal edilmiş olsa da.