Bir aklın ikliminde, akla zarar dolduruşların da kırık kanadında olmak vardı.

 

Işıyan yüzünde namert bir kelam olmasının ötesinde, densiz de bir yanılsama.

 

Zaman berrak acılar taşıyor sonra da aşıyor yürekte saklı kaç izlekse, kalburüstü kaç yazgıysa mutluk varlığın göreceli sükûta eriştiği derken tokalaşan cümlelerle pazarlığa oturmuş soytarı bir Tanrı yine münafıkların yaratısında destursuz bir anlaşma şeytan nezdinde toparlak suretler ve toptan izini kaybettiklerimiz.

 

Andıklarımızdan anılmadığımıza dair bir tahayyül belli ki sivri cümleler hürmet ediyor evrene, evren de boyutsuzluğunun gücünü aldığı insan ırkını hepten yok sayıyor ve nedameti kayıp iklimlerde insanlar ölüyor, egolar büyüyor sonra anlı şanlı ölümlerin gıyabında hazır ola geçiyor zaman.

 

Metanetli olduğu kadar da ısrarcı ve ebegümeci istilasında ölümlülerin, derme çatma varlıklar türetiyoruz: bizi bizden öteye taşıyan, sizi bizle eşleştirmeden üçüncü çoğul şâhısa atıfta bulunan kursaktan yoksun beynamaz espriler belki de kibrin kabrine hazanla münazara yapan ölümün tapusunu gömmek adına derine.

 

Soytarı cümlelerin tekerrür ettiği devasa bir özgürlük belki de zamansız bir düşün perisinden çaldıklarım.

 

Düztaban düşlerimi uğurladığımdan bu yana mutluluğu da pasladım, ben hidayetin gölgesine sığınıp muzip bir tını bekleye durayım.

 

Hayli patavatsız bir mevsimin öbeğindeyim: karadan beyaza uzanan kirli ellerimi sabunlayıp, pür-ü pak olmak istiyorum aslında beyaz tenimde siyahın yakışma ihtimalini göz önünde bulundurup, bir takım formasına özenen içimin beyitleri.

 

Kursağımda kalan küçük karıncalar ama boylarından büyük iş görüyorlar.

 

Üreyen ıssızlıkta ayak seslerinden ürküyorum ve odada görünmez bir gücün varlığına tanık olup yorganın altına gizleniyorum.

 

Hangi sure yetebilir ki korkumu zapt etmeye bu yüzden nice sureyi birbirine ekleyip, aklımın eklemlerinde zaruri bir tebessüm konduruyorum ruhuma.

 

Aklıma gelen çocukluk anılarım belki de çocuk olmaktan ötesine vakıf olamadığım ve hemcinslerimden oldukça farklı.

 

Gözümde büyüttüğüm kadar var aslında anne yüreklerinde saklı deyişler, bir çocuğu dünyaya getirip onun öksüz kalma tehlikesini göz ardı edip kol kanat gerdikleri.

 

Kol kanat geren değil de gerilen zihniyetimle yorgun düşmenin ötesinde muzip bir şarkı takılıyor aklımın kıvrımlarına ve metazori cümleleri silip basit emir kipleri savuruyorum boşluğa.

 

Gel.

 

Gitmelisin.

 

Hangi pencere açık kaldı da perdeler uçuşuyor?

 

Rüzgârla oldukça içli dışlıyım hatta odaların birbirine fısıldadığı seslerin tanığı o rüzgârla vedalaşmayı uygun bulmuyor bu sefer tüm pencereleri açıp inanılmaz bir cereyan yaratma peşinde ve üşümeyi de göze almışken… Derken dergâhından firar eden dervişler misali, bir de kayıtsızlığın verdiği isteksiz ruh halimle yeni baştan yazmak istiyorum hayat hikâyemi.

 

Belki de efkârın doruk noktası yine düne odaklı ama yarınları da tehir etmeye gerek duymadan zaten olan hep anda takılı mutluluğun sabitleneceği değil de yok olacağı korkusu.

 

Mutluluğun asılı kaldığı bir darağacı belki de sanırsın ki ipini çeken güç benimle oyun oynuyor sonra da tüm albenisiyle sahip çıkıyor oyunun mutlak galibi: hem aklımın pergelindeki o derin iz hem derinlerdeki sığ insanların hala nasıl oluyor da mutlulukla eşleştiği duygusu çörekleniyor.

 

Belki de haz ettikleridir basit bir zaaf yine sahip olamadıkları değil de sahip olunan zaafların onları mutluluğun doruğuna çıkarması…

 

Bir dostun kulağıma fısıldadığı o cümle düşüyor aklıma:

 

‘’Mutluluk saman alevi gibidir.’’

 

Keşke büyüse o yangın ve tüm dünya mutluluğu doya doya yaşasa en çok da çocuklar sonra da evsizler ve terk edilmiş yalnız ve yaşlı insanlar.

 

Ya, ben neyim?

 

Bir çocuk?

 

Güldürmeyin.

 

Belki de yaşını saklamaktan utanmayan bir gölge.

 

Ya da mazlum yetilerimde yetim verdiğim düşlerime geçirdiğim tırnaklarım ve geride bıraktığım izlerim bir o kadar silinme ihtimaline inandığım yoksa bunca insan nasıl bu kadar tepkisiz olurdu… dememe kalmıyor kuytulardan bana uzanan o çağrıyı tetikliyor iç sesim.

 

Kurmalı bebek gibiyim.

 

Belki de kurmaca bir roman.

 

Sahi epeydir bir romana kapılıp gitmedim belki de rehavetidir amaçsızlığımın yine amaç aramak uğruna kendimi defalarca kaybettiğim ve her amaç nihayetinde yeniden kendimi bulmuşluğum lakin bir yere de oturtamadığım sonra da harala gürele yaşayıp güttüğüm hayat belki de güdüldüğüm ama her seferinde itiraz hakkımı kullanıp, kimselere benzememe özrümü bazen bir kusur bazense bir armağan olarak kabul ettiğim.

 

Kabul edilesi en dertli yorgunluk aslında yalnızlığın güftesinde bir bir ekleme yaptığım satırlar sonra da geceye savurduğum gözyaşlarım belki de içime akıtıp taşkına sebebiyet verip sonra da gel-geç bir sevdaya kucak açan yetim düşlerde biriken hezeyanla evreni yoğurduğum ama yordamak adına değil de yorgunluğumu gidermek adına bazen de görmezden geldiğim tıpkı gelindiğim gibi ve gelinciklerimdeki raks eden kırılganlıkla bir gülden bir gelinciğe terfi eden ismimde saklı tutulası bir mazeretmişçesine bazen de çatık kaşlarımı rötuşladığım yanılgısı ile kocaman bir tebessüm kondurduğum zamanın asılı çatı katında zamansız bir ölümü buyur eden yetim bir çocuk gibi.

 

 

( Darağacı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 17.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.