-“Bana gül deme sakın, ellerime dikenleri tutuşturup. Bana surat asma; umutlarım sana bağlı.”
Susuyordu, başı öne eğikti. Ona sessizce baktım uzun uzun; içimdeki son ışık da sönmek üzereydi, bu dünyadaki yaşama sevincimi kaybetmek üzereydim. Delirmek değil de daha çok acı çekecektim; suskunluğu bunu anlatıyordu. 
-“Konuş, suskunluğun bir bıçak gibi ciğerime saplanıyor.” 
Başını kaldırıp donuk bakışlarını çevirdi, konuşacak gibi değildi.
-“Gözünü seveyim, çevirme ciğerime sapladığın bıçağı; öldüreceksin beni.” Diye sızlanınca sessizliğini bozdu:
-“Beni kalbinden silmek istemiyorsun. Sana yâr olamam, kalbim artık sana ait değil. Seni görünce midemde kelebekler uçmuyor Dilan.” Derken sesi keskin bir bıçak gibi nefesimi kesiyordu. Sesinin tınısında eski samimiyeti, sıcaklığını hissedemiyordum. Yutkundum, gözlerim dolmuştu. Silmişti bana dair ne varsa, silmişti kalbinden beni. 
-“Anla beni, seni sevmiyorum Dilan.” Deyip uzaklaştı yanımdan. Kalakalmıştım olduğum yerde. Orman, dağ, ufuk etrafımda dönüyordu. Sarı, kahverengi, yeşil yapraklar uçuşurken acıma eşlik eder gibi yağacak olan yağmurun haberini veriyordu. Kalbim duracak gibiydi. 
bir süre olduğum yerde sessizce oturduktan sonra kalkıp arabama yürüdüm. Yapacak bir şey yoktu, elimden gelen bir şey de yoktu. Onun kalbine dokunmak elimde değildi, onda biten bir şeydi. Kendi sevgim bile elimde olamazken, onun kalbine nasıl dokunabilirdim? Nasıl sokabilirdim kendimi kalbine. 
Aldanmıştım kendi kendime, bir merhabasını aşk sözcüğü olarak algılamıştım. Bir gülüşünü, bir bakışını üzerime alınmıştım. Ama içimde bir umut vardı, belki dönerdi. Belki de beni seviyordu, bana yalan söylüyordu. 
Gözlerimden yaşlar akıyordu, durdurabilmek için acımın bir nebze de olsa dinmesi gerekirdi. Acımı hafifletmesi adına bir müzik açtım. 
Ah bu şarkılar. 3 dakikalık bir şarkıya nasıl oluyor da sığıyordu tüm yaşadıklarım? Omuzlarımın kaldıramadığı yükü nasıl da sırtlanıyordu? Yere göğe sığdıramadığım ne varsa hepsi 3 dakikalık şarkıya sığıyordu. Hepsi birer birer film şeridi gibi geçiyordu gözümün önünden.
Arabayı çalıştırınca bir bulut gibi dağıldı hayal dünyam. Direksiyonu anayola kırdım ve müziğin sesini yükselttim. Bir yandan vites değiştiriyordum bir yandan yaşımı siliyordum. Hüznüm ağırdı, ondan kaçarcasına gazlıyordum. 
Telefonum çaldı, arayan kuzenim olmalıydı; bakmadan açtım:
-“Efendim.” Diye cevapladım.
-“Alo, Dilan neredesin canım?” 
-“Yoldayım, eve geçiyorum.”
-“Sesin kötü geliyor, noldu iyi misin?”
-“Anlatırım. Eve geçeyim ararım seni.”
-“Tamam çabuk gel.” 
yarım saat sonra evin önündeydim, aracı park edip doğruca banyoya geçtim. Sıcak bir duş alıp odama geçtim, kuzenimi odamda beni bekliyor buldum.
-“Aklım sende kaldı, gel otur şöyle.” Deyip elini uzattı. Sessizce yatağın öbür ucuna oturup uzun uzun kuzenime baktım. Bir süre sessiz kaldıktan sonra olanı biteni anlattım. Sonra derin bir sessizliğe gömüldük. Kendimi tutmakta zorlanıyordum, tutamadım hıçkıra hıçkıra ağladım. 
-“Mutluluk bana yasak mıdır nedir? Bende bir uğursuzluk mu var nedir?” diye bağırdım. Kuzenim sımsıkı sarıldı ve:
-“Alakası yok! Hepsi geçecek.” Dedi. Ben durmak bilmiyordum. 

***

aradan günler haftalar aylar geçmesine rağmen, acım dinmek bilmiyordu. Önerilen her şeyi reddediyordum. Bir psikoloğa gitmek gibi…
Ama benim dünyam toparlanmak bilmiyordu. Psikolojim alt üst olmuştu. Çoğu geceleri bölük pörçük uykumdan ağlayarak uyanıyordum. Kâbuslarla dost olmuştum. 
Onunla uzun süre görmedim, fotoğraflarıyla yetiniyordum. Bir acı kalbimin ortasına oturunca fotoğrafını elime alıp saatlerce konuşuyordum. Onunla yaşadıklarımı düşünüyordum; evlenecektik. Bu sevda kara sevda olmayacaktı. En az dört evlat sahibi olacaktık, hepsini de özenle yetiştirecektik. Ahlaklı, efendi, bilgin. Elinin tersiyle iterek bu tozpembe hayalleri, beni uçurumdan atmıştı. Beddua edemiyordum, ona kıyamayacak kadar çok seviyordum onu. Onun bir suçu yoktu, kendim yazdım kendim oynamıştım. Kendimi öyle kaptırmışım ki gururumu çiğnemişim ama gözlerim bunu görmüyordu. 
Ondan hiç haber yoktu, haber almaya cesaret edemiyordum. Öyle incinmiştim ki gururuma sımsıkı sarılmaya başlamıştım. Yeterdi artık kendimi ezdirdiğim, kalbimi çiğnettirdiğim. 
Bir gece rüyamda, çölden geliyordu. Dudakları kurumuş çatlamış, alnının ortasında bir yara izi vardı. Bana hüzünle bakıyor, dudakları titriyor ama benimle konuşmuyordu. Günlerce yanımda kalıyor tek kelime etmiyordu. En son, ellerimi tutup benim gitmem gerekiyor deyip yanımdan ayrılıyordu. O giderken çölü toz bulutu kaplıyordu.
1 yıl sonra acı haberle daha da yıkıldım. O ölmüştü. 
Bana bir mendile sarılmış kuru gül ve mektup bırakmıştı. O gülü hıçkıra hıçkıra kokladım kokladım kokladım; onu geri getirmek istercesine kokladım. Mektuba uzandım ellerim titriyordu, gözlerim kayıyordu.

“Merhaba sevdiceğim, 
Sen bu mektubu okurken, ben fani dünya maceramı sonlandırmış olacağım. Üzülme, vuslatımız Allah’ın izniyle ahirette. Dünyam, güzelim, sonbaharım…
Sana doyamamak, sana kıyamamak, sana dokunamamak. Ve seni ağlarken hayal etmek. 
Adını söylemek istemediğim bir hastalığa yakalandım, bunu bilmeni istemedim. Doktorlar bir çaremin kalmadığını söylediler, ömrüm çok kısaymış. Sevdiklerinle vedalaş dediler. En sevdiğim sendin, seninle nasıl vedalaşabilirdim? Nasıl söyleyebilirdim ölecek olduğumu? Bu acı seni delirtmez miydi? 
İşte bunu bildiğimden, sıradan bir ayrılık istedim senden. Ama yine seni acılara boğdum. Çok özür dilerim, hakkını helal et. Bana ulaşmanı ben engelledim, senden çok uzaklara gittim. Hıçkıra hıçkıra ağladığını, geceleri uykusuz kaldığını ben bilmiyor muyum sandın? Her şeyden haberim vardı, lakin elimden gelen bir şey yoktu. Zaten canımla cebelleşiyordum. Bazı bazı Azrail ile göz göze gelip senin hayalini diri tutmaya çalışıyordum.
Hep sevdim seni, ruhum bedenimden ayrıldığı vakit de sevgin benimle olacak. Dedim ya vuslatımız Ahirette. Ömrüm yetmedi sana doymaya. Bu Allah’ın takdiri sevgilim. 
Bu mektubu veda mektubu olarak değil sevda mektubu olarak kabul et sevgilim. Sana çektirdiğim bütün acılar için senden özür dilerim. Seninle cennette buluşalım, seninle sonsuz olalım Gülüm.” 

Seni çok seven Hakan’ın…


O karanlık kış günü karın üzerime üzerime yağışını umursamadan, ellerimi açtım Hakan’ımın ruhuna Fatiha okudum. Ondan kırgın ayrılmıştım ama onu çoktan affetmiştim…
( Hakan başlıklı yazı AyşegülAktağ tarafından 26.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.