Kanamakla mükellefim…
Ya kanacağım ya kanayacağım.
Acımakla mükellefim…
Ya acıyacağım ya acınacağım.
Sözcükler makberim, aşkın siperinde
kelime oyunlarına rast geliyorum. Defolu aşklara muhalifim, defolu dostluklara
da kızgın ve kırgın.
Kelimeler şahlanıyor karanlıkta ve
muteber yalnızlığıma âşık oluyorum deli divane yüreğimi koyduğum şu gecede aşka
doyuyorum, aşkı örüyorum, âşık olduğum cellâdımı özlüyorum: daha da çok daha da
çok.
Sevi dilinde yalanlar doğuruyor
mahlaslar.
Bense mahlas olmaktan dahi acizim.
Kuru başına bir şiirin belki de
sözsüz cümleler kurduğum bir ömre inat yazıyorum ve yaşıyorum.
Kinayeden ırak bir aşk belki de
rotadan sapmış…
Aşkın ırmaklarında kafiyeler
örüyorum.
Deliyim: en hasından sevdalı.
Özürlüyüm hem de nasıl…
Yalan söyleme özürlü ve
kınadığımdansa kınandığıma delalet kelime zincirine sayısız halka eklerken.
Makberimi biliyorum.
Kazdıkları kuyuya düşenlere ise
gülüyorum.
Ağlak bir şiir ısmarlamıştım kalemime.
Az evvel yazdım sonra da çılgın bir kahkaha savurdum aklımın melikelerinde
artık hangi kaçkın alt bellekse, konuşlandığım bu aşkı sahiplenmiş.
Özürlüyüm…
Ne kadın en erkek ne de üçüncü
cinsiyete yok sözüm lakin söyleyecek çok sözüm var kendime.
Siperimde darmaduman şiirler, kozamda
istila edilmiş saç motiflerim ve ördüğüm şarkılar.
Deli gibi örüyorum: ölümüne.
Ölüyorum her şiirde: ördüğüm
sevdalarımın ucu kaçıyor ve ilmeği kayıp şiirlerden boca ettiğim imgeler kadar
da dipsizim.
Sevdiceğim…
Sevip de yeniden dirileceğime
inandığım.
Kanatsız kuşlara özeniyorum.
Salası verilmiş bir şiiri
kıskanıyorum ama dünde kalan ama benim yazdığım.
Gıpta ediyorum ölü ozana.
Gıpta ediyorum ölü şarkılara.
Ölmeye sevdalıyım.
Ölümüne şakıyorum gecenin kiri
aktıkça arınıyorum. Arındıkça büyüyorum. Büyüdükçe küçülüyor içimdeki hengâme.
Sallantı yüklü şehir. Her yeri delik
deşik üstelik.
Şiir giyinmiş bir şehirde yaşamanın
verdiği aşkla; şehri giyinmiş bir benlik taşımak adına…
Kelimeler dökülüyor pirinç
iriliğinde.
Kinayeler köreliyor ben sevdikçe ve
yazdıkça.
Diriliyorum kanıksadıklarıma kim ise
riya süren.
Dengimde onca dingin sure. Okumak
adına, hissetmek adına ve maneviyat sayesinde ulaştığım doruğa dikiyorum
sancağımı.
Alacak verecek yok madem. Mademki
hesabı kestim tüm ölü kimliklerle yeniden ölmeye ne hacet?
Örtündüğüm kadar açık tenim.
Açık bildiğim her noktası evrenin,
kapalı bir kutuda saklı.
İç içe geçen.
Diri kelamın ölü şiirleri.
Külbastı yetileri var doğurgan
gecenin. Yalnızlığımın tadına doya doya vardığım ve kefil olduğum insanlık
adına da yanarken için için.
Öbeklerde saklı.
Kuytular bile delik deşik.
En rahvan enlem ve boylamda kör nokta
bellediğim isyanıma şerh düşerken Yaratan.
Bocaladığım kadar insanım. İnsan
olduğum için de hüznüme sahip çıkıyorum. Sahip çıkılmayı bekleyen bir yanımsa
yok asla hele ki sahiplenen Yaratıcıya sunduğum şükrü içimde saklıyorum belki
de hazan odaklı rotamda kinaye yüklenmelerine sebep olan yine benim.
Derlediğim dakikaları doldurduğum
çalıntı zaman kumbaram. Her attığım dakikayı ömrümden çaldığımı bile bile.
Canımın yanacağını bile bile sevdiğim
insanlar ve payıma düşen ithamlar.
Hangi gün yüzü görmüş aşkı kaybetti
de insanlık gün özürlü bir aşka mı sahip çıkacağım bu sefil benliğimle?
Çürüyen meyvelerden, çürüten
isyanlardan, çemkiren hezeyanından da uzağım evrenin. Mal ettiğim kadar mal
olduğum belki de saf tuttuğum kadar yanıldığım ve yanıldığıma dair bir kehaneti
el yordamı bulmuşken tüm saflığımla.
Notalar bile küskün. Şarkılar suskun
lakin üreyen hüznü mutlulukla değiş tokuş yapıyorum bilinmedik bir zamanda ve
ait olmadığım bir mekânda, boyut anlamında yeknesak bir yoksunluk tutturmuşken
kendimce.
Boyalı yüzler.
Boyalı saçlar.
Boyalı aşklar.
Yalandan kim ölmüş, demek bile
cehaletin çağrısı hele ki sırtını dönmüş kim varsa ben hala sırtını okşuyorken.
Kinimden arındım yeniden yine de
yanlıyım hele ki söz konusu kırgınlık ise.
Ebabil kuşları konuyor gecenin
çatısına. Oysaki yeni aktarmıştık çatıyı. Alı al moru mor bir yalnızlık yine
tıklatırken içimin kapısını.
Kirlenmemek adına belki de saf
tuttuğum bu kıta ve dertlenmemek adında derlediğim her hikâye. Sakladığım,
gözümden sakındığım ve sancağımla dönendiğim o çember.
Kıyasıya bir değişim belki de gün
içinde üç dört mevsime rast gelip şifayı kaptığımız kadar da şafağımızın attığı
bir resital, adına hayat denen döngü.
Şimdilerimi çaldırmaktansa dünlerimin
tozunu alıyorum. Yarınlarımı kaptırmamak adına belki de bunca yazdığım.
Yanılsama mahiyetinde olsam da zaman
zaman ama yanık kelamın da sihrine kapılmışken.
Sus payı söylemler ısmarlayan şairden
alacaklıyım.
Söz veren aşklara inanmıyorum.
Şehirleri kayıp coğrafyalarda fink
atan felaket tellağıyım aklım sıra. Sırası gelmeden kuyruktan kaçan bir müşteri
belki de sınavdan kaytaran yaramaz ve asi bir öğrenci…
İşinin erbabı kim ise ve sözünün eri
ve duygularının feri henüz sönmemişken.
Körebe şarkılarda ip atlayan
nakaratlar eşliğinde büyüyen şiir yüzlü insanlar tanıyorum kendimce ve kendimce
eğleniyorum yolum düşmüşken bu yakaya bu sefer diğer yakayı özlüyorum işin aslı
iki yakası bir araya gelmeyen şehla şiirlerde büyüyen bir şehir çocuğuyum ve
hala nasıl oluyor da kırkı çıkmamış bir şiirden bile nemalanıyorsam, demenin
ötesinde doğum sancısı çeken şafağı da kıskanıyorum geceden belki de
görünmezliğimi kollayan geceye ve Yaratana duyduğum minnet ve sevgi nazarında
uyumaya gidiyorum şafak söker sökmez oysaki şafağım çoktan atmışken gecenin kör
karanlığında.
Sevgiye mazhar yalnızlıkta hangi
bedelse sahipleneceğim belki de sahiplenmekten öte sitayiş ettiğim diril
kimliğin süzgün yüzünde açan bir lale kadar kibar ve salınımı da içten hele ki
sonbaharın son ayını da uğurlarken bir şiir niyetine gülücükler kondurduğum
kışa merhaba: yeter ki kar niyetine yağalım ve dokunmadan ve zarar vermeden
birbirimize çoğalmaya meyledelim yine şiir dilinde bir imgeden yok iken
farkımız.