Taksim Elmadağ'da bir otelde çalışıyordum. Gece vardiya sırası bendeydi. Saat sabahın beşi; otel için gazete almaya çıkmıştım. Taksim’de gazete bayisinin yanında yaz kış oturup küçük tablasında incik boncuk satan yaşlı bir adam vardı; yaşlı adamın iki gözü de yoktu. Hayır olsun diye ondan bir nazar boncuğu alırken nereden aklıma estiyse, “İşkembe çorbası sever misin?” diye sordum. İçimden gelmişti, harbiden çorba ısmarlayacaktım. Adam, “Gözlerim görürken her gün bir büyük tas içerdim; şimdi midem kaldırmıyor” dedi. Paramın üstünü de kuruşu kuruşuna bir tamam verdi; ben iyilik olur düşüncesiyle, “Kalsın amca” dediğimde, “Sen onu dilenciye ver” diyerek beni bir güzel azarladıktan sonra, “Gözlerim kadere aitti, bana danışmadan aldı gitti; ama onurum bana aittir”, demişti yaşlı ve kör adam…

 

Büfeden günün gazetelerini almış otele dönüyordum. Kaldırımın üstünde bağdaş kurmuş, hırpani giysiler içinde bir kadın, kucağında yamalı bir kundağa sarılı yapma bir bebekle sağa sola ırgalanıp duruyordu. Önündeki karton kutunun içinde beş altı kutu kibrit vardı. Yirmi beş kuruş bırakıp kibritlerden birini alırken, “Üstü kalsın” dedim; kadın ani bir hareketle elime yapışıp, “Aaa! Terbiyesize bak; kibritler satılmıyor” diye cırladı. Yirmi beş kuruşumu geri aldım. Ben uzaklaşırken arkamdan, “Deli mi nedir, hem parayı bırakıyor hem de geri alıyor!” diye söylenip duruyordu.

*

Muharrem Soyek

( Dilenci Sarması başlıklı yazı M. Soyek tarafından 1.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.