Şuur kaybına meyyal bir cümle olmak adına, kepaze imgeleri lanetlerken iblis, körüklü bir düşün arka sırasındaki sen, düşkün yolcu.

 

Tantana adeta etrafın nirvaya ulaştığı o izdiham.

 

Safların saf tuttuğu arka sokaklar, dar sokakların lanetine bürünmüşken karanın hezimeti belki de bol dökümlü eteğinden dökülen taşlara aldırış etmezken o ölü zenne.

 

Yıl uğursuzun, diyenlere biat aslında körüklü hezeyanlarım ve rahmetini ırgalamazken kâinatın hangi münafık ola ki, seyrinde âlemin bihaber içinin kirinden ve kininden.

 

Yolların tozunu atmaksa ne ala.

 

Saf tutup nifak sokmaksa hayatla mutluluğun arasına ne gam.

 

Sırların ayyuka çıktığı bir yeryüzü, hengâmenin merkezinde aşka ve ölüme yenik düşen kim ise.

 

Kinayenin biri bin para aslında akıma kapılmış, o geçit vermez dehlizde uyutulmayı meşk eylemiş bir toplumsa karaya da havaya da attıkları bir diğer dediğini tutmazken.

 

Surların yıkık ve utanç yüklü gösterisi. Serleri aşıp sırlarda boğulanlar yine de kaynakçası hüzün olan şarkılarda demlenip geceye tapanlar…

 

Kara lehçesi iblisin ve koyu gözlerinde aşka dair tek ipucu bulamazken.

 

Kem gözlere okuduğumuz nazar sureleri ile nasıl ki feraha çıkıyoruz ve nasıl ki boy veriyor umutlar her karanlığı lav edip ve kötülüğün lal olduğu hüznün rahmetine bile razı iken insanoğlu…

 

Bedeller kadar bedelsiz rötuşlar aslında hazan mahsulü her üzünç, baş aşağı elemin sarı başaklarını okşamaya dahi kıyamazken elleri kirli, gözleri neşeli çocuk.

 

Şimdi bir arya olmanın zamanıdır belki de zamandan çaldıklarımızı faizi ile ödediğimiz o münafık sistemde günahlarımızın bedelini de göz ardı etmeden.

 

Tümseklerden kayan, ümüğünü sıkıp da bülbül gibi ötmesini beklediğimiz belki de heceleri öğütüp birer roman yazmaya meyyal her satırı kutsarken yazar, gecenin örtüsünü de çekmişken tepesine kadar Tanrı ve ansızın irkilen bir ödlek misali, damağını kaldırırken şiirin, o şair yürekli adam.

 

Dile gelmeyen ne ise dökülen usulca satırlara aslında gerçek hayatta en utangaç kimliğe sahip ve yalnızlığımız da ayyuka çıkıp uyuttuğumuz benliğimizin nasiplendiği şunca şiir.

 

Kayıpların nazarında tatar gölgemiz; ayıpların gözünde nefret bürüyen imgelerimiz kadar da feraha çıkmasını arzu ettiğimiz içimizdeki o biteviye huzursuzluk.

 

Kısmetsiz bir gelinin kirli duvağına konan leke mi yoksa toplumun kıyasıya harp bellediği onca münafık lehçe sözüm ona çocuk gelinlere sunduğumuz izdivaç mı geceyi temize çıkaracak belki de kötülüğü sonsuza kadar uyutacak…

 

Derli toplu yürek ölümlerini mademki dizdik sıraya şimdi de sıra bizde…

 

Hadi açın kollarınızı.

 

Ve çekin ağzınıza birer fermuar.

 

Ve için doyasıya aşk ve merhamet şerbetini.

 

Aşkın gözü nasıl ki kör, kör bilin her gördüğünüzü aşka banıp dillerinizden de eksik etmediğiniz tövbelerle geçmişse sünger çekin birer birer.

 

Gözettiğimiz kadar insanız.

 

İnsan olduğumuz kadar da efkârlıyız.

 

Efkârın doz aşımında yine külliyen inandıklarımıza birer perde çekip hadi oynayalım tek kişilik oyunlarımızı ve tüm repliğimizi bir ağızdan söyleyelim…

 

El ele ve yürek yüreğe verdiğimiz bir gün ve ömür düşleyelim ve en sakil düşlerimizi bile kutsarken Tanrı, şerh düşelim her akdimize ve mil çekelim tüm görmez gözlere.

 

Mutluluğu deşifre edilen şarkılardan çaldığımız nakaratları serelim yol boyunca ve yola düşelim varsın gözden düşsek de.

 

 

( Zamanıdır... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.