Annem yaşlı olmasına rağmen; görmüş, geçirmiş, yol yordam
bilen Osmanlı bir kadındı. Arabaya biner binmez hemen kemerini bağladı. Heyecanı
yüzünden okunuyordu. Sık sık İzmir’e götürüyordum onu. Bazen birkaç hafta
ablamın yanında kalıyordu. 40 yıldır yaşadığı mahallede arkadaşları ve onu
seven onlarca kadın, erkek, çoluk çocuk vardı.
Annem her ne kadar beni daha çok seviyor, düşünüyorsa da sıkılınca
kendini evine atmak istiyordu, bunu anlıyordum.
Babamı, ardından erkek kardeşimi, kısa bir süre sonra da
abimi kaybetmemiz, onda telafisi imkânsız yaralar açtı. Aslında bunun için
yanıma alıyordum annemi. Evinde kaldığı müddetçe hep anıları tazeleniyor ve bu
durum onu çok üzüyordu. Birçok kez terasta abimin oturduğu yere bakıp bakıp
ağlarken yakalamıştım onu.
Bulvardan aşağıya doğru inerken, göstergeye baktım, benzinim
az kalmıştı.
İzmir yoluna dönmeden, kavşaktan direkt karşıya Çine yoluna
geçtim ve hemen köşedeki benzinciye girdim, arabayı stop ettim. Çalışanlar beni
tanıyordu, biri koşarak geldi kapımı açtı, indim ve anahtarı uzattım.
-Ablam hoş geldin, nasılsın? Fulleyelim mi?
-Sağ ol canım iyiyim. Evet fulle.
Markete doğru ilerlerken, annem arkamdan seslendi
-Çocuklara çikolata falan al, bana da su.
-Tamam, anneciğim, başka bir şey ister misin?
-Sağ ol kızım.
Kapıya geldiğimde elimi çantama soktum, cüzdanımı aradım.
İçeride uzun boylu, arkası dönük biri, kasadaki çocukla konuşuyordu.
Telaşla kredi kartımı çıkarırken, birden yere düştü.
Toplantı için giydiğim lacivert takım elbisemin eteği
dizimin üzerindeydi ve ayağımda da topuklu ayakkabılarım vardı. Sıkıntılı bir
ifadeyle yere bakıyordum ki, önümdeki adam döndü, çevik bir hamleyle eğildi.
-Lütfen!
Gülümsedik ikimiz de. Kartı yerden alıp bana uzattı,
filmlerdeki gibi.
Elleri dikkatimi çekmişti; bembeyaz ve çok bakımlıydı,
hayretler içinde kaldım.
-Buyurun.
-Çok teşekkür ederim, çok naziksiniz.
-Ne demek efendim, rica ederim.
Gözlerimi alamadım ne yalan söyleyeyim, içimde bir şeyler
kıpırdadı sanki, aşk düştü aklıma birden.
Oysa yıllardır hayatıma hiç kimseyi sokmamıştım ve bu konuda
kesin kararlıydım: aşk bana göre değil!
Kırk beş elli yaşlarında, uzun boylu, atletik yapılı bir
adamdı. Kot pantolonunun üzerine beyaz bir gömlek giymiş, omuzlarına da
lacivert bir hırka atmıştı. Kumral saçlarının bir kısmı gümüş rengindeydi,
üstlerinin hafiften dökülmeye başladığını yere eğildiğinde fark etmiştim.
Teni ve dişleri bembeyazdı. Sinekkaydı tıraşını yeni olmuş
damat gibi yüzü parlıyor ve insanın içini gıcıklatan parfüm kokusu direncimi
zayıflatıyordu.
Kartı alırken göz göze geldik; ‘’Tanrım ne güzel gözler
bunlar!’’ diye geçirdim içimden. Koyu mavi, içinde sinsi ve çapkın bir
gülümseyiş vardı sanki.
Kasadaki çocuğun bıyık altından gülerek bizi izlediğini fark
edince, yüzüm kızardı.
Aceleyle siparişleri aldım, hesabı öderken göz ucuyla bir
kez daha baktım. Adam gözlerini dikmiş hala bana bakıyordu, başımı utangaç bir
tavırla öne eğdim.
Kasiyere teşekkür ettikten sonra ona döndüm, medeni bir
insan edasıyla vedamı gerçekleştirdim.
-Tekrar teşekkürler, hoşça kalın efendim.
-Sağ olun, hayırlı yolculuklar.
Kan- ter içinde kalmıştım. Koşar adımlarla arabaya yöneldim, kapıyı
açtım, elimdeki poşeti arka koltuğa atıp, iki elimle direksiyona tutup derin
bir nefes aldım.
-Oh beee…
Annem şaşkınlıkla beni izliyordu.
-Ne oldu kızım?
-Sorma anne yaa; analar neler doğurmuş.
Ben bunları söylerken, o adam yanımdan, yine gülümseyen yüz
ifadesiyle bize bakarak geçti ve önümüzdeki beyaz arabaya bindi. ‘’Acaba
söylediklerimi duymuş mudur?’’ diye geçirdim içimden.
Annem bir kez daha sorusunu tekrarladı
-Ne oldu kızım, anlatsana, ne bu halin?
-boş ver tontişim ya, boş ver. Geçti gitti.
Önümdeki araç ağır ağır uzaklaşırken, anneme döndüm.
-Otobandan mı gidelim, eski yoldan mı?