Hayalen Peygamberimin abdest suyunu döküyorum, mübareğin dilinde dualar! Su, Hacerin ayağını yıkayan zemzem gibi, kokusunda güzellik, akar, akar! Döküldükçe zikir, nisan yağmurunu andırır! Islandıkça ıslanası gelir ya şahit olanın… Yayılır ya toprağa şehitten akan kan… Öylesine duru, seherde doğan güneşin ilk ışıkları gibi…Eğer garanti varsa, ileriyi gören ayaklardaki dokunuş toprağa basmaya devam ediyorsa, her saniye aşk, her saniye su gibi akmak, her saniye bitmeyen umutla doluysa… Her saniye Allah’ın huzurunda ten, rüku ve secdeye varıyorsa, dilden kalbe uzanan yol Fırat gibi akıyorsa, her daim duru, sonsuza kadar bitmeyecek kadar dinç içerken yaşamın durusunu, seyrediyorsa Burağının üstünden miracının ufkunu… Peygamberin sesini dinler gibiyim kulaklarımda, annemden anı kalan ninni seslerinden daha yumuşak, başım döndükçe dönüyor, mübarek dinliyor, seyrediyorsa… Peygamberden yansıyan aşk kıvılcımları, Medine’den Anadoluya köprü oluyorsa! Dönerim güneşim der halkaya vardığımda, olgun meyve olmuş, ererim ilahi bakışında, yansırken Allah’ım ruhuma, Senin furkanınla ya Muhammed Mustafa!

Çeşmelerden gür gür akan su kurumuşken, testiler kırılırken, tandırlar yanmazken, yirmi birinci asırda hangi hayal, hangi mahal bizi bağlar bu zincire! Göz kapansa yine günah, ne kadar ibadet etsek bize ulaşmıyorken felah… Elimizde dünya varken, dünya hayalleri çevremizde dans ederken, gir yerin dibine orada yaşa demek, vazgeç şu dünyadan demek, Anla Hoca Ahmet Yesevi’yi demek, yüzüme bakar herhalde dinleyenler hep bir ağızdan, “Deli mi  bu, ne!” der gibi… Oysa o, utanmıştı, hayalinde yaşattığı peygamberinden, “Ben nasıl yaşarım dünyada, peygamber altmış üç yaşında bu dünyadan göçmüşken!” 

Hemen tartışmaya başlarlar… Sen ruhbanmısın diye! Hoca Ahmet Yesevi, altmış üç yaşına kadar doksan dokuz bin öğrenci yetiştirdi. İslam yolunda çalıştı, asla ruhban olmadı! Anadoluya aktı Türkler, onun öğretileriyle… Kardeş oldular, bir oldular, diri oldular… Onun peygamberden aldığı öğretileri yaşatıldıkça medeniyet yüceldi, ilim yüceldi, ahlak yüceldi, Müslümanın önüne Allah’ın rahmeti gani gani serildi… O kendince emekli olmuştu, artık üçte birini ibadetle geçirdiği ömrünün tamamını ibadete çevirmiş, ölmeden ölmüş, ölmeden öbür dünya provası yapmaktadır. Elbette, kimseye sen altmış üç yaşına gelirsen Hoca Ahmet Yesevi gibi yerin altında bir ev inşa et, artık ömrünü ibadetle geçir demek istemiyorum. Her canın olgunlaştığı mekanı, emekli olup dinlediği ezanı, fıtratına göre değişir. Ancak, eğer biz ölmeden önce cennet ehli gibi yaşamazsak, onu kabul eden bir ruhu hissedemezsek, Allah’a sonsuz kere kavuşmuş aşkın olduğu cenneti nasıl bulacağız ki… Eğer hayalen bile olsa, peygamberi hissetmezsek, onu yaşatmak için onu yaşamımıza örnek almazsak… 

Hoca Ahmet Yesevi ve onun talebeleri hep Muhammed Mustafa’yı örnek aldılar! Bu güne kadar, Allah yoluna düşmüş, her tarikatın şeyhleri ve ondan ilim alanları da…

Kimi sevmişsen, kimi dost kabul etmişsen, kimin peşinden gitmişsen, kimi örnek almışsan, öldükten sonra da onunla haşr oluncaksın der Hadis. Allah dostlarını bulmak lazım, onların yandığı gibi yanmak lazım… Yaşayan büyük evliyalar var, ruhları dolaşır aramızda… Eğer biz onun uğraştığı ve sunduğu ilahi yemeği yemeye devam ediyorsak, o da yaşıyordur demektir bizimle. Peygamberimiz başta olmak üzere, Hoca Ahmet Yesevi, İmam Rabbani, Abdulkadir Geylani, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş’ı Veli…  Anmak gibi, onun yazdıklarını okumak, bir şarkıda besteleyip dinlemek gibi… Kur’an ancak bir alimin yorumuyla, doğru anlaşılır! Peygamberin hangi hadisi sahih hangisi değil tartışmasının devam ettiği ve onların bilinmediği bir dünyada yaşarken, onu anlayan ve onun yaşadıklarını yaşamaya çalışan Peygamberin ahlakı ile ahlaklanmış, Allah dostu bir alimi anlamak, kurtuluşun bir yolu olmazmı? Elbette en güzeli, bizim alim seviyesine gelip, Kur’anı okuyup yorumlamak zorunluluğumuz var… Ancak kaç kişi kitap okuyor, kaç kişi Kur’anı anlama derdinde ki… Biz gerçek Allah dostlarını bilmek ve onların öğretilerinde yaşayıp sunduğu “Yüce Allah'ın yaşa!” dediği dosdoğru yolu yeniden aydınlatmamız gerekiyor. Okumasak bile, onun tecrübelerinin anlatıldığı sohbetine katılmak ve Allah’tan yalnızca onun ilmini öğrenmeyi dileyerek şu duayı söylemek gerekiyor:

Rabbim senin ilmini ve dosdoğru yolunu istiyorum, sana varan yolu zorlaştırma, kolaylaştır. Hangi sevdiğin ve razı olduğun kulunu dost kabul edersem sana tertemiz bir aşkla geleyim. O dostum dediklerinin meclisinde bulunayım… Dostum dediğin, Peygamberi ve onun izinden giden samimi neferlerini tanıyıp, anlayayım. Senin ilmini öğreneyim. Tek muradım, aşkına layık olmak… İstediğin gibi yaşamak ve yalnızca sana kul olmak… Hoca Ahmet Yesevi bir Türktü, benim yaşadığım coğrafyanın bir ürünü medeniyeti yaşadı, benim anlayabileceğim Türkçe dilini kullandı… Bu yüzden İslamı en kolay öğrenme ve tecrübe etme yolunu onunla bize gösterdin bana göre… Bu güne kadar, gözlerimle, hislerimle, ilhamımla bulamadığım o manevi dünyanı bana yaşat! Vesile olsun peygamberimizin mirasçısı, sana varan safi aşkına, Amin!    

Alimler yalnızca öğretirler, Allah’a ulaşmada rehberdirler! Derdim öbür dünyada beni kurtaracak şefaatçi aramak değildir, derdim Allah’ı, aşkı bulmaktır Rabbime… Allah’a kavuşmaktır! Bu yolda kim vesile olursa, Allah ondan razı olsun. Amin!

Saffet Kuramaz

( Maksat İlahi Aşka Kavuşmaksa başlıklı yazı safdeha tarafından 24.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.