YAŞANMAYAN HAYATLAR

 

         Emre sabahleyin gerinerek uyandı. “Bugün ne yapacağım?” diye fısıldadı. Hava fena değil hani… Biraz gezsem Kızılay’da biraz oyalansam, Güven Parkta kuşlara simit atsam… Yalnız başına tadı çıkmaz ki pazarın… Aylin’i arasam beraber vakit geçirsek Yüksel Caddesindeki kahvehanede tavla oynasak mesela… 

         Aylin’i aradı:

 

-Aşkım, bana kahvaltıya gelir misin? Sonra Kızılay’a ineriz. Hava güzel… Bence bu havanın tadını çıkaralım.” dedi.

Aylin de sevinçle cevapladı:

 

-Olur, aşkım, yeni kalktım henüz… Malum bugün tatil… Uykuya biraz doymak istiyorum. Yoksa bu saatte çoktan uyanıp işe gitmiş olurdum. Bir duş alıp kendime geleyim. Hemen hazırlanıp geliyorum bir tanem!”

 

         Emre, önce çayı demledi. Demli çayın kokusu da başkaydı hani… “Mis gibi kokuyor. Ellerime sağlık!” diye mırıldandı. Yumurtaları haşladı. Annesinin Hatay’dan yolladığı yeşil zeytini de unutmadı. Aylin, yeşil zeytin salatasına bayılırdı. Islık çalarak neşe içinde mükellef bir kahvaltı sofrası hazırladı.

 

        O sırada Aylin de sımsıcak yatağından zorla ayrılmıştı. İlk iş olarak her sabah yaptığı gibi banyoya girdi. Aylin banyo sonrası kendini çok rahatlamış hissetti. Aynaya bakarken “Biraz kilo mu almışım ne? Alnımda da bir sivilce çıkmış. Hep çikolata sevdam yüzünden… Bir daha çikolata yersem iki olsun. Aman ya!“ diye söylendi. Biliyordu ki her şeye rağmen çikolatadan vazgeçmeyecekti. Sarı, uzun ve gür saçlarını itina ile taradı, fönledi.  Göz makyajını dikkatle yaptı. Yeşil far ile koyu yeşil gözlerini daha belirgin hale getirdi. Çıkık elmacık kemiklerine şeftali rengi allık sürdü. Bugün çok güzel ve çok şık olmak istiyordu. Gardıropta ne varsa yatağın üstüne yığdı. Birkaçını giyip çıkardı. En sonunda oldukça şık pembe bir bluz ve siyah bir etek seçti. Beyaz tenine pembe çok yakışacaktı. Bir ay önce sevgililer gününde Emre’nin aldığı zarif altın küpelerle minik kalpli altın kolyeyi taktı. İşyerinde altın takı takmıyordu ama sevgilisiyle buluşacağı bu güzel hafta sonunda takmak hoş olacaktı. Makyajını tamamladı. Alnındaki sivilceyi de fondötenle kapatabildi. Pudra rengi ayakkabısını giydi, çantasını omzuna attı. Boy aynasında kendini seyretti. Sonuç harikaydı.

 

      Emre, Maltepe’de Aylin ise Emek’te oturuyordu.  Aylin, arabasına atladı ve Emre’nin evine doğru yola çıktı. Emre’yi çok seviyordu. Yaza doğru ailelerini tanıştıracaklardı. Zaten ailelerinin bu beraberlikten haberleri vardı. Ailelerine karşı saygısızlık olmasın diye yüzüklerini beğenip aldıkları halde henüz takmamışlardı. Emre’nin doğum gününde yani 4 Haziran’da nişanlanmayı düşünüyorlardı. Arkadan da Eylülde evlenmek, sonbahar gelini olmak istiyordu Aylin. Fonda “Eylülde gel” şarkısıyla kendini Emre’nin güçlü kollarında dans ederken hayal ettikçe tatlı bir ürperti sarıyordu zarif bedenini… Aylin yol boyu nişan ve düğün hayalleri kurmuştu. Maltepe’deki meşhur Reyhan Pastanesi’nden su böreği ve acıbadem kurabiyesi aldı.

 

          Emre’nin evine yaklaştığında saate baktı neredeyse öğlen olmuştu. Aylin kapıdan adımını attığı anda mis gibi kızarmış ekmek kokusu onu karşıladı. Demli çay ise “Gel beni iç!” der gibiydi. Kucaklaştılar. Emre, Aylin’in beline doladı kollarını…

 

-Aşkım bak neler hazırladım sana!

 

-Muhteşem bir sofra… Zeytin salatası da yapmışsın. Ellerine sağlık sevgilim!

 

-Neden zahmet ettin Aylin aşk olsun sana yani!

 

-Gün uzun, acıktıkça atıştırırız.

 

         Aylin, “Alacakaranlık Kuşağı”na bayılıyordu.  Oradaki büyük aşk onu çok etkiliyordu.          Kahvaltı sonrası salondaki kanepede sarmaş dolaş film izlediler. Aylin naneli limonata hazırladı. Yanında da acıbadem kurabiyelerinden birer tabak servis etti. Emre, kuyumcudan yüzükleri aldıklarında verilen kırmızı kadife kutuyu açtı. İçinden ışıl ışıl parıldayan iki yüzük çıkardı.


-Aylin bak, bunları parmaklarımızda hayal et.


-Senden çok ben istiyorum bu yüzüğü parmağımda görmeyi ama şimdi takarsak ailelerimizi hiçe saymış olmaz mıyız? Bir aile büyüğümüz taksın istiyorum.


-Yine taksınlar ama ben bu yüzükleri parmağımızda görmek istiyorum. Artık sabrım kalmadı. Onların yanında takmayız, şimdi takalım lütfen…


-Peki Emre…  Seni mi kıracağım. Senden bir ricam olacak. İlk karşılaştığımız yerde takalım yüzüklerimizi… Bu an daha anlamlı olsun istiyorum. Sen ne düşünürsün bilemiyorum ama…


-Otobüs durağında mı? Olur. Hava çok güzel… Kızılay’a inelim. Biraz gezeriz. Sonra da tam tanıştığımız yerde ve aynı saatte yüzüklerimizi takarız.

 

-Aceleye etmeyelim tatlım. Önce makyajımı tazeleyeyim.

 

-Gerek yok ki! Sen her halinle çok güzelsin prensesim...

 

-Sen de çok yakışıklısın prensim benim…

 

         Gerçekten Emre çok yakışıklıydı. Uzun boylu, geniş omuzlu, buğday benizli, kara gözlü, koyu kestane renkli gür ve kıvırcık saçları olan bir delikanlıydı.  Sevgilisiyle gurur duyuyordu.  Damatlık kıyafetler içinde düşündü Emre’yi…  “Ah o gün bir gelse!” diye iç geçirdi. O sırada Aylin’in gözü duvardaki günlük takvime takıldı. Takvim 14 Şubat 2016’yı gösteriyordu. Şaşırdı.

 

-Emre, canım benim, 14 Şubattan beri takvim yapraklarını koparmamışsın.

 

-Sevgililer gününde dondurdum zamanı aşkım…

 

      Aylin gülerek takvim yapraklarını kopardı.

 

-Bugün 13 Mart 2016 ve günlerden pazar… Üç ay bile kalmadı nişanımıza… Öyle mutluyum ki! 4 Hazirana kadar olan bütün yaprakları koparmak geliyor içimden…

 

-Ben de aşkım, ben de çok mutluyum. Otobüsle gidelim. Hadi Kızılay yolcusu kalmasın. Park yeri sorunumuz olmasın.

 

-Şair gibisin Emre. Kafiyeye bak. “Kızılay yolcusu kalmasın./ Park yeri sorunumuz olmasın.”

 

        Aylin ve Emre neşe içinde evden çıktılar. Aslında hava çok güzeldi. Yürüseler bile olurdu ama otobüse bindiler. Kızılay’da indiler. Emre iki simit aldı.  Güven Parkta kuşlara simit attılar. Yüksel Caddesinde gezindiler. Banklardaki heykellerin yanlarına oturarak birbirlerine şirinlikler yaptılar. Dedikodu yapan teyzelerin heykeliyle şakalaştılar.  Emre dedikoducu teyze heykeliyle konuşmaya başladı:

-Biliyor musunuz ben bu kıza delicesine âşığım. Laf aramızda kalsın aman ha kimseye söylemeyin. Bu kız da bana âşık…  Az sonra nişanlanacağız. Tanıştığımız yerde üstelik… Otobüs durağında…

 

       Dedikoducu teyze heykellerinin yanaklarından şakacıktan birer makas aldı. Aylin ile el ele tutuşarak otobüs durağına doğru ilerlediler. Emre yüzükleri kutudan çıkardı. Saat 18.00’de tanıştıkları saatte ve tanıştıkları yerde yüzüklerini taktılar.


-Ebediyen seninim Aylin…

-Ebediyen seninim Emre…

 

       Aylin, parmağındaki yüzüğe hayranlıkla baktı. Öyle güzel bir andı ki “Bu an donsa, hiç bitmese… “ diye geçirdi içinden… Bembeyaz gelinlik içinde hayal etti kendini… Straples, belden kesik, kabarık… Külkedisi’nin balo tuvaleti gibi… Dantel ve kısa bir duvak… Elinde beyaz mine çiçekleri ve gardenyalardan oluşan zarif bir buket… Emre’nin kollarında dans ederken…

 

      Emre’nin sesiyle silkindi dalgınlığından…

 

-Bu ne güzel bir an Aylin. Hiç bitmese…

 

-Biliyor musun Emre, az önce ben de bunu düşünüyordum.

 

-Aşkım, ailelerimizi arayıp söylesek mi? İçime sinmiyor sanki böyle…

 

-Ararız, istersen el ele tutuşup bir fotoğraf çektirelim. Bir de yüzük takılı ellerimizi belgeleyen bir fotoğraf…  Senin cep telefonun benimkinden daha net çekiyor Emre…

 

-Tamam Aylin. Birkaç poz daha çekelim. En güzellerini seçeriz birazdan…

 

-Olur canım.

   

      Fotoğrafları çektirip en güzellerini seçerek whats uptan ailelerine yolladılar. El ele tutuştular yeniden. Mutluluktan uçuyorlardı. Gözleri hep parmaklarındaydı. Emre, Aylin’in elini öptü.

 

-Bu el benim için artık daha da kutsal, daha da anlamlı…

 

-Çok teşekkür ederim canım…

 

-Saat kaç aşkım?

 

-18.45 Aylin…

 

        Evet, tarih 13 Mart 2016, saat ise 18.45 idi. Aynı anda büyük bir patlama duyuldu.  Yaşanmamış pek çok hayat gibi pırıl pırıl bu iki gencin de hayatı bir anda, üstelik en mutlu oldukları anda söndü. Akşam ajanslar şu haberi veriyorlardı:

        “Başkentte Başbakanlık merkez bina, Milli Eğitim ve Adalet bakanlıklarına yaklaşık 100 metre mesafede, Atatürk Bulvarı üzerinde otobüs durakları ve metro çıkışının olduğu bölgede saat 18.43'te büyük bir patlama meydana geldi. En az 34 kişi hayatını kaybetti, 71 kişi yaralandı. 

 

        Yetkililerin ifadesiyle ‘en az bir, muhtemelen iki’ teröristin içinde bulunduğu beyaz renkli, çalıntı olduğu bildirilen BMW marka otomobil, Güvenpark'taki çevik kuvvet polisinin bulunduğu noktaya yöneldi. Bariyer nedeniyle polis noktasına ulaşamayınca belediye otobüsleri ve duraklarının bulunduğu noktada bir belediye otobüsüne çarptı. Otobüsün yanı sıra beş otomobil tamamen yandı, Yirmiye yakın araçta hasar oluştu.”

       Ülkeyi yasa boğan akşam haberlerinde onların da adları ölenler arasında okundu. Vicdansız vatan hainlerinin, teröristlerin söndürdükleri ocaklara yenileri eklendi. Masum insanlara yöneltilen kim bilir kaçıncı sinsi tuzak, hain saldırıydı bu! Teröre lanet olsun.

 

HARİKA UFUK
ADANA
15 MART 2016

( Yaşanmayan Hayatlar başlıklı yazı harikaufuk tarafından 29.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.