İnce uçlu bir düş olabilmek… olası
kaydına aktardığım geniş ölçekli mevsimlerim. Satıra düşen bir kelimeyi
bacaklarından asmak yine içimin darağacına, sonra da ölümünü seyretmek.
Ertelediklerimi bile erteliyorsam
vardır bir sebebi… diyebilmekten çok öte yaşama sanatı sonra da aşamadıklarımı
yaşamak adına aştıklarımla avunmak.
Kuyruğunu kıstırmış bir kediden bile
kaçıyorsa insan belki de yorgunluğunun demini alıyordur her kaçış ve açılarla
ölçüyorsa hayatı…
İşte dar açılı bir acı, biraz daha
genişini de verebilirim’in tesellisi belki de tecelli edenle yetinip yarını
şimdiden tehir etmek.
Olmadı mı olmuyor gibisinden kırık
bir cümleyi de mimlemişken ya da birileri sizi mimlemişse olmadı mil çektiğiniz
gözleri kaderle kederin iş birlikteliği. Avam bir gülüş de kondurabilirsiniz
bir bardak hüznü içip alay konusu oluyorsa yürekteki istifli sağanak ve her
nasılsa yağmayan bir yağmur bu: tıpkı İstanbul’un Ocağında bir parkta ince bir
kazakla oturup şaşkın Ocak güneşine bakıp dalga geçmek gökyüzüyle:
‘’Hey, gidi hey, dünya seni. Sen bile
şaşırmışsan mevsimleri ben nasıl şaşmam içimin yağmayan sağanağında boğulmayı
bile beceremezken…’’
Ölüme çelme atan naralar kimi
kıyılardan atılan can simidine tutunup sonra da ölümüne bir atlayış yapan
intihar bekçileri.
Sahi, insan ölmeyi bile beceremezken
ya da kendinize verdiğiniz direktif ile mutlu olmayı bile erteliyorsanız…
Karadan beyaza dönüşen bir gökyüzü
hele ki içinizin beyazlığı bayat bir ekmek kadar da kutsala binerken.
Aşkı nedamet; sevgisi asalet; yüreği
de kuluçkaya yatan bir fani mi yoksa gecenin sönmeyen ferinde yandan çarklı bir
vazgeçişle aşkı dilinize pelesenk edip aşksız geçen ömürlere hicapla bakıp da
bu da yetmezmiş gibi aşkı şehvet ya da bağımlılık ya da aşırı duygularla ve
bedensel arzularla kirletenlere rast geldikçe…
Farklılığın farkına varan bir insanı
ele alın ya da değişim özürlü bir sarkacı haybeden kurup hep yanlış bir
aktarımla hayatı yanlış sunan bir beyanatı ya da… beyan edilesi gerçekleri bile
kurgulayan bir ilahsa yakınlarınızdakiler sonra da kurmaca aşkları ve mutluluğu
lav eden bir zihniyetse sizden köşe bucak saklananlar…
Göz var nizam var… varlık da yokluk
da bizler için ve sayısız beylik söylem ve de alıntı mahiyetinde yansımalar
yine gönül gözünden serpinti misali yağan umudu ve sevgiyi tam manasıyla yok
sayıp eksiklerinizi gözünüze gözünüze sokanlar. İyi de; siz zaten
bilincindesiniz, nedir eksiğiniz nedir fazlanız belki de fazlalık olarak
görülen varlığınızdır uyuşuk bir ağrı ile ayaklarınıza dolanan kaderiniz sonra
da esefle kınandığınız ve an gelip sizin sizle olan savaşınızda asla
bağdaştırıcı ya da barışçıl bir sunum olmadan, sahip olduklarınızı ve çabanızı
yok sayanlar. Her anlamda yoksunluk sanırım: bu da hicvi evrenin ve Tanrı’nın
ve geniş ölçekli bir haritada yüreğiniz bir soykırıma uğrarken beyhude bir
çabayla eksilerini artı yapmak adına.
Diri bir güne uyanmaktansa insanın
umudu ve illa ki gömülecekse bu umut ve peşi sıra hayal kırıklığı hele ki toz
konduramadıklarınızla terbiye ediliyorsanız yine beşeri zafiyetlerin ayyuka çıktığı
ki evrenin zaferinde de sonlanmayan bir nida adeta, satırların rehavetine
kapılıp bir an evvel darağacına asmakla tehdit ettiğiniz iç sesiniz.
Kayıplarda mıdır İlahi Adalet, deme
hakkınız elbette yok ne de olsa aklımızın ermediği bir denklik mevzu bahis hele
ki söz konusu kaderin zamana dokusundaki o tahayyül ile bir yandan da
ıslatıyorsanız önünüzdeki boşluğu: kâh mendil kâh boş bir sayfa yine yaşların
akla buluştuğu ve hüznün siyaha boyandığı yoksa siyah mıdır hüzne bulaştığı
kendinden utanan laneti adaletsiz dünyanın?
Zaman da yargıcı hani kader hikâyesi
ile dolduruşa getirirken belki de en acımasız yargıç yine evreni ve insanı,
kalemi kırmakla tehdit eden ya tehir edilen?
Kınında saklı ise azıcık da olsa umut
ve benzeri bir kabulle önünüze bakıp gittiğinizi de yok saymazsak yine de yok
sayılmak kadar korkunç bir tahakküme saplanmış olma ihtimali elbette en
görgüsüz ve şımarık hüküm siz bir adım sonranızı bile hesaplasanız da iki adım
sonrası çökeceğinizin garantisini vermişken evren.
Bir kaydı kuytu olmayan bilinmezlikle
asla yarışamazsınız ve siz ne kadar doğruyu ve güzeli savunup beyan etseniz de
içinizin sancağında kanayan bir yüreğe bağdaş kurup beklerken mutlu sonu ya da
sondan bir evvel mutlak hüzünleri bir parantez açıp tırnak içine alacağınızı
vurgulasanız da ne de olsa kaygı ve korku gibi muhalif duygular yine sizi
rotanızı korumaktan alıkoyan.
Dinginlikten kasıt elbette huzurun ve
mutluluğun izdüşümü gerçi zor bir tahayyül günümüzde hele ki manevi değerler bu
denli kayıptayken gelin görün ki maddiyat ve benzeri menşeli olgular hep yerini
korumakta ve günbegün tepeye yerleşip duyguları yok saymakla tehdit ederken.
Kıran kırana olmasa keşke, demekle
belli ki muhalifsiniz düzene oysaki en barışçıl özlem ve insan sevgisi yine
içinizin ırmaklarında şelaleye dönüşme sinyali veren o coşku hatta ve hatta
coşkunun ta kendisi ne de olsa kundaklanan hayatınızda hep bir çıkış noktası
buldunuz ve inanıyorsunuz da rahmetine hüznün bu yüzden devingen zihniyetlerden
arda kalan dingin bir sahile yanaşın ve sadece dileyin ve dillendirin de
elbette bir duyan olacaktır her ne kadar görünmez kıldığınız varlığınızla siz
içinizin sükûtuna ve enginliğine bir rahle vazifesi yaparken elbette dikili
sancağınız bir şekilde payidar kılınacaktır her ne kadar duru kimliğiniz ve
saflığınız gölgelense de üstelik saf tuttuğunuz kadar da afiyette olduğunuzun
bildirgesi yine her kelimeyi darağacına asma isteminiz: belki bir güdü belki
bir el alışkanlığı belki de bir zafiyet kiminin gözünde ama hâkim olan o gözü
de unutmadan herkes…