Uzun vadeli bir çöküşün mimarıyım…
Rant hesabı yapan bir yabancı,
İşinin de ehli aşka tek kurşun sıkan
Dönük sırtında
Afakanlar basan hazan misali
Yeknesak varlığın tuş olduğu
Belli belirsiz bir sancı.
Ölü imgeleri bağnaz bir tekerleme
bildim bileli, gök kubbeye çıkma telaşındayım.
Pervazında yorgunluğun kaynakçam da
hüzün, dercesine, serildiğim gönül tarhında bir tomurcuğa gönül verdim.
Demlendikçe dertlendiğim de aşikâr
aslında âşık olduğum tümce özürlü hayatın şevkime kırmasına nasıl izin
veriyorsam, demenin de gazabı andan kopuk, dünden yana dertli, yarına geçit
vermeyen mevsimsiz kıblemde börtü böcek kemirirken iç sesimi.
Muhalif gölgeler oynaşırken, akılsız
kelamlar sömürürken yansızlığımı, bayat hatıralarımı yemekten gına gelmişken…
Azabın dolumunda taşan bir havuzum aslında
halka açık isyanların teminatıyım yine boyumu aşan sevdalarda nöbete durduğum,
kayıp kıtalarda izini sürdüğüm insanlığın bu da yetmezmiş gibi katıksız suskun
yüreklerin de tefekküre durduğuna dair inancım.
Benden uzak bir yara olsan keşke ya
da bana yakın bir ölüm belki de ölümüne nakşeden o çizgilerde ben hala bir
nokta tadında bazense ünlem özrümle çatık kaşlarımı sunarken evrene yine soru
işaretlerine tabi tutulduğum kadarım.
Aldığımdan çok verdiğimi bilmezler.
Sevdiğimden çok da nefret edildiğimi
bilmez kimseler.
Ayyuka çıkan kaygılarımla içli
dışlıyım epeydir, yüz göz olduğum duygulardan düşünceler arakladığım da aşikâr
belki de manidar deyişlerde soytarı gülüşler istifli, demekten de öte evrenin
çekememezliği ki hoyrat bir güfteye denk düşüp bonkör bir sevdayı ıskalayıp,
ritmini kaybettiğim ömrün de hangi aralığına denk düştüysem.
Yorgun ve belalı iç yangınları sonra
da yangından ilk kurtardığım hem de heybetli iç çekişlerime çanak tuttuğumu
gizleyemezken hem de uzun boylu naraların, alçak ökçeli yalanların, kayıp
mısraların da sunturlu imgelerinde şakıyan bir bülbüle sunduğum gül bahçem.
Kefilim bahara, tepkiliyim hazana zaten kış bile kış olmaktan çıkmış tıpkı
insanların zafiyetine yenik düşen masumiyet ve sevgiden yana özürlü dünyaların
hak malikleri biz aklı evvel faniler.
Aşkı şiar bildiğimiz evrenin
yolcularından kalmasın inmeyen, demenin cürümü mü yoksa yorgunluğun teneffüsü
mü ki kibirli bir şarkıyı sırtlanıp, yalan sevgi nidalarını gerçek sanıp sonra
da ötelenmiş varlıkların yukarıya savurduğu o tok sesi yine muhalif bir düşten
düşüp de gerçeklere haiz olamamanın verdiği hüzün.
Tekerinde bir hikâyenin belki de
nifak sokulası bir coşku sonra da rahmetini esirgerken tabiat ana.
Mağdur imgelerin cılkı çıkmış
hüsranında, bata çıka yürüyen bir şiirden de dertli ne olabilir ki, demenin
ayrıcalığı belki de hüznü sırdaş bir dost bildiğim ne de olsa ön cephesinde hep
umut saklı sonra da dertlendiğim kadar derlediğim masallarla avuturum içimdeki
mızmız çocuğu üstelik kayıtlı kayıtsız aşklara gönderme yaparken bazı bazı
sanırım sevgiyi özel kılan da tam olarak bu.
Kökeni mutlak bir yenilgi olsa da
hayatın ve çark etmiş duyguları hizaya sokmak adına haddini aşan Tanrı babında
insan iskeleti ve eğreti bir gülümseme nasıl da sırıtır masumiyetten bihaber bir
siluette ve güzelin zarafetidir her gözyaşı ve acı belki de gök kuşağını
beklemeye almış bir insan cehaleti yine gök yürekli büyük sevdaların uzamında
bir şiir kadar yalnız ve özgürsek.
Muaf tutulduğumuz o müebbet mi iksiri
aşkın sandıkça sarıldığımız; sarıldıkça ayrıştığımız ve rütbesi aşkın olsa da efkâr
hangi minvaldir bizi güzelden ve asaletten ayrı tutan yine demli isyanlarda bir
tövbe borcumuz var iken evrene…