Bir hicap, bir yanılsama, bir sitayiş…
demlediğin kadarsın işte belki’lerin kayıtsızlığında, mücbir sebeplerin de
ilahısın şiir dilinde.
Serkeş Tanrı’ların cirit attığı
cehennem bozması sefaletin yansımasısın hele ki zikreden yeşilinde gözlerinin,
ela kayıtlı bir nazarsın yine deşifre ettiğin engebelerde, sırt üstü yatan
imgelerden de alacaklı.
Bir delip geçen bir de hedefini
şaşırmış bir cümle kadarsın hele ki kayıtsızlığın şerh düştüğü iklimsiz
yüreklerde, esen batıl rüzgârsın yine karınca kararınca yüklendiğini azık
bellediğin aslında çoğunun azımsadığı bir deli fıtratsın, seviyesi olmayan bir
sevdada, serili yüreğin sevecen tınısında, ukala bir yörüngesin yine o ardıç
kuşlarından yansıyan meziyetsiz ve şaibeli çığlıkların öfkesine bir sitem
konduran gök kubbesin.
Serzenişin yükünde, aykırılığın
iminde, tehditvari söylemlerde noksan ve üç noktalı bir yalnızlıksın, kılı kırk
yaran destansı aşkın da tek muhatabı yine Yörüklerin sevdası bir ceylansın
nazarında doğanın ve süklüm püklüm söğütlerde ifşa ettiğin değil iddia
ettiğinin de kanıtıdır kanayan yaranda cüsseli bir acı, sevda dilinde namert
bir ses tonu.
Öyle ki; özet geçtiğin romandan
çaldığın kahramanların şah damarısın aslında Tanrı’sını inkâr eden münafıkların
bile gün gelip dizildiği sıra sıra, o cehennem kapısında aşkın ilahı beyitlerde
serildiğin gecenin de ecesisin sitemlerle kesişen yolda başını dik tuttuğun
kıblesin med-cezir etkisi yapan bir ilahiden esinlenen bir melodiyi baş tacı
yaptığın, bir köleyi efendi, bir yüreği de köz bellediğin. İndinde aşkın
debdebeli acılarla son kozunu oynayan ölümün de ta kendisisin bir göl
durgunluğundaki hayatı çalkalayan fıtratsın gizemden yana, sevgiye binaen her
satır başında çalıntı bir harfsin öykündüğün dillerde bir nota; sevdiğin
seslerde bir rota ve kezzap döktüğün cehaletin ve iblisin de tek tanığı iken
gölgeler.
Sözcükler yarım ada, kaynakçasında
hep hazan yüklendiğin mevsimsiz aşklardan çaldığını albenili bir yürekte nadasa
bırakan şairin güncesindeki sırlar kadarsın, kadarım.
Nadasa almam gereken hangi duygu ise
sezinlediğimden bile çok öte aslında ikbali bildiğim güzelliklerin de bir ara
durağında, gönülsüz olmadığım kadar da gönlümde saklı tuttuğumu ifa ederken ve
metazori olan aşkların solduğu bir tarhta hangi eksene müdahil olduğumu
bilmemenin verdiği bir huzursuzluğu da göze aldım mı…
Demediğim kadar yüreksiz olsam keşke
ve dediklerime mil çekerken, tüm çekincelerimi de uyutsam gecenin koynunda
yüksündüğüm ışığı yok saydığım kadar da yok sayıldığım bilmem kaçıncı minval
yine yüreğin tozunu attığım kurmalı bir saat kadar dakik olamamamın verdiği o
tedirginlik.
Şimdilerin hulasa yangınlarında, dün
ökçeli hangi şiir ise şairinden ödünç almaya çekinip kendi şiirimi yazmaya aday
her beyaz sayfayı açan bir gonca kadar içime çekerken ve dokunmadan yaşamayı
kendime men etmişken…
Püsküllü coğrafyaların kanayan
yarasında, püsküren iç sesimin lavlarında ölü bebeklerimin de kanını içmekten
çekinmediğim. Yarı uykulu gözlerimde, feri sönen bir aşk mısın da aşksızlığın
içiminde ben tok sesini yüreğin saatlerce çaldığım o kapı zilinde bile
duyuyorum…
Hizaya geldiğim o hastane koğuşu ve
acilden ötesi morga giden koridor. Her gidip geldiğimde o kapıyı görmezden
gelsem de iç yakan çığlıklardan aldım nasibimi. Öykündüğüm sadece kendi
ölümümdü ne de olsa yüreğimin sahibi tek insanı teslim edemezdim o soğuk
odalara. Geçimsiz varlığımla, şaibeli satırların uzağında, acının noksan
olmadığı o bekleme odasında, doktorun hastam ile ilgili söyleyeceği her
cümlenin kaydını tutan alt bilincime öykünen bir hayalettim ve anlamadığımı
anlamışçasına kafa salladığım belli ki görünmezin gücü ile dualara sarıldığım
kadar yalan bir bedendim bir ruhtan öte canlı cenaze gibi ortalarda salınan…
Zaman tecelli ederken teselli
bulduğum –miş’li geçmiş zamanlardan çaldığım masal kahramanları fink atarken
görünmeyen koridorlarında bilmem kaçıncı doğum günümde, devrilen mumlardan bile
almışken nasibimi, kör cehalet dediğimi de unutmuştu Tanrı ne de olsa cahil
hükümlerin, sefil kinayelerin dibinde sararan bir yapraktan bile kaygılıydım.
Demem o ki; geçmişin fendi hep
geleceğin kaygılarını yenmeye adaydı lakin ne dünde kaldım ne de a’na dâhil
oldum zira cürüm bellediğim kadar belleğimi yitirdiğimdi her günün manifestosu.
Bir zamir peşindeyim epeydir, kendimi
mimlediğimin de resmigeçidini yapan şiir özürlü bir şair ertesi iddiamla nasıl
oluyor da şiir yüklendiğimi unutamıyorsam ve gölgemden sızan irin kadar yalan
dolu dünyanın en kahpe gölgesiyim de yine istifli acılarımı dünde terk
edememenin verdiği mağlubiyetle bir açılım daha kazanan kifayetsizliklerime
verip veriştirdiğim…
Mühürlenen kapının yanıdır ölümün
adresi ne de olsa acıların koğuşunda, unutulan çocuk ölülerinden başka en fazla
ıstırabı kim verebilir ki?
Bir tohum daha çatlarken ve insanlık
susmanın cüreti ile davetiye çıkarmışken zulme belki de yaşanan soykırım dâhil
azabın ve cehaletin de nüvesi yine genlerimizdeki o kaosun sebebiyetidir. Gönül
koyduğumuzun da resmi hangi mevsim ise Eyvallah.