HİKAYE
“İki torun sahibi ve 60
yaşına merdiven dayamış bir dede olmamdan dolayı, torunlarıma anlatabileceğim
bir hikayem olsun istedim”.
ÇOBAN SÜLEYMAN
Bir varmış bir yokmuş
1968 yıllarında Burdur ilimizin şirin mi şirin Bucak ilçesinin, kuzeyine
yerleşmiş dağlardaki çalılıklardan müteşekkil “Eşek alanı” diye tabir etilen
bir bölgede davarları güden bir Çoban Süleyman varmış. Oğlakları, anne
keçileri, tekeleri ve çebişlerinin yanı sıra, Cafer adında bir de çoban köpeği
varmış. Öyle sıradan bir çoban köpeği falan da değilmiş Cafer haaa, Çoban Süleyman üzerinde bindiğinde, onu bile
rahatça taşırmış.
Bir gün Çoban Süleyman abisi
İbrahim ile birlikte davarlarını alıp, Kurdun Önü diye adlandırılan yaylaya
davarlarını gütmeye gitmiş. Hayli uzak bir yayla olan Kurdun Önü, Çere
Sivrisinin eteklerine yayılmış ekin tarlalarından oluşuyormuş. Temmuz ayı gelip
ekinler orak ve elliklerle biçilip deste yapılmış, desteler yığın yapılmış,
yığınlar da kağnı ve at arabaları ile harmana taşınma işlemi bittiğinde,
tarlalarda kalan buğday başakları davarlar için süper kalite bir yaylım
malzemesi olurmuş.
Cafer de elbette her
gün sürünün en önünde, sanki davarlara yol gösterircesine gidermiş. O gün
davarlar öyle güzel yayılmışlar ki, Çoban Süleyman ve abisi Çoban İbrahim
akşamın olmasının hiç farkına bile varamamışlar. Gece karanlıkta 6 km. kadar
yolu, koca sürü ile birlikte gitme imkanları olmadığından, geceyi Kurdun Önünde
geçirmeye karar vermişler.
İki kardeş hava
kararana kadar davarlarını gütmüşler. Geceleyin uygun bir yere sürüyü
örümüşler. Akşama kadar yayılmaktan
yorgun düşen davarların karınları da çok doyduğu için, hemen yatarak
geviş getirmeye başlamışlar.
Bu esnada Cafer’e çok
önemli bir görev düşüyormuş. Zaman zaman çevreyi kolaçan edip sürüye bir
zararlının gelmesini önlemek. İki çoban kardeş ekin saplarından dandik bir
yatak yapmışlar ve üzerlerine yatmışlar. Çoban Süleyman bir de ne görsün:
Cafer, kutsal görevini yerine getirdikten sonra gelip, Çoban Süleyman’ın
başının altına girerek yatmış. Yani demek istemiş ki; “Başını taşa koyma kardeşim,
benim üzerime koy”. Çoban Süleyman Cafer’in
ne demek istediğini hemen anlamış ve başını Cafer’in yumşacık karnına koymuş.
Gece Çoban Süleyman
derin bir uykuda iken, Cafer hafifçe kıpırdayarak; “Çoban Süleyman izin verir misin,
ben bir çevreyi dolaşıp kolaçan edeyim de, davarlarımıza bir zararlı musallat
olmasın”. Çoban Süleyman, Cafer’in meramını anlamış ve “tabi ki koçum, haydi
bir dolaş gel” diyerek sırtını sıvazlamış.
Sabah olmadan şafak
sökümünde karnı acıkan davarlar, hep birden kıpraşmaya başlamışlar. Belli ki,
karınları acıkmış. Cafer de derhal çoban Süleyman’ı ve abisini uyandırıp,
derhal sürüyü gütme mesaisine başlamışlar.
Harman sahipleri
öküzlerle birlikte harmanın çevresini düven genişliğinde yayarak, düven sürmeye
başlamışlardı. Öğleye doğru harman sahibi amca, yığınları harmana getirmeye
gitmek istediği için, Çoban Süleyman’dan düvene binmesini rica etmişti.
Çoban Süleyman ne anlar
ki düven sürmekten. Ama ah o yardımcı olma kutsal duygusu var ya… Süleyman bu
teklifi geri çevirir mi hiç? Hemen atlamış düvenin üzerine. Atlar düveni hızla
sürmeye başlayınca, Süleyman’ı almış bir korku. Düşme tehlikesi var, atları
sevk ve idare etme zorluğu var, düvene takılıp davarları kaybetme korkusu var.
Bu süreçte Cafer’in ne şekil bir tavır alacağı durumu var. Var oğlu vaaaar.
Düveni süren atlar üç
dört tur attıktan sonra, başlar Çoban Süleyman’ın başı dönmeye. Atlara da komut
vermesini bilmez ki… Cafer de bu süreçte davarları bırakmış, Süleyman’ı
yakından takip etmektedir. Atlar da iyice hızlanmışlardır. Onlar sürekli
dönmeye alışmışlar ama, ya Süleyman???
Tahmin edin bakalım
Süleyman’ın başına ne gelmiş? Atlar iyice hızlanınca başı iyice dönmüş ve
hoooppp ekin destelerinin üzerine düşmüş. Başı o kadar çok dönmüş ki bir türlü
kalkamaz. Kalkmaya çalışır bir adım atar, ağır sarhoş misali iki seksen – bir doksan
uzanır. Bir daha da kalkamaz atlar harmanı dönüp gelince, sarhoş Süleyman’ı
ezecekler. Eyvaaahhh. Süleyman bunu bilir ama, ne kadar uğraşsa da ayağa
kalkamaz.
Son çare aklına Cafer
gelir ve can hıraş bağırır; Cafeeeeeerrr yetiş oğlum, kurtar beniiiii. Cafer bu
feryada kayıtsız kalır mı? Derhal bir ok gibi fırlayarak, harmanın kenarında
yatan Süleyman’ın esbabından etine zarar vermeyecek bir şekilde sıkıca tutar ve
hızla çeker ki, atların da gelmesine de ramak kalmıştır.
Ertesi gün, Çoban Süleyman
abisi İbrahim yaklaşınca ceplerinde beş altı tane yumru görür ve sorar: Abi
hayırdır o taşları cebine niye koydun? Der. Ne taşı oğlum bee onlar yumurta,
yarın çadırdan yağ ve tava getirip pişirip yiyeceğiz. “İyi de nerden buldun
onları” diye sorar Süleyman abisine. Abisi der ki; “çalılıkların arasında
buldum”. “İyi de onlar harmancı amcanın
tavuklarının yumurtası, hırsız olmaz mıyız”? Ne hırsızlığı oğlum, folluktan
almadım ki, çalılıkların arasından buldum. “İyi de bizim oğlan, o yumurtaların
harmancı amcanın tavuklarının olduğu gün gibi aşikar. Bir de hırsız olmayalım? “Valla
ben anlamam, onları ben buldum, çalıların arasından alıncaya kadar da her
yanların yırtıldı ve kanadı, bi emek sarf ettim yavv”.
Ertesi gün merhum
anneleri Ayşe Hanım kadın, Abinin elinde saklayarak götürmeye çalıştığı tavayı
ve küçük bir şişeye koyduğu çiçek yağını görünce; şaşkınlığını gizleyemez: “Lan
oluumm, nereye götürüyorsun evin tavasını ve yağını” diye can hıraş bağırır.
Çoban İbrahim anacığının feryatlarını duymazdan gelerek hızla Kurdun Önüne
doğru koşarak uzaklaşır.
Abi İbrahim inatçıdır,
kafaya koyduğunu yapar. Harmancının göremeyeceği bir kuytu yere ateş yakar. Yağı
kızdırır ve yumurtaları içine sıdırır. Kardeşi Çoban Süleyman ile birlikte
afiyetle yerler. Bilin bakalım yumurtalar helal miiiii? Yoksa haram mııııı???
Selam, sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
18 Ocak 2018 Saat:
20.30. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı