Çürümüşlüğü mumyalayabilir misin?
Ya da bir közü,
İşinin ehli bir katile devredip
Yeniden ilk günkü diriliğini
Men eden bir yalnızlığı
Sahiplenebilir misin?
Dengin denklemdeki uyumsuzluğu adeta…
öncesinde hecelerin yozlaştığı sonrasında kelimelerin şerrine lanet deyip
anlamın uzaklaştırıldığı.
Dökümlerinde kök hücrelerin, menfi
bir tutumdan çıkıp da yola müspet bir sonuca varmak kadar saçmalığın dik alası.
Gözden göze yayılan bir akım,
mutsuzluk ve badirelerin uzantısında, yoksun fıtratın da iki büklüm hüznü.
Kan donduran bir mevsimmişçesine ölüm
belki de aşk’ın beşinci mevsim olduğuna delalet bir sunum yine aklı evvel
faninin akla zarar seçimlerinde suç unsuru.
Öfkenin ilahı iken şiddet mahsulü
ölüm, yokluğun da hicvi iken bir kenarda unutulmuşluk.
Tanrısı kayıp şehirlerdeki o izdiham,
yansız seçimlerde veryansın eden hak mağduru gölgesi evrenin sonra da
zincirlere eklenen bir halka ve bir tane daha ve değiş tokuş yaptığımız yine
iblisin kehanetlerinde, meleklerin hüznünü pay ederken evren ve insanların da
görünmeyen yüzü, yine meleğine ihanet eden fani bir beden.
Uzun boylu ayrılıklar ve aykırılıklar
sonra da kısa mesafe koşucusuna rest çeken oto sansür belki de bir yetimin
ayaklarındaki boşluk ve soğuk işlerken içten içe derken derin bir iç çekiş,
öfkesini kusan lanetin de perde arkası yine dönen hesapların mağduru ve mazlumu
aynı sıraya denk düşmüşken.
Kara gökyüzü.
Kara kader.
Keder kefil oysa kaderle olan iş
birlikteliğinde, hasmı mutluluğun gözlerini oyarken, kumpasa kurban giden üç
beş düşünce silsilesi yine de ayyuka çıkmadan ihanet, can pazarının yaşandığı
bir töhmet kadar da fırsat düşkünü zalim ve müttefikleri.
Bireysel cehaletin son tanığı; toplumsal cinnetin sayısız kurbanı; öfkeli Tanrı ve hicap yüklü beşer; kara yazgı diye nitelendirilen alın yazısı… dinen mubah olmayan, fikren aykırı yine de törecinayetlerinden çıkıp da yola mega kentin merkezinde iki dirhem bir çekirdek tüm yobaz cehaletin ve aşk cinayetlerinin kurbanlarını bir bir ifşa ederken boyalı basın.
Aşk… görgüsüz bir tanık.
Âşık… maktul.
Kurban… tanımsız.
Çocuk… yeni üyesi çivisi çıkmış
güruhların ötelediği, örselediği.
Çocuk… sıfatsız ve yaşsız.
Kadın… adı olmadığını bilse de alt
yazıda kurban kategorisine giren.
Kaçkın… deli imgelerle süslenmiş bir
beyit kadar da tadı kaçık belki de köpüğü olmayan kahvenin telvesi.
Savsaklandığı kadar savurmak istiyor
insan… salgın mahiyetinde olsa da zaman zaman gözden ve yürekten düşen.
Kopya aşklardan nasiplenmek dert
olmasa gerek ya da ataerkil kayıtlarında toplumun, mağdur bir ön söz olmak
fazla da hayıflanası bir duygu değil.
Sözcükler birikintide çırpınan
küçücük dünyalar. Dünyalar karışırken birbirine, eksilen anlamlar belki de
doğurgan bir ölüm her ne kadar ölüm kaybolmakla eş değerse.
Dünden önce bir bebek armağan etti
Tanrı yine yüreğinin kuytularında evlat aşkı diye bilimden ve Yaratandan
dilediklerini sonunda konuk etmişlerken yuvalarına.
İsimsiz şarkılarla çırpınıyor iç
dünyalarımız aslında çalkantılı birer gemiyiz yine can pazarında bir can simidi
niyetine tutunurken bir dosta belki de dost niyetine bir yabancıya.
Öfkeli şarkılarla iblis tedarik
etmekte azalan gücünü ve buldukça yandaş, ölüm bile ırgalamıyor nefsini münafık
gölgelerin belki de baş tacı edilmiş soytarı varlıklar.
Bebeğin çığlıklarında saklı ölümle
restleşen bir canlı.
Ve bir ihtiyarın yalnızlık güftesi
ölüme yazdığı her şiir.
Şiirler bile kanarken, insanlar
yalanlara kanmayı meziyet bellemişken ve belleklerde kuru sıkı hücreler
bölünmek adına ve yok olmayı mezhep bilmiş.
Yokluğun ufkunda hicvi var evrenin ve
yüreğin detaylarında tevafuk var; tevekkül var ve teferruatlar yükleniyoruz
zaman zaman ve izahı olmayan kaderlerimiz var kederlerimizle tokuşturduğumuz;
devrik acılarımız var cümlelere sığmayan bir o kadar cümlelerimiz var cümleten
uğurladığımız belki de cünüp derecesinde yalanlarımız var yüreği de delen,
saadeti de örseleyen ve ihanetlerin bedeli var bir nokta atışı yapmanın
inancıyla savurduğumuz kadar savunduğumuz hatta sayıkladığımız uykudan yana
dertli olmayan münafıkların uyuttuğu ve uyutulmaya ramak kala değerlerin
unutulduğu.
Büyümeye endeksliyiz oysaki
küçülüyoruz ve daha da ve sonunda bir nokta olmaya doğru yokluğu tadıyoruz ve
biz bir kâhin edasıyla dünya ırkını yok sayıp metazori kabullenmişliklerle örtüşürken
hicvin bağlanmış basiretinde, yenildiğimizi kabul etmeden sehven şaşalı bir varlık
olmak adına yokluğu bile kıskanırken…
Kılıksız bir Azrail aslında ölüme
adına destur demektense hayata kocaman bir Eyvallah çektiğimiz.
Yaşlarımızı tedarik ediyoruz mütemadiyen.
Yaşlarımızı saklıyoruz her manada ve yaslarımızı da ve yasalarla korunsak da
korunamadıklarımız var: misal bir yangında ilk kurtarılacak… misal çeperinde
insanlığın bir hiciv kadar tanımsız olmak değil de sürati kati kişiliğe gelecek
tek bir menfi sözü bertaraf edememenin telaşı ile kendimizi unuttuğumuz.
Bebekler doğarken, insanlar yok
olurken aslında ruhların kaçamadığı kuytularda ne hayattan nasiplenip ne de
ölümü tadıp… diyememenin verdiği tedirginliği bertaraf edemeyip ve taraf
tutmayı dahi beceremezken arafta kalmanın hükmüne varmış iken kimi tanımsız ve
muğlak duygu.
Aslında ihanet etmemek adına ya da
yangına ateşle giden…
Çatık kaşın isyanında rol oynayan.
Haksızlığa dur diyememenin verdiği
acıyla ruhu can çekişen ama her nasılsa ölmeye bile cesareti yok iken insanın
belki de en deli şarkı canına son vermekle yaşamak arasında yaşadığı gel-git.
Bir günahı yok saymak adına.
Bir ömrü sıfırlamak mümkün değilken
mutluluğu çoktan sıfırlamış.
Bir aşka yelken açarken kavurucu
sıcağında münhal bir kış ayı olsa da şaşkın Şubat, ocağına incir ağacı diken
nice insanla yolumuz kesişmese de ya da kesişse bile dertlerini duymazdan
geldiğimiz ve dertlerimizi yok saydığımız belki de derlediğimiz bir hikâyede
dingin bir karakter olmaya yol aldığımız…