Damağımı kaldırıyorum usulca yoksa
korkuyla mı demeliydim?
Öfkemi öğüttüm tüm gün ve tütün kokan
adamlardan da uzak durdum ve gözleri kan çanağına dönmüş gölge benzeri
ithamlardan.
Yağmur yağıyor sanırım yoksa beyaz mı
havada dolanan zerreler ya ben neye benziyorum?
Şimdilerin dününü yaşıyorum. Dünün
yorgunluğundayım hala ve yarındansa yarım düşlerimi bile öldürüyorum.
Kaygılarımdan arındım artık.
Buz tutan saçaklarında duyguların,
sıtmaya tutulmuş iç sesimin titreyişinden nemalanıyorum.
Hangi aydayız ya da hangi mevsim?
Yağmur kesildi sanırım yoksa herkes
bir anda mı yokluğa kavuştu hani ben de kavuşacaktım hiçliğe sonra da annem
örtecekti üzerimi vs…
Devamı olmalıydı bu hikâyenin.
Bir de başı olmalıydı aslında. Başı
olmazsa sonu gelir mi, diyenlerin yalancısıyım. Aslında yalan bile değilim. Ne
olduğumdansa kim olduğumu sorgulayanlar vardı dün yanı başımda fısıldayan.
Sonra ne mi yaptım?
Tası tarağı topladım ve bastım
istifayı. Neymiş efendim?
Büyük oynamalıymışım.
Kim dedi ki?
Ya da büyük olan tek güce şirk
koşanların yanında mı saf tutmuştum?
Ne ala!
Ne gam, desem keşke.
Anamın tarhanasını özledim yine de
Allah razı olsun mahrum kalmadık anne kokulu yemeklerden.
İlk önce komutanımızdan alırdık günün
selamını lakin çalıştığım şirkette değil selam almak verdiğim selamın dahi
cevabı olmazdı ve sorduğum soruların da.
Babam demişti bir zamanlar… hey gidi
dev çınarım hey!
Zaten ne olduysa o gittikten sonra
oldu.
Önce akraba tayfası dadandı baba
evine sonra da koydular bizi sokağın ortasına.
Allah’tan anamın baba yadigârı o tek
göz evi vardı da… gerçi ne evi, diyenler de oldu zamanında çevremizde lakin
anam kim ne derse desin diretti de diretti ve satmadı babasının hatırasına
sahip çıkıp da. Kim derdi ki; analı oğullu gidip de yuva bileceğiz o tek göz
odayı.
Allah’ım sen beni affet!
Hâşâ, Rabbim: hakir görmek ne kelime
yine de attan in eşeğe bin misali…
Affet Rabbim: sonuçta başımızı soktuk
ya bir damın altında olmanın verdiği şükür ile sığındık dede yadigârına zaten
anam da hep sığınmadı mı Allah’ına ve atalarına?
Nereden nereye?
Zan altında idim çalıştığım dönem ne
de olsa patronun kızı az çelme takmamıştı bana ha…
Neymiş efendim! İş çıkışı bir
yerlerde takılıp iki tek atacakmışız.
İyi de kız nişanlı ben ise tok gözlü,
paranın helalini rahmet bilen bir garip…
İyi ki de çıktım o mendebur
şirketten. Alsın başlarına çalsınlar dolar bazlı maaşlarını.
Elbet bulurum ekmek dedim… dedim de
dört dönendim İstanbul’un göbeğinde asla rast gelmedim rızkıma.
Anam benim, garip anam hep dedi ama:
‘’Bırak görmezden gel etrafını ve sadece
işine bak.’’
Olmadı be anam. Sen bilmezsin bunları
hele ki içindeki safı bir kez ortaya çıkardılar mı…
Neymiş efendim? Gül suyu
kokuyormuşum. Ne de alay ettiler hani arkamdan sonra da masama iki tane kurumuş
gül bıraktılar.
Ey, güzel Allah’ım: ben Anadolu
çocuğuyum. Anlamam öyle parfümden, losyondan.
Tıraşını ol ve kolonya sür yüzüne bir
de pamuk anamın dolabından elime yüzüme sürdüğüm o mis gibi gül suyu hele ki
bir de anam güllaç yapmışsa…
Yapmaz mı hele ki en son yaptığında
demez mi?
‘’Oğul, al şu güllacın yarısını,
götür iş arkadaşlarına. Afiyetle yerseniz, zihniniz açılır.’’
Nasıl kırarım o mübarek kadını?
Aldım götürdüm ama başımdan aşağı da
kaynar sular döküldü.
Herkese servis yaptım sonra bir
gittim ellerimi yıkamaya ki…
Anında yemişler anamın elinin nuruyla
yaptığı güllacı hatta öylesine beğenmişler ki… demezler mi?
‘’Seyfi, bak yine isteriz.’’
Anam adına nasıl da mutlu oldum.
Beğenmişler hem de dua etmişler garip anama.
Sonrası mı? Keşke o gün görmez
olaydım da şahit olmasaydım bu vefasızlığa bu edepsizliğe.
Aslında anlamayacaktım da… ah,
nereden sordum Fatma Kadına?
‘’Kolay gelsin, bacım.’’
‘’Deme öyle güzel kardeşim.’’
‘’Neden ki?’’
‘’Burada tuhaf karşılıyorlar sen
sadece Fatma de.’’
‘’Nasıl istersen? Hayırdır, ellerin
yapış yapış. Bir yardıma ihtiyacın varsa söyle. A, burası ne kokuyor böyle?’’
‘’Yok, beyim. Ben hallederim.’’
‘’Mis gibi kokuyor. Sanki…’’
‘’Yok, beyim. Bir şey koktuğu yok.
Sana öyle gelmiştir.’’
‘’Yoksa, yoksa…’’
‘’Düşündüğün gibi değil, beyim.’’
‘’Ne yani, anamın tüm gece uğraştığı
güllacı toptan çöpe mi atmışlar? Vay Allahsızlar.’’
‘’Yok, beyim. Arda kalanı döktüm
ben.’’
‘’Hani herkes afiyetle yemişti.’’
‘’Yağmur mu yağıyor yoksa kar mı
atıştırıyor?’’
‘’Mevsim kış beyim. Normaldir bu
mevsimde.’’
***
‘’Yağmur mu yağıyor yoksa kar mı
atıştırıyor?’’
‘’Söyleyin, yalvarırım söyleyin.
Görmek istiyorum dışarısını ve yüzüme bakmak istiyorum. Hiç mi insafınız yok?’’
‘’Seni daha iyi gördüm bu gün
evladım.’’
‘’Yapma doktor yapma. Düş mü gerçek
mi anlamadım gitti. Yahu, çıkarın şu bandajları. Hem kaç gün oldu hala
gidemedim arkadaşlarımın yanına. Binbaşı Bilal’ı görmem lazım. Raporumu
sunmadım henüz ona. Sonra Asteğmen Rıfkı ve başçavuş Metin. Yalvarırım salın
beni. Hatta şimdi ben açayım bandajları. Gideyim annemin yanına. Kadından helallik
bile almadan çıktım yola. doktorr…’’
‘’Vakit erken aslanım. Hele bir iyi
ol.’’
‘’Gülsuyu kokuyor burası. Anam mı
geldi yoksa? Söyleyin ona daha erken gelmesin. Hele bir bitsin şu mücadelemiz.
Hem tüm bölük nasıl da donanımlıyız. Donanımlıydık. Hala donanımlıyız değil mi?
Ya diğer arkadaşlarım nerede? En son hatırladığım, ah neydi neydi?’’
‘’Böyle kendini harap etmene izin
veremem oğlum. Az sabır. Bak daha ne kadar oldu sen buraya geleli?’’
‘’Ama benim yerim burası değil ki.
Çok işim var doktor çok. Daha yapacak çok işim var. Önce bitecek bu savaş sonra
da huzura ereceğiz milletçe. Yoksa erdik mi? Yoksa bitti mi her şey? Dışarıdaki
sesler ne doktor?’’
‘’Arkadaşların geldi aslanım.’’
‘’Rıfkı mı yoksa albayım da mı geldi?
Hemen üstümü başımı düzeltmeliyim. Neden izin vermiyorsunuz çıkıp gitmeme.
Bakın hiçbir yerim acımıyor hatta o mayına bastığımda canım nasıl yanmıştı, onu
bile unuttum demek ki iyiyim ben. Bak, doktor bacaklarım da iyileşmiş ki ne
sızı ne ağrı. Arkadaşlarımı alsanıza içeri. Kim gelenler?’’
‘’Önceki iş yerinden. Hani sen
istifanı verip askerliğini çabucak yapmak için yedek subaylığa başvurmuştun ya.
Adı neydi o çalıştığın yerin?’’
‘’Deva Holding, doktor. Lakin onlar
beni asla sevmezdi. Şimdi niye durduk yerde gelsinler ki yanıma?’’
‘’Onlar sana ve tüm arkadaşlarına
öylesine minnettar ki. Siz olmasaydınız nice olurdu halimiz evladım?’’
‘’Biz görevimizi yaptık, yapacağız
da. Asla görmek istemiyorum onları ya da…’’
‘’Nasıl istersen evladım.’’
‘’Yine alay edecekler benimle ne de
olsa hala gülsuyu kokuyorum doktor. Hey, doktor nereye gittin? Demedin bir
şey.’’
‘’Sen cennet kokuyorsun evlat, her
biriniz cennet kokuyorsunuz.’’
‘’Doktor, beni böyle görmesinler.
Hele bir tıraşımı olayım, botlarımı giyip ayağa kalkayım. E mi, doktor?’’
‘’Sen nasıl istersen yiğidim.’’
‘’Doktor, sahi, beni görmeye mi
gelmişler?’’
‘’Sadece onlar değil ki. Hangimiz
yeteriz hangimizin varlığı ve gücü yeter sizin hakkınızı ödemeye?’’
‘’Açın perdeyi ne olur. Biraz ışık
girsin içeri biraz da ısınsım ayaklarım. Sahi ayaklarım neden buz kesmiş gibi?
Az döksene elime yüzüme süreyim. Azıcık kolonya dök doktor. Ben diğer
arkadaşlarımı görmek istiyorum. Canımı teslim ettiğim birliğimi, vatanımı bize
teslim eden insanların adına yalvarıyorum sana doktor. Aslında dün gece…’’
‘’Dün gece ne oğul?’’
‘’Pencereye konan sakat serçe. Yoksa
o da mı bir düştü? Düşümde çok şey gördüm doktor ve dün geceden beri de içim
rahat. Uyumak istiyorum ve yine düşlerime girmesini arkadaşlarımın. Onları
sadece düşlerimde göreceğimi de biliyorum artık. Bir düşten ibaret olsa keşke
tüm yaşanan. Keşke bu kâbusu hiç görmeseydim.’’
‘’Düşünme bunları evlat ve hisset
sana gönderilen duaları ve elbette devre arkadaşlarına, tüm askerimize. Seyfi,
duyuyor musun beni? Seyfi, oğlum, uyuma. Kal bizimle. Kal Seyfii.’’