Turuncu bir çile yüklenirse zaman,
Koşutların rahmine kon usulca:
Umduğunla yanıldığın,
Yandan yana dönendiğin harın
halesinde
Küçük bir yangın adeta
İçinin isyanı.
Kuruyan dallarında cahil omuzların,
Dirlik adına ham benliğinden kopup
kayan
Bir yıldızı iliştir hadi,
Göğün yakasına,
İkircikli yüklemler sun sonra da
evrene;
Emir kiplerinle kuşatıldığın
Yetmezmiş gibi
Sen buyur ansızın:
Ne de olsa;
İflah olmaz bir sancısın
Döl yatağında
Kısır şiirin;
Kırkladığın elemle el ele verdiği
yetmedi mi
Kuyruk acısına
Son vermektense
Şaibeli bir şiire
Konarken aksayan ayağı yalnızlığın.
İçselleştirdiğin sitemleri göm
Yum da gözlerini,
Sığındığın kadarsın isyana görünen,
Oysaki çok fazlasın
Gözünde Tanrı’nın
Kinayesindense kibrine dolanan
Ayaklarının altında
Bahar görünümlü kışın
Bükülen hezeyanlarında:
Kâh Nisan coşkusu
Kâh Ocağın matemine koştuğun
Ayak sesi yine aşktan yana,
Şansındansa kaderin;
Yalıtıldığın da doğru
Elbet ödenecek kefaretin.
Bir dolumda patlayan içinin öfkesi;
Bir zuhurda teselli bildiğin
En dost bildiğinin
Duyulmazken sesi
Yine nidalarında içinin,
İçin için ölmeyi dilediğin
Bir kış akşamı:
Boyutlarında göğün
Göremediğine değil sadece
Görünen yüzüne evrenin öfkelisin
aslında:
Balyalarca hüznü
Eritsen bile
Derindeki
Acıyı asla ıslah edemezsin,
Sen yabancı:
Hadi, ne duruyorsun?
Kursağında yanılgınla,
Deminde de yorgunluğun
Hatta kuytularında şu metruk şiirin
Bir gölgeden ibaretsin:
Uyuduğunla kal sen yine,
Uydurduğun masallardaki
O ölü kahramansın
Belki de hiç var olmamış
Ve evrenin baş tacı aşkı bile
Sahiplenememiş bir zavallı.
Derlediğinle dertlendiğine
Derlendiğinle densizliğine
Paye veren
Seni küskün yalancı.